Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
ES SELAM
Onur BİLGE
Virane’de, öğle yemeği sırasında, birinden birine atlayan düşünceler içindeyken, o sokakta oturan, alkolik ve gece hayatı olan birisiyle bir evlilik yapmış, eşinin kalp krizinden ölmesi nedeniyle iki erkek çocuğuyla dul kalmış, Feride isimli, Merinos Fabrikası’nda işçi olarak çalışan, yirmi dokuz yaşında, vaktinden önce omuzları çökmüş, adeta dünyadan elini eteğini çekmiş, ev ve iş arasındaki çarka kendisini kaptırmış, çok sevdiğimiz bir ablamız çıkageldi.
_ “Selam! .. Afiyet olsun, çocuklar! Kaynanam seviyormuş. Para vermiyor, o başka...” diye gülerek içeriye girdi. “Nasılsın, dede? Çocukları uyuttum da ‘Şöyle bir bakıvereyim, ne yapıyorlar? ’ diye geldim.” Define:
_ “Aleykümselâm, Feride! Nerelerdeydin sen, bakayım? Gel, şöyle! Anlat bakalım! Nerelerdesin, neler yapıyorsun? ”
_ “Sağ ol, dede. Ne olsun? Çalışıyoruz işte! İş güç...”
Feride Abla, sık sık değilse de haftada, on beşte bir gelir; havadan sudan konuşur gider. Bazen derdini anlatır bazen dedeye akıl danışır. Çocuklarıyla geldiğinde, rahatsız edeceğinden korkar, çok kalmaz. Yalnız, yoksul ama gururlu bir kadıncağızdır. Ağarmaya başlayan koyu kumral saçlarına kına yakar. Güneşte, kızıl kızıl ışıldar. Başını şöyle bir salladı mı, omzundan aşağıya dökülen düz saçları tel tel savrulur, etrafa sabun ve kına kokusu yayılır. Duygu ona da çay ve tost getirdi.
_ “Aç değilim. Şimdi yedim.” falan dediyse de önüne bırakıp gitti.
O, aç olsa da söylemezdi. Kimseye halini bildirmezdi ama geliri gideri tahmin edildiğinden, geçim derdi içinde, katığını ekmeğine denk getirmeye uğraştığı apaçık ortadaydı. Konuşup açılması, rahatlaması için dede ona yavaş yavaş sorular sorardı. Her zamanki gibi usul usul sormaya, onu konuşturmaya başladı. Havaların soğumasından, yağmurların başlamasından, kar kapıyı alınca ne yapacaklarından konu açtı. O, bizim gibi değildi. Geçim derdindeydi. Küçük de olsa, bir ailenin sorumluluğunu taşıyordu. Eline bakan yavruları vardı. Annesi dâhil, kardeşlerine ve yakınlarına kızsa da onlardan hiçbir şey istemiyor, kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyordu. Kimseye muhtaç olmamak için narin bedeninin tüm gücüyle çalışıyor, kazancını zorla yetiriyor ama ihtiyacı olan şeyleri sadece Allah’tan istiyordu.
İki katlı panjurlu evin, iki küçük oda bir salondan ibaret birinci katında, kirada oturuyor. “Çatal kapılı...” dediği evinin, kocaman, koyu kahverengi, çok eski bir sokak kapısı, üstünde antika bir kapı eli var. Binayı, Hıristiyan birisi yaptırmış olacak ki salon köşelerinde Hazreti İsa’nın rölyefleri durmakta. O kapının tam karşısında, bahçeye açılan bir kapı daha var. Tipik Rum evlerine benziyor. Önceleri iki kat birden kullanılıyormuş. Sonradan, dışarıdan bir merdivenle üst kat müstakil hale getirilmiş, alt kat kiraya verilmiş.
_ “Çocuklar, ne oldu, biliyor musunuz? ” diye söze başladı.
DEVAMI SAYFAMDA…
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp? sair=42021&siir=1400474&order=tarih