Dersimin Türküsü Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Şeyhmus Közgün
Alan:   Grup:Dersimin Türküsü
Tarih: 15.03.2010 20:16
Konu: Deneme(Yeni Perspektif) Şeyhmus Közgün

ZOR KAPIDAN GİRERSE ŞERİAT BACADAN ÇIKAR
Bir gazeteci, yazar televizyon programına katılıyor. Gayet normal bir durum. Oysa fikirlerini açıkça dile getirip savunmasının karşılığı yumruklar, ki o da şiddetin tarihçesine yol açıyordu. Kaba güç, zorbalık, tahammülsüzlük… İlk uygarlıkların zor yaşam koşullarında kendilerini bizzat var etme gerekçesi korkulardan başlardı. Mağaradakiler için doğanın anlam bulmaya çalıştığı her şey yabaniydi. Kışkırtılan duyguların savunma durumundan saldırıya geçmesi belki de doğanın insanlığa bahşettiği bir lütuftu. Yer, yurt bulma arayışı dönemsel bir seyir izlerken ayak basılan her yerde savaş tamtamlarının çalması boşuna değildi. Kaba gücün kendi dağınıklığında işgal etme, hükmetme ve daha çok büyüme arzusu şiddetin insanlık tarihini yenilgiye uğratmasına yol açmıştır. Toplumsal değişimlerin dayattığı hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük gibi talepler bile dile gelirken katılık ön koşul olarak görülmüştür. Toplumsal dayanışmanın, demokrasinin uzağında şekillenip ayrışan sınıfsal izdüşümde belirginleşen böl, yönet politikaları sonucunda ise devletleşen partiler-insanlar- zihniyetini ortaya çıkarmıştır. Toplumsal yapının yaşadığı trajik durum, doğanın tahribe uğramasıyla ciddi sorunları da beraberinde getirmiştir. Tabiri caizse, kaçınılmaz son denilen yargıda karşımıza çıkan şiddet kaçkınlığı eril kültürün kendisine müstahak gördüğü ehlileşmeyen tarihidir.
Gazeteci, yazarın şiddete maruz kaldığı yetmiyormuş gibi ona saldıran kişi kısa bir zaman diliminde ünlü bir gazetecinin haber programına konuk oluyordu. Genç adamın ağır, olgun duruşu ile ünlü gazetecinin birilerine ahkam kesercesine tutumu tam bir sansasyonel durum teşkil ediyordu. Konuyu bu bağlamda ele alırsak son dönemde gelişen şiddet olayları paradigma halini alır. Göz önünde cereyan eden olayların hukuka aykırı bir seyir izlemesi yurttaşlık bilincini de tahribe uğratır. Şüphenin var olduğu bir ülkede güven ve samimiyetin fikirsel arenada ciddi bir darbe aldığı ayyuka çıkar. Adalet, eşitlik ve özgürlüğe duyulan yakınlık ise demokrasiyle büyümenin onu model olarak benimsemenin karşılığı belki de. Çocuk hakları sözleşmesine imza atan bir ülkede çocukların şiddete maruz kalmasının, cezaevine konulmasının hiçbir açıklaması olamaz. Ders kitaplarında herkesin eşit, özgür olduğunu ve demokrasinin ışığında yaşadığını imleyen zihniyet basın ve medyaya yansıyan haberler karşısında çelişkiler yumağına dönüşüyor. Farklı olaylarda kişiler ve kimlikler nedense hep mağdur! .. Şiddet diz boyu artmış olmasına rağmen resmi sıfatların baştan savma sözleri hep aynı zihniyetin göstergesi gibi öylece duruyor. Toplumsal ve etik değerler kapsamında hukukun üstünlüğü nerede kalıyor? Hak denilen arayış, bekleyiş ya da umut hep sansüre mi uğramalı? ..
Belli bir gücü elinde bulunduran siyasi irade geneli temsil etme kabiliyetini icraatlarıyla gösterip özel unsur teşkil eden durumlar karşısında bile şaibeye yer bırakmamalı. Bir işi neden, niçin yaptığınız çok önemli; çocukların bilinç düzeyi bunu belki tam olarak açıklayamaz; oysa şiddetin şiddeti körüklediği savı bazı olayların ana unsuru değil midir?
Çocuklar ve gençlerden oluşan itaatsiz eylemlerin yankısı kamuoyunda ciddi bir vuku buldu. Bu tartışmaların ne kadar taraf bulduğu tartışmaya açık bir durum teşkil ediyor. Çocuklar üzerinde yorum yaparken olayların psikolojik, sosyolojik, iktisadi, eğitim ve önemli bir ayağını oluşturan ulusal boyutunu bir tarafa atıp, bu çocuklar birileri tarafından kandırılıyor gibi bir fikri savunmak, ne ahlaki ne de olayın hukuki boyutu ile bağdaşıyor. Tanrı ve kul arasında şöyle bir iletişim ağı oluşturursak: Kul üzerine düşeni yapınca inançlı bir fert olarak algılandığını hisseder ve başına her ne gelirse gelsin hoşnuttur, merhamet doludur. Tanrı onun için erdem sahibidir. Onu sever, anlar, onunla bütünleşmek ister.
