Dersimin Türküsü Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Zafer Çelik
Alan:   Grup:Dersimin Türküsü
Tarih: 05.10.2009 21:22
Konu: Güneşin çocukları

Güneşin çocukları

Ben Uğur, hala büyümemişken toy bedenim, 12 yaşıma ağır gelen o 13 kurşun, 13 günah, 13 ihanet... Ölüm sessizliği yalarken bedenimi gözbebeklerimde yaşamamış vakitler karıncalanır. Ölümün vakti yoktur diyenlere soruyorum; vakit verdiniz mi 12 yaşıma? Ruhum göz ucuyla boylu boyunca uzanmış bedenime ve yaşıma yetmeyen (!) yanı başımdaki kalaşnikofu süzüyor. Her kurşun namlunun ucunda çıkıp bedenimi sobeliyor. Şu kurşunların dili olsa da anlatsalar karşımda nasıl cüceleştiklerini. Sonra kasıklarımdan bir tüy alıp ölümleri giydiriyorlar bana unutmuş olmalılar insan yüreği üzerinde yeşerir, kasıkları üzerinde değil. Ölümle körebe oynarken bir de bakıyorum bedenimden ağır bir ölüm kokusu yükseliyor. Ben gidiyorum... Her kurşun bir yaşımı yutsa bile fazladan bir kurşun sıkışır bedenime. Bu kurşun halkımın kavgası olsun.

***

Ben Seyfi, 'vurmayın' diyorum 'içimdeki çocuğa vurmayın'. Dipçik ağırlığını değil, çocuk gülüşlerini serpin bedenime. Kan değil akan bedenimden, yaşayamadığım çocukluğumun gizlenmiş bir aşk nehridir. Korkmuyorum o cüssenden ey kana secde eden kötü adam. Bilesin ruhumu teslim etmem şu lanetli ellerine. Bir telaş sarmış seni. Yok, olmazsa şu bedenim uykular zehirler seni. Ölüler her zaman haksızdır, deyip öldürmeye çalışıyorsun beni. Her gün bir çocuk büyüyecek şu bedende, bilirsin ki bundandır öfken. Bilesin ki ben her öldüğümde çoğalırım.

***

Ben Devrim, babamı hiç tanımadım... Annemin içli ağıdı kadar ağırdı sensizlik. Annemin titrek sesiydi sensizlik. 'Baba' deyince tüm anlamlar tutkulu kalıyordu. Beklemediğim bir zamanda adım attın yalnızlığıma, yoldaş oldun, çocuk düşlerime. Leblebi almak için girdiğim kilerin kapısını az önce nasıl da tekmeliyordum, hatırlıyor musun? Duyuyor muydun kapının arkasından yaramaz ayak seslerimi? Seni görünce şaşırmıştım. Bir gün görecektim seni ama o gün en uzak gün gelirdi çocukluğuma. Çocukluğumdan mıydı en yakın zaman en uzak olurdu. Gülümseyişlerimi kim bilir daha kaç vakit saklayacağım yüreğime. Kucağına almıştın beni cömert bir ülke gibi. 'Beni tanıyor musun ben kimim' demiştin. Ben de 'Tanıyorum, sen babamın arkadaşısın demiştim. Bıyıklarının örttüğü gülüşünle 'Ben babanın arkadaşı değil, ben babanım' demiştin. İlk vahiy'i alan Hz Muhammed'in titreyen bedeniydi o an bedenim; 20 yıldır o titreyişimle hatırlarım seni. Bir parçası olduğum ve benim bir parçam olan babam! Sevdan yeryüzünün her karışında şimdi, sevdan Küçük Süphan'da. Sevdam Süphan'ın buğday tarlalarında oğul-kız olup düştü toprağına...

