Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Sağ iktidarın bilançosu
Bize sorulan soru da şu: Neden ille de solcusunuz? Hem solcu olup hem de milleti birleştirmekten bahsetmek mümkün mü?
Birinci sorunun tek ve basit bir cevabı var. Türkiye’yi 60 yıldır sağcılar yönetiyor ve bunun için solcuyuz.
Türkiye’yi bugünkü konumuna sol getirmedi. Sağ iktidar Atatürk Türkiye’sinin karşıtı olan bugünkü Türkiye’nin tek sorumlusu. Siyaset biliminde sağa karşı olmanın tek bir yolu var, solculuk. Yani ülkeyi sağcılar batırırken solcu olmuyorsanız, siyasette hiçbir şeye tekabül edemiyorsunuz demektir. Bunun için solcuyuz.
İkinci olarak, milleti birleştirmek konusuna gelince. Sağcıların idaresi altında geçen 60 yıl, bir milletin solcu idare altında değil sağcı idare altında bölündüğünü gösterir. Türk Milleti, hem emperyalizme karşı birleşmişken hem de ülke içinde devrimci bir atılım yapıyorken, başta sağcılar değil, solcu bir parti vardı.
Türk Milleti açısından, hem dünya çapındaki emperyalist sağ hegemonyanın, hem de bunun uzantısı olan Türkiye’deki sağ iktidarın bilançosunu çıkarmak gerekirse;
- Türk Milleti ve devleti sağcı emperyalist ABD ve Avrupa güçlerinin hedefi haline gelmiştir.
- Türkiye’de iktidar milli bir siyaset izlemeyerek, Türk düşmanı Batı siyasetlerine destek vermektedir.
- Türk vatanı parçalanmak üzeredir.
- Türk Milleti harap vaziyettedir.
Peki Türkiye’de bir Kuvayı Milliyecilik arayışının doğmasının sebepleri de bunlar değil miydi?
İşte bunlar emperyalist sağ hegemonyaya bağlı sağ iktidarın sonuçlarıdır.
Bu yüzden bugün kimse doğmakta olan Kuvayı Milliye’yi sağcı zeminde tanımlayamamaktadır. Ancak sağcıların bugün izlediği siyaset Kuvayı Milliye’nin solculuğunu gizleyerek onu etkisizleştirmektir. Çünkü Kuvayı Milliye neyin hesabını kimden soracaktır? 60 yıllık sağ iktidardan başka bir şeyin değil.
Dolayısıyla Kuvayı Milliye’nin solcu olmadığını söylemek için siyasal bir sebep yoktur. Ancak yine de bir takım demagojik argümanlar önümüze sürülmektedir. Bunların başlıcası ise “halkın soldan korktuğu, bunun için Kuvayı Milliyeciliğin solculukla karıştırılmaması gerektiğidir”. Bu söylemin altındaki sinsi sağcılık bile aslında her şey ortadan kalksa bile sağcılık-solculuk mücadelesinin baki kalacağını söyletecek türdendir.
Bu argümanın yeni olmadığını söyleyerek geçeceğiz. Hani halk halife ve saltanata bağlıydı da bunun için Cumhuriyeti kabul edemezdi ya! Aynen o türden bir söylem. Halk iradesi bir günde aksini söyleyivermişti oysa. Bunun karşısında ya sağcılar gibi, Cumhuriyet halk iradesini yansıtmıyordu diyeceğiz. Ya da halk hakkında atıp tutmaktan vazgeçeceğiz. Her halükarda ya sağcılık ya da solculuk yapmış olacağız!
O zaman bu tip demagojiyi bırakarak sağ ve sol arasındaki siyasal mücadeleyi ve dolayısıyla Kuvayı Milliyeciliği bilimsel temellerinde tartışmak en iyisi olacak.
Solculuk nedir?