Korku ve kaygıyla türetilmiş sözcüklerin yankısı bir yere kadar çocukları bağlar. Bu coğrafyada çocuklara aba altından sopa gösterip itaat etmeyi öğretmek çok zor, hatta mümkün değil! .. Taş atan çocuklar zaten şiddetin var olduğu bir toplumda yaşıyorlar. Demokrasi ve çocuk haklarının kabul gördüğü bir yerde çocuklar doğru düşünmeyi, asker ve polisi sevmeyi, bürokrasiye saygı duymayı öğrenir. Toplumsal barış, uzlaşma, dayanışma ve birliktelik çocuk dünyasının yaşadığına, geleceğe emin adımlarla yürüdüğüne işarettir. Bunun uzağında kalan her toplum, düşünsel çöküşün tuzağına girmiş sayılır. Hak, hukuk, adalet özgüveni güçlendirir, çocukların özgür düşünmesini, fikirlerini açıkça ortaya koymasını sağlar. İsrail askerlerine taş atan Filistinli bir çocuk neyi ifade ediyorsa bu coğrafyada yaşayan her Kürt çocuk da onu ifade ediyor. Otoriter bir yönetimin gücünü yurttaşlara bu şekilde kanıtlamasının karşılığı elbetteki itaatsiz olmayı hedefleyen yurttaşlık bilinci olacaktır. Realitede doğru ne ise onu öylece telaffuz etmek gerekiyor. Bir toplumda çocuklardan herhangi birinin devletin çalışanına taş atması büyük bir sorun aslında. Eğer onlar anlaşılmadıklarını hissediyor ve bunu öfkeyle birikmiş eylemlere saklayıp kendi varlığını isyana teşvik sayıyor ise sistemlerin artık ifşa edileceği bir noktadayız demektir.
Çocukların her ne talebi varsa eğri oturup doğru konuşmalıyız. Fikirler tartışma zemininde canlanır, neyin doğru veya yanlış olduğu daha bir netleşir. Bir ülkenin kültürler arası köprü kurması ile yurttaşlar tarafından itibar görmesinin koşulu çocuklara değer verdiğini ispatlayabilmesidir. Bunda asker ve polisin suçu yok mu? Elbetteki var, ama ana sorun onları karşı karşıya getiren zihniyetin kendisinde yatıyor. Suçlu çocuk yoktur! .. Suça teşvik eden koşullar ile toplumsal yapı vardır. Bir hükümetin ya da bürokrasinin, çocukların ya da gençlerin dünyasını cezayla, asker ya da polisin kaba dayağıyla kirletmesinin kime ne yarar sağladığı bellidir. O öfkenin yıllara eklenince ortaya nasıl bir insan çıkaracağını hukukçular, psikologlar, sosyologlar ya da bürokrasi farkında değil mi? .. Asıl sorumluluk o dünyanın ufkunu zenginleştirip büyük düşler kurmasını sağlamak ve onu her türlü kötülükten korumak değil midir? Şimdiden düşmanlık fikrini aşılamanın bir mantığı var mı? .. Onlar bu ülkenin çocukları, gençleri… Biran önce yapmamız gereken onları cezaevinden çıkarmak ve onlardan özür dilemek olmalı. Bu utanç duvarını yıkıp bildiğimiz en iyi, en güzel, en mutlu oyunları onlarla oynayıp başlarına gelen felaketi unutmaya çabalamalıyız! .. Dört duvar arasında hapis kalan, bizzat onlarla bütünleşen geleceğimiz…
Yurttaşlık bilincini algılamanın en ideal dayanağı demokrasidir. Salt devlet ile fert arasında değil; fertlerin karşılıklı iletişiminde de demokrasi kültürü kendine her zaman yaşam alanı bulabilmelidir. Çocuklara ve gençlere yönelik bu şiddet dalgasına karşı dernekler, sendikalar, siyasi partiler ile kurum- kuruluşların sonuç getirici çalışmaları önemli bir blok teşkil edecektir. Şiddet yerine sevgi ağacının meyve verdiği, saygının statüye değil de fikirlerin dinamiksel yapısına göre konuşlandığı aile, toplum; devlet ile yurttaş; yurttaş ile yurttaş arasındaki kalıcı bağ insanlığın kaybettiği tarihi yeniden kazanmasını sağlayacaktır.


[email protected]