***

Ben Jiyan, üç en fazla dört yaşımdaydım. Ardında bana hediye ettiğin bir isim vardı ve hayal meyal hatırladığım, kokusuna da doyamadığım saçların. Yaşam demiştin adıma sanki çok daha önceleri hissetmiştin daha kaç isimde, kaç çocukta yaşayacağını. Yeni doğan tüm kız çocuklarının isimleriyle anarım seni. Güneşin yoldaşı! Güneş yürekli güzel insan ismin gibi. Ronahi şaşıyorum ve soruyorum. Daha on yaşındayım. Annemin yüzüne yansıyan acının aynısın içimde taşıyorum. Annemin büyük acısı küçük bedenimi yırtıyor. Her insanın yüreği yumruğu kadarmış. Ee ben nasıl taşıyayım ölümün sonsuz büyüklüğünü avucum kadar yüreğimde? Öylesi bir şey ki bu acı, anlamadan yaşamışsındır çoktandır. Bir gün Ronahi'nin kollarına uzanayım içine yaşamı doldurduğu gülü şöyle kucak açıp 'hemes hemes hemes' desin bana. Ama biz Tanrı'nın üvey çocuklarıydık değil mi? Bir mezarı yoktu, bayramlarda ziyaret edeceğim. Ölülerini ziyaret eden çocukları kıskanırım. Evet! Kucaktan vazgeçtim, bir mezar bulamıyorum. Her gün biraz büyüyeceği ve sen her gün bende büyüyeceksin. Vakitsiz ölen her çocuk gökyüzündeki bir yıldız olacak ve sen o yıldızları açıp bir bir emzireceksin Tanrıçam. Biz senin üvey çocukların olmayacağız Tanrıçam

***

Ben küçük çocuk... Kocaman yeryüzünde iki adımımı saklayacak bir yer bulamıyorum. Sandığınız kadar kocaman değilmiş aslında o an anlıyorum. Attığım her adımda bir tabuta düşüyorum. Kaçışlarım ölümden ama nerden bileyim her adımım ölümü getiriyor bana. Tam arkamdaki zebaniden kurtuluyorum derken, günahk‰r halkımın çocuğu sırat köprüsünden yuvarlanıyor. Nefessiz bırakıyor beni şu çamurlu su. Oysa çocukluğumun vazgeçilmez sularıydı. Yaşam bir nefese tenezzül etmek değil; o an anlıyorum ve insan nefes alırken de nefessiz kalabiliyor. Annemin sütünü tadıyorum ağzıma dolan sudan. Oysa annem ölümlere emzirmek istemezdi beni. Ağzımda annemin sütü, lal bir çığlık atıyorum. Çığlığımı içimin çocuğu duyuyor yalnızca. Derken zaman bende duruyor ve içimin cehennemleriyle mışıl mışıl ölüyorum. Sonra duyuyorum ki, zebani halen gölgemi kovalıyor. Gülümsüyor moraran bedenim. 'Ben cesur öldüm; o korkak yaşıyor' diyorum.

***

Ey ülkesi cehennem içinde cehennem olan büyük çocuk! Sen söylerdin ya mezarı derin olanlar kimseyi duymazlar diye. Tarih, sende ezber bozdu. Bir ses oldun hep duyduğumuz, bir resim çizdin hep baktığımız. Şimdi ben yırtık yüreğimi yama yapıp bir çift ayakkabı diktim sana Amed surlarının dibinde. Bütün özlediklerimiz burada ve güneşin doğuşunda seni karşılayacağız Amed surlarında. Sen gülümserken çocuklarına cebindeki on kuruşu değil, umutlarınla sardığın bayram şekerlerini dağıtacaksın çocuklarına. Ben yanına sokulup ceketinin eteklerinden tutacağım küçücük parmaklarımla. Yüreğimde bir mülteci gibi sakladığım çocukluğumun topacını sessizce cebine koyacağım. Kucağına alacaksın beni, Seyfi'yi, Jiyan'ı, Devrim'i, Uğur'u... Artık yüreğime en parlak yıldızını değil çenendeki gamzeyi takacağım. Yıldızlardan köprü yapacağız göğe, güneşimize. Etrafında gülüşeceğiz şairin dediği gibi 'Artık kimse çalamayacak soğanımızı, çiğneyemeyecek sakızımızı'. Yarım kalmış çocukluğumuz beraber yaşayacağız. Sana alfabemden çocuk acemiliğiyle yasaksız cümleler kuracağım. Uçurtmaların eteklerine gülüşlerini yerleştirip sevdiklerimize uçurtacağız. İşte o gün biz yaşayacağız güneşin çocukları!

Dersim ERİŞEN *
* Bakırköy L Tipi Kadın Cezaevi