Solu ortadan kaldırma misyonuna soyunanların gerçekte neyi kaldırmaya çalıştıklarını göstermek açısından bu bilimsel tanımlama gerekli. Türkiye’de solu bir kenara bırakalım diyenler, aslında;
1- Cumhuriyet tarihi
2- Halk iradesi
kavramları ve gerçekleri üzerinden siyaset yapmayalım demektedirler.
Çünkü sol, Türkiye koşullarında, “Cumhuriyeti yaratan halk iradesi” kavramı çerçevesinde tanımlanabilir. Solculuk halk iradesine dayanan cumhuriyet siyasetidir. Türk halkının iradesi, bu iradenin kurduğu Cumhuriyet ve bu Cumhuriyet’in izlediği siyaset emperyalizme karşı mücadele koşullarında varolduğu için Türkiye’de solun böylesi bir tanımını yapmak mümkündür. Evrensel düzlemde de solun tanımı antiemperyalist ve halkçı siyaset üzerinden yapılmaktadır.
Bunun dışında, siyasetin ve çıkar gruplarının ihtiyaçlarına göre bir takım tanımlar yapılmaktadır. Ama iş Türkiye’deki sağ-sol mücadelesini açıklamaya gelince bu tanım geçerlidir. Halk iradesine dayalı cumhuriyet siyaseti tanımının çizdiği çerçeve içinde;
Sol Atatürkçüdür. Sağ Atatürk’e karşı mücadele eder.
Sol Cumhuriyet’in kurucu iradesinde yer alır ve her koşulda Cumhuriyet’i savunur. Sağ, iktidarda olduğu zamanlarda dahi Cumhuriyet muhalifidir.
Sol anti-emperyalisttir. Sağ, siyasetini doğrudan Batı ile ilişkiler üzerinden tanımlar.
Sol halkçıdır. Sağ sermayecidir.
Türkiye’yi 60 yıl sağ yönettikten sonra da bugün, Cumhuriyet’in tehlikede olması, ülkeyi şeriatçıların yönetmesi, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve toprak bütünlüğünün tartışılan kavramlar haline getirilmesi ve açık bölünme tehdidi, diğer yandan sermayenin azgınlığı ve halkın refah düzeyi bu tanımlamayı doğrulamaktadır. Türk devletinin ve Cumhuriyet’in kuruluşundaki sol niteliğine karşı sağın iktidarı bu Cumhuriyet’in bertaraf edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
60 yıldır Türkiye’de halk iradesi uygulanmamıştır. 60 yıldır uygulanan Cumhuriyet siyaseti değildir. Bu 60 yıl içinde ise siyasal iktidarın yaptığı tüm eylemler sola karşıdır, solu engellemek içindir. Sola karşı sağı tanımlayan Cumhuriyet siyasetine karşı Batı demokrasiciliği ya da muhafazakarlığıdır. Sağın dayanağı halk değil, Batının demokrasi kurumudur. Sağın muhafazakarlığını tanımlayan şey, onun Cumhuriyet’i değil, Batının toplumsal yapıdaki uzantılarını muhafaza etmesidir. Bunun temelinde sağın sermayeciliği gelir.
Batının demokrasi kurumunun Cumhuriyet’e karşı nasıl bir araç olduğu ise zaman zaman sağcılar tarafından itiraf edilmişti. Gelinen son noktada, bir halife müsveddesinin Cumhuriyet’e kastetmesi, bugün Kuvayı Milliye arayışını, Türk devletinin dayanağı olan millet ve ordu içinde güçlendirmektedir.
Sağın bu niteliğine karşın Kuvayı Milliyeciliğin tekrar sol siyaset zemininden yükselmesinde şaşılacak bir şey yoktur.
Atatürk solculuktan neden çekinmedi?
