Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
TIRNAK
Onur BİLGE
Annem, ev işlerini birilerine yaptırtıyordu. Genelde dikiş dikiyordu. Sadece yemek onun temel işiydi. Herkesin her derdi onu bulurdu. Kendisini hemen hemen her konuda yetiştirmeyi başarmış, kültürlü bir kadın olduğu için komşular, akrabalar, her tanıyan ona akıl danışırdı. O nedenle geleni gideni eksik olmazdı.
Birisinin çocuğunun ayağını cam mı kesmiş, anneme getirir. O, yarayı temizler, sarar. Ağaçtan mı düşmüş, birisi taş mı atmış, kafasının bir yeri şişmiş, ayağı mı burkulmuş? Ailesi hamur pişirip sıcak sıcak koymak, tarhana pişirip sarmak ister, annem tartışır, engel olur; buz koyar, doğru doktora yollar. Birisi doğum mu yapacak? Ebeye telefon eder, nerdeyse buldurur, getirtir. Doğumda da bulunur, ebeyle karar verilir, hastaneye gitmesi gerekiyorsa taksi çağırtır, çoğu zaman tedavi ve ilaç paralarını öder. Birisi mi hastalanmış? Hastalığın belirtilerine ve ateşin seyrine göre ilk teşhisi koyar, ya müdahale eder ya hastaneye gönderir. Sadece ilaç vermez, iğne yapmaz, o tür sorumlulukları almaz.
Annem, saatlerce dikiş diker, yemek yapar, onun bunun derdini halleder, sesi çıkmazdı, beni okula gönderirken saçımı taramak, tırnağımı kesmek zoruna giderdi. İlkokullarda kurdele takma mecburiyeti vardı. Lisedeyken erkekler kasket giyiyorlardı, tuhaf ama kızlar da giyiyorlardı. Böyle saçma şeyler vardı. Ne gereği, kime faydası varsa? Kurdele de öyle saçma bir şeydi. Kukuleta gibi... Sinyal lambası gibi tepede...
Saçlarımı kısacık kestirseydim de kurtulsaydım, saç yolma işinden, ne olurdu? İşini bıraktığına kızardı, saçlarıma tarak işlememesine, dolaşmış olduğuna, uslu durmamama, kıpırdamama... Ben de ona kızardım. Çekiştirmesine, koparmasına, yolmasına... Canım acırdı. Başımda üç kafalık saç varmış. Çok sıkmış. Taranmıyormuş. Öyle derdi. Saçlarımı tararken hırçın davranırdı. Kurdeleden önce lastikle bağlarken çok çekerdi, canım acırdı. İşi aceleydi. Hemen tarayacak, bağlayacak, gönderecek, dikişine devam edecekti. Acıdığını söylediğimde:
_ “Amma da tatlı canın varmış, ha! Biraz sık, dişini! ..” diyordu.
Dördüncü sınıfa başlamıştım. Necmiye Hocanım okutuyordu. Sosyal derslerde de başarılı olmam için babam beni bu yeni yapılan Devrim İlkokulu’na kaydettirmişti. Öğretmenim, iki erkek çocuk sahibi, annesiyle oturan, eşinden ayrı, son derece zayıf ve sinirli bir hanımdı. Her konuda çok titizdi. Her gün tırnak kontrolü yapıyordu. Tırnağın beyazlığı göründü mü tahtaya, duvar kenarına... Elinde kocaman tahtaya şekil çizdiği bir metrelik manifaturacı cetveliyle geliyor, beş parmağımızın tırnaklarını yan yana gelecek şekilde birleştirip uzattırıyor, cetvelle her iki elimizin on tırnağının üstüne olanca hızıyla, istediği kadar vuruyordu! Tırnaklarımız ne kadar uzunsa, o kadar canımız acıyordu! Hele hava soğuksa, içimizin ısınması, bol oksijen almamız, ciğerlerimizin açılması için bütün okul, bahçede sıra olup, Orman Dairesi’ne kadar koşup geldikten sonra, içeriye yeni girmişiz; ellerimiz buz gibi... Hemen kontrol ve cetvel... Üşüdüğü için sızlayan parmak uçlarımızdaki cetvelin acısı katmerlenerek ciğerimize oturuyordu! .. Sızı katlanıyordu.
Her sabah okula gideceğimde tırnak derdi çıkıyordu. O nedenle gün aşırı anneme tırnak kestirtiyordum. O da dipten kesmeye kıyamıyordu. Birazcık ucundan kesiyordu. Ben, o cetvelin tırnak acısını biliyordum. Kesmezse ağlıyordum. Bir gün yine böyle, tırnaklarımı annemin gözüne soktuğum bir gündü:
_ “Anne, bak bakalım, tırnaklarım var mı? ”
_ “Uzak tut! Yakından görmüyorum. Gözüme sokacaksın! Bakayım! Yok. Daha dün kestim.”
_ “Evvelki gün kestin.”
_ “Bir günde tırnak mı uzar? ”
_ “Ben nerden bileyim? ”
_ “Daha dibinden kesilmez ki! Yara olur. Çok acır! Makas girmiyor.”
_ “Acısın! Dibinden kes! Tırnaklarımıza cetvelle vuruyor! Ne kadar çok acıyor, biliyor musun? Bak, böyle yaptırıyor, üstüne vuruyor! ..”
_ “Derin kesersem, kalem tutamazsın. Tırnakların küt olur. El tırnakları çok dipten ve küt kesilmez. Biraz yuvarlak kesilir. Bak, böyle! Yoksa kese kese tırnak kalmaz! Ablanın tırnaklarına bak, uzun uzun... Karanfil tırnak... Gül tırnak olur, sonra.”
_ “Kalmasın! Gül olsun! Kül olsun! Yok olsun! Bir daha çıkmasın, tırnaklarım! .. Çok acıyor! .. Kadın bize işkence ediyor! .. Bir bahaneyle tırnaklarımıza vuruyor! .. Tırnaklarımızı etimize çakıyor! .. İzi kalmıyor ya... 'Vurmadım.' diyecek. İspatı yok! Ona 'Dur! ..' diyen yok! Çürümüyor ama kalem tutamıyoruz. Gün boyu sızlıyor! .. Bahanesi çok... Ders çalışmadın, ödev yapmadın, şiir ezberlemedin, mendilinin biri yok... Bir sürü bahanesi var.”
_ “Öğretmenler, döver de sever de... Baban seni ona verirken: 'Eti senin, kemiği benim! ..Ne yaparsan yap, adam et! ..' diye verdi.
_ 'Ona bir şey desin! '
_ 'Bir şey denmez! Öğretmenler haksız yere dövmez. Sizin iyiliğiniz için yapıyordur. Mikrop almamanız için...'
_ 'Mikrop alalım! Dayak yemeyelim! .. Çok acıyor, çok! ..
DEVAMI SAYFAMDA...
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 160
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp? sair=42021&siir=1255090&order=oto