Solculuğun Türkiye koşullarındaki tanımı böyleyken Kuvayı Milliye’nin solculuğuna karşı çıkanlar, Atatürk’ün neden solculuk yapmaktan çekinmediğini de açıklamak durumundalar. Bir Kuvayı Milliye’den bahsedilecekse, bunun temelinde Atatürk olmak zorundadır. Oysa bugün Türk Solu’nun Kuvayı Milliyesini kabul etmek istemeyenler, Kuvayı Milliyeciliğin temeline Atatürkçülüğü yerleştirmek konusunda da isteksizler. Türkiye’de Atatürk’e tabi olmayan bir Kuvayı Milliye mi gerçekleştirilmiş de biz bunu görememişiz! Bir Kuvayı Milliye düşünün ki, onun temelinde Atatürkçülük yok, içinde Atatürkçüler yer alacaksa da ancak çeşit düzeyinde. İşte bu solcu olmayan bir Kuvayı Milliye anlayışı!
Atatürk Cumhuriyet’i ilan ettirirken, çevresindeki en iyi niyetliler bile, bunun büyük tepkilerle karşılaşacağını belirterek onu engellemeye çalışmışlardı. Aynı itiraz Atatürk’ün her devrimci adımında oldu. Bu halk Türkçe okuyup yazamazdı, bu halk düzgün giyinemezdi, bu halk sanayi kuramazdı, yabancı sermaye olmadan iktisat yapamazdı, Rumlar olmadan tarım yapamazdı, şeyhleri-dervişleri bırakamazdı, kız-erkek bir arada okuyamazdı, bu halk Türklük nedir bilmezdi! Bu itirazların hepsini yapanlar, bir yandan aydın geçinen insanlardı.
Ama 1938’e gelindiğinde halk, Türk milliyetçisiydi, Cumhuriyetçiydi, laikti, gençlerinin çoğu kızlı-erkekli okur yazardı, şüphesiz bugünkü Türkiye’den çok daha refah ve huzur içindeydi ve Atatürk’e sevgi ile bağlıydı.
Halk Atatürk’ü ne kadar seviyorsa, bugünkü siyaset kurumundan o kadar nefret etmektedir. Sebebi ise açıktır: Atatürk’te millet asli unsurdur. İktidar ona dayanır. Sağcılıkta ise asli unsur sermayedir. Sağcı iktidarda milletin harap olmasının sebebi budur.
Sonuçta ne Atatürk solculuk yapmaktan çekinmişti ne de halk solcu Atatürk’ü sevmekten. Ve o halk hâlâ hiçbir ilgisi olmasa dahi, sırf “Atatürk’ün partisi” yalanına kanarak solcu bir partiye oy vermiyor mu?
Oysa aydın kompleksi hâlâ halkın, Kuvayı Milliye’nin solculuğunun halk tarafından kabul görmeyeceğinde diretiyor. Yani 200 yıllık halk-aydın diyalektiği tekrar karşımıza çıkıyor: Halk ilerici, aydınlar gerici! Halk solu da, Kuvayı Milliye’yi de, solculuğu da kabul ediyor. Ama aydınlara KuvayıMilliye’nin solculuğunu kabul ettirmek bir türlü nasip olmuyor.
Vatandaş soldan korkar mı?
Oysa siyaset bir kere hurafelerle yapılmaya başlandığında sağcı zeminden kurtulmak mümkün olmaz. Bu hurafeler yalnız sağın kitlesi üzerinde değil, düpedüz solcu aydın üzerinde bile etkili olur. Bir kompleks şeklinde aydının kafasına yerleşen saplantı şudur: “Vatandaş soldan korkuyor.” Sağcılar bu saplantıdan memnun yayın yaparlar ve bu saplantıyı yaymaya çalışırlar: “Atatürk de halka rağmen laik düzen kurdu, bunun için halk Cumhuriyet’i benimsemez.”
Atatürk’ün halka rağmen düzen kurduğunu söyleyen sağcı sapkınlığının en uç boyutu, solcular arasında da görülür. Halkı kandırarak bir Kuvayı Milliye kurmak! Bu nasıl olacak? Düpedüz solcu bir mücadele önereceksiniz ve bunun adına sol demeyeceksiniz. Siz böyle yapınca halkın ilgisi artacak!
Örneğin AB ve ABD’ye karşı “tam bağımsız Türkiye” diyeceksiniz.
Özelleştirmelere, KİT’lerin peşkeş çekilmesine karşıyız diyeceksiniz.
Tarımın çökertilmesine, sübvansiyonların kaldırılmasına hayır diyeceksiniz.
Türkiye laiktir diyeceksiniz.
Halk sizin ne olduğunuzu anlamayacak. Ya siz kahvede bunları söylerken yaşlıca bir adam çıkıp, “bunları 50 yıldır solcular söylüyor, siz ne diyorsunuz” derse!
Kore’ye asker gönderilirken sol bunları söylemedi mi? Johnson mektubundan sonra sol bunları söylemedi mi? Sol 50 yıldır, devletçilik de devletçilik demiyor mu? ABD istese de istemese de haşhaş ekeriz, istediğimizi biçeriz diyen sol değil mi? “Onlar ortak biz pazar” diyen solcular değil mi? Gericilerle sağcılar mı mücadele etti!
Siyasette sizin ne dediğiniz hiç önemli değil, vatandaşın ne gördüğü önemli. Bir kompleksiniz varsa siyasete girmeyeceksiniz.
Vatandaş yıllardır bu sol politikaları duyar ve şiddetle destekler de. Hatta bunun için “popülizm” kavramını kısaca “sağcıların solcu laflar etmesi” diyerek tanımlayabiliriz. Sağ, solun politikalarına söylemde benzeyen sloganlar uydurmuştur. Erbakan’ın o Adil Düzen uydurması neydi!
Sonuçta Türkiye’de 80’den sonra sol mu vardı da halk desteklemedi! ? Ama solun bıraktığı yerde düpedüz solcu argümanlar kullanan aşırı sağcılar vardı!
Türkiye’de vatandaş soldan korkar, sola destek olmaz diyenler ciddi biçimde tarih yoksunu kimselerdir. Türk siyasal tarihinin her aşamasında bu yargı yalanlanmaktadır.
Herkes 60’ta Menderes seçime gitseydi sonucun ne olacağını biliyordu. Ama halk ve gençlik o kadar bile tahammül edemedi. Halkın yargısından korkarak despotluğa girişenlere cevap meydanlarda verilmişti. 60’larda, 70’lerde halk muhalefeti milyonları bulmaktaydı. Meydanları solcu halk kitlesi doldurmaktaydı. Türkiye’de 70’lerde solculuk halkta çılgınlık boyutunda tutunmuştur. En ufak ve fikirce marjinal fraksiyonun binlerce militanının bulunduğu garip bir ortam. Türkiye bunları yaşadıktan sonra halk soldan korkar diye ahkam kesmenin anlamı yok.
Tam tersine, “halk ısrarla neden sola yönelir? ” diye bir soru sormak gerekiyor. Çünkü 80 öncesinde solun hiç de sağlıklı fikirlere sahip bulunmadığını da görüyoruz. Nitekim sonuç halk açısından da sol açısından da hüsran olmuştur. Ancak 70’lerin ortamında bile halkın sola yönelmesinin temelinde, halkın gerçek bir korkusu yatmaktadır; bu liberalizm korkusudur. Türkiye’de halk soldan korkmaz. Ama liberalizmden korkar.
Çünkü liberalizm halka zarar vermektedir. Solculuğun hem Türkiye’de, hem de dünyada, Atatürk’ün de sözleriyle yinelersek “liberalizmden başka bir yol” olduğunu söylemeye gerek bile yok. Dolayısıyla sol hiçbir politik yeteneği olmadığı koşullarda bile, sırf liberalizm karşısında bir seçenek olmakla halkta tutunmaktadır.
Türkiye’yi de dünyayı da bugünkü gibi ezilenlere düşman pozisyona getiren solculuk değil liberalizmdir. Türkiye’de de dünya da da halk liberalizme karşı sola sarılmaktadır. Sol halka sarılamadığında bile durum aynen böyledir!
TÜRKSOLU’nun mücadelesi neyi kabul ettirdi?
Kuvayı Milliye tartışmalarının bugün geldiği noktanın çok önemli bir sonucu oldu: Türkiye’deki “hakim” solculuk solun birbiriyle hiçbir konuda ortaklığı bulunmayan iki kampa ayrıldığını kabul etmiş bulunuyor. Bizim komprador sol olarak formüle ettiğimiz 80 sonrasının “hakim” solcuları, kendilerine özgürlükçü sol adını veriyorlar ve kendilerini milliyetçi soldan kesin çizgilerle ayırmanın vaktinin geldiğini ilan ediyorlar.
Bu aslında komprador sol açısından yenilginin itirafı ve TÜRKSOLU’nun mücadelesinin büyük başarısı. TÜRKSOLU’nun da başka bir iddiası yoktu. Bir komprador sol var ve bir de Türk Solu var. Hakim solculuk artık sola hakim olamadığını ve kendisinden bambaşka bir solculuğun milleti örgütlediğini kabul ediyor.
Ulusal Sol’un dosta düşmana kabul ettirilmiş olmasının ise daha da önemli bir sonucu var. Bu da Türkiye’de solun artık tekrar bir milli mücadele merkezi haline gelmiş olması. Aslında sol, ulusal solla, her türlü Batı ve sermaye bağlantısını reddederek, kendi özüne dönerek, halka dönmüş oldu. Çünkü ulusal sol, mücadelesini Kuvayı Milliye ekseninde tanımlıyordu.
Kuvayı Milliye’nin, ulusal sol eksene oturması ise Türkiye’nin gündemini sarsacak boyutta etkiye yol açıyor. Çünkü bugüne kadar Kuvayı Milliye ruhundan bahsedilirken artık Kuvayı Milliye adına çok somut bir siyasal kuvvetten ve etkili bir muhalefetten sözedilebiliyor. Bu etkili muhalefet ABD ve AB saldırıları karşısında yükselen milliyetçi ve sol içerikli Kuvayı Milliyeci tepki olarak anılmaya başlandı bile. Kuvayı Milliye artık belirgin bir siyasal güce tekabül ediyor.
Bu noktada artık TÜRKSOLU’nun varlığı ve etkisi başlıbaşına, “Kuvayı Milliye’nin temelinde solculuk olamaz çünkü halk bundan korkar” diyenlerin tezlerini çürütmeye yetiyor. İşte belli bir tarihsel dilim içinde kendilerini sol düşmanı olarak nitelemiş insanlar bile bir Milli Mücadele ekseni içerisinde ulusal sol tavrı kabul ediyor, onunla birlikte hareket ediyor.
Halk böyle bir birlikteliğe nasıl bakıyor? Onu her türden liberalin korku ve küfür dolu tepkisinden anlayamıyor muyuz?
Sol neden gerekli?
Türkiye’deki mevcut “solculuk” anlayışı her kesimde belli kaygılar uyandırmaktaydı. Çünkü bunlar, bölücüydü, halkın kendi mücadelesiyle kurduğu Türk devletine düşmandı, dahası Türk Milletine düşmandı ve hatta emekçinin kendisine düşmandı. Üstelik öyle bir ittifakla bunların tezleri gündeme geliyordu ki bu solculuk anlayışı “hakim” bir solculuk olarak lanse edilmekteydi. Bizzat sol düşmanı olan sermaye ve hatta katıksız gericiler bu tip bir solculuğun finansörüydü. Medyalarında bunlara geniş yer ayırıyorlardı.
Diğer yandan halk içinde belli bir potansiyele sahip olan ve Kemalist geleneğin uzantısı olması beklenen sol partiler de doğrudan Kemalizme karşıt bir konum içine girmişlerdi. Bu durumda solun güvenilirliği ve halktaki kabul edilirliği rahatça speküle edilmekteydi. Görünüşe göre sol her seçimde oy kaybediyor ve her seferinde daha fazla bölünüyordu.
Ancak böyle bir “sol statüko”ya bakarak solculuğu bırakma tezleri üretenlerin ciddi bir felsefi yanılgısı vardı. Onlar kavramlardan kurtularak gerçeklerden kurtulabileceklerini sanıyorlardı.
Ancak sol kendi ulusal, dolayısıyla sınıfsal kökenine, yani Türk Milletine döndükçe görüldü ki, mevcut siyaset kurumu daha fazla sorgulandığı gibi sol statüko da sarsılıyordu. Hakim olarak lanse edilen ama hiçbir şeye hakim olabilme niteliğinde ve düzeyinde olamayan sözde solculuk yerini ister istemez gerçek bir sol anlayışa bırakacaktı.
Çünkü siyasal mücadele belli bir toplumsal ve tarihsel gerçeğin ürünüdür. Türkiye’de siyasal mücadelenin sağı ve solu insanların iradesinin dışında böylesi yasalar tarafından belirlenmektedir. Halk iradesine dayanan bir cumhuriyet siyaseti tüm toplumsal kökenleriyle ortadan kaldırılmadıkça da gerçek Türk Solu’nu ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır.
İşte sol neden gerekli sorusu burada anlam kazanır. Bugün tüm Kuvayı Milliye siyasetinin hedefi halk iradesine dayanan bir Cumhuriyet siyasetini hakim kılmaktır. Türk milliyetçiliğinin yegâne hedefi budur. Yani emperyalizme rağmen varolmuş Türk milletinin devletini, yine emperyalizme rağmen varetmek.
Emperyalizme rağmen halk iradesiyle kurulmuş Türk devletinin bugün Batı karşısındaki “hasta” pozisyonunu yaratan irade ise 60 yıllık sağ iktidardır. Dahası artık sağ iktidar doğrudan Türk devletini tehdit etmekte, emperyalist kuşatmayı içerden tamamlamaktadır.
Atatürk sağcılığı dışlamıştı
Türk devleti, devrimci Atatürk’ün iradesi ve önderliği ile yarattığı Kuvayı Milliye temelinde, Kuvvetler Birliği temelinde sağı Türk siyasetinden dışlamış ve onu baskı altına almıştı. Sağ ise Batı desteğiyle Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar “eve döndü”. Atatürk zamanının tüm yasaklı sağcıları, Atatürk’ün ölümüyle birlikte affedilip vekil koltuklarında, bakan koltuklarında kendilerine yer bulmamışlar mıydı?
Oysa Atatürk yaşadığı sürece bunların siyaset yapması mümkün olmamış, değil liberal bir devlet, liberal temelde sağ bir parti bile kurulamamıştı. Sola sızmak isteyenlerin büyük bölümü de Atatürk tarafından bertaraf edilmişti.
Tam bağımsızlığı temel alan, dünya çapındaki mücadelede sol cephede yer alan, bir halk devleti çizgisi bizzat Atatürk’ün 20 yıla varan mücadelesi içinde adım adım yaratılmıştı. Artık bu noktadan sonra solun birleştiriciliğini tartışmanın abesliği ortadadır. Solun programı Türk devletinin Atatürk zamanındaki Anayasası’na mal olmuş bir programdır. Sol, Türk iktidarının özünde yer almaktadır.
Bu yüzden siyasette değil Türklükte birleşenlerin siyasal mücadelede sola açık olmalarına şaşırmanın da anlamı yoktur. 60 yıllık iktidardan sonra ise sağcılığı Türk Milletine Kuvayı İnzibatiye’nin gücü bile kabul ettiremez.
Kuvayı Milliye aynı Atatürk döneminde olduğu gibi millet düşmanı sağcılığı dışlayarak gelişecektir.
(İleri Dergisi 18/19. sayı, Eylül 2003)