Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Tanrı'ya En Yakın Olanların Haşin Hikayesi...
seni kıraç bölgelere savurmalı papatya
terk edilmiş bir kasaba girişinde açtırmalı
tahtadan atıyla,
yalınayak koşarak giden çocuğun,ayak izlerine
dıgıdık…dıgıdık…dıgıdık…
seni
annemin
kız kardeşini bıraktığı
munzurun en dik yamacına
en karanlığına
seni annemin ilk
ılık ılık yürek atmalarının çaresizliğine
fukaralığına
açlığına
çığlığına göndermeli…
seni
daha
henüz
gonca bir gül dalı gibi boynu kırılan
ve ot kokan ağızlarından
ve tepeleme arpa ezmezi yiyen
teyzemin düşüne göndermeli…
seni
teyzemin susuzluktan çatlayan dudağına sürmeli
ve açlık dağlarında
ve onuru için
ve namusu için ölüme yatanların düşlerine sürmeli…
sen ayak sürmelerimdeki umuda benzerdin
aklımla oynadığım çağların
yangın bakışlı
yürüdüklerinde bütün vücutlarının
nasılda devrimciyiz bakın
sloganlarına
katıldığım çığlığımın ıslığına göndermeli…
sen benim sol yanıma düşmüş
ve hiç
ve hiç
ve hiç bakışlımdın…
sen ıslığımı alıp devrimci dudağımdan
duvarlara slogan yazandın…
şimdi
kimsenin
içine dahi harmanlayamadığı
bu meydanlarda
hiç söylenmemiş bir türkü bekliyordum.
kimsenin uğramadığı
sadece kartalların uçtuğu yerlerde
o yüzden koşuyordum.
her yanımda domur domur acı var
ama yenilmeyen bu martıların sesi
sahil yerine yüreğime vuruyordu
sen papatya sen
yoktan var etmenin
var dan yok etmenin
ne olduğunu bilir misin
bilir misin
ben her gece
annemi doğururum
doğururum büyük bir sancıyla
hani tırnaklarımla kazdığım
o kıraç topraklardan
çığlık çığlık
taş taş
toprak toprak
doğururum annemi
alnıma kondurduğu ilk öpücükle
büyürüm ben papatya
senin yüzünü çevirdiklerinle büyüdüm ben
sana haram olan düşüncelerle
kızıl
mum
cem
ayin
paylaşım
namussuzluk dendi, bunu adına
oysa nasılda öperdi secdeyi başımız
nasılda dizlerini kırardı babam, Alinin karşısında
nasılda elini koyardı yüreğine
nasılda kaçırmazdı gözlerini onun gözlerinden
nasıl zayıf kalırdı karşısında
incecik ellerini sürerdi yüzüne
incecikte ağlar
incecikten Ya Ali der
nasılda titrer yüreciği
ben inancımı
babamın gözlerinden
usul usul almışım...papatya…
ah papatya
sana haram yerde büyüdüm
sana yasak türküler söylendi kulağıma
ar
namus
mum…
cem
ev
işte sıkışmış beyinler içinde
nasılda büyüttük sevdamızı
ve hep el değmemiş bir yer bıraktık sevdamıza
nasılda açtın yaramızda
yediveren güle inat
sarı sarı…
sen papatya
seni sevmiyor… seviyor
sözlerine koymak
gömmek onun içine, nasılda haksızlıktı
çıkardım seni o cenderenden
şimdi papatya
artık özgürlüğün tadında açabilirsin
mavi mavi…
eh bende hakkıma düşeni alıyorum…gidişlerini…
sen papatya ara beni
devşirilmiş Bektaşi türküsğ gibi öksüz, delikanlı sancılanmalarında bul beni
kesik boyunların, Şeh-im sesinde
Torlak Kemal
Börklüce Mustafa
Şeh-im Bedrettinin darağacı gölgesinde bul beni
ak gömleklerinde silinmiş
o rezil
o şerefsiz
onursuz
insanların kirli ellerinden devşirilerek yapılmış
kılıcın parıltısından,düşen çocukların
düşlerinde bul beni…
sen papatya
sen ki kırılansız
sen ki ezilensin
sen ki açansın
Pir Sultanın ayak dibinden al beni
Pir-im Pir-im diye inleyen
ve korku dağlarının içinden
olanca hıncıyla fışkıran, binlerce ölü çocuk gözlerinde bul beni
sen papatya
al beni…sar beni…doğur beni…
doğur…doğur…doğur…
şimdi
dur öte gitme
hiç yaşanmamışları
intikamları
hüzünleri
acıları
nasılda çekti kılcını Ali
babam çekti kılıcını
inan hurma ağaçları gölgesinde, koparılan Hüseyinin kellesi
hep önümüzde
içimizde
ağıt olup yüzyıllardır
bu Anadolu topraklarını suladı
kimse bizim gibi hissetmedi bu acıyı
kimse bizim gibi ah Hüseyin demedi
Ya Ali demedi
ve kimse bizim gibi sevmedi tanrıya en yakın olanı…
benim teyzem
tanrıya en yakın olanı sevdiği için
çıplak
aç
boynu arpa sapı gibi ince
ve gözleri
o bakıldığında
kalınan gözleri
o balkıdığında
terk edilen gözleri
anlıyor musun papatya…
içinde kendi bez bebeğine ninniler söylediği
ve atların kendi dağlarında özgürce koştuğu
fırtınaların, kardeş kardeş harman savurduğu
lo ben ölem çığlıklarında saklı ağıtlara benzeyen
ve karasaban
ve dut
ve üzümden pekmezlerin yapıldığı
ve mavi mavi akan munzurun türküsünü söyleyen
papatya
ve ellerinde kara sapandan başka silahı olmayan
o kehribar bakışlı yiğitlerinin halay alanıdır…
göçebe bir aşk değildir
kalıcıdır
yıkıcıdır
yüzyıllardır bu topraklarda
kardeş kardeş cümle hayvanlara yuva olmuş
ve bebeğini bir avcının
o rezil ellerine bırakmaktansa
papatya
bile bile
ölüme yatan,bir ceylanın huzursuz bakışları gibi
gözleri teyzemin
mahsun…ürkek ve ölümlü idi…
Ali yi hiç tanımadan
Hüseyini
Pirsultanı
Bedrettini
papatya
ne söylendiyse kulağına onu öğrendi
minicik yüreğinde onu sevdi…
tanrıya en yakın olanı sevdiği için
hiç bilmediği
hiç tanımadığı
ve hiçte düşmanca görmediği
kendine benzeyen
iki gözü
iki kulağı olan
bakıldığında babası Süleyman gibi elleri olan
insanlar tarafından
dövüldü
vuruldu
susuz bırakıldı
öldürüldü…
yetmedi
sürüldü iç vatana
yetmedi
sürüldü dış vatana
ve sevdiği için tanrıya en yakın olanı
munzurun kalbine bırakıldı…
seni ekmeli munzurun üstüne
aç gövdeni beslemeli munzur
can can
ölüm ölüm beslemeli
anlıyor musun papatya…
munzur açık mavi akar
baktığında içinde yüzen balıkların kalbini görürsün
munzur vermez sırrını
baharı devirende
munzur bir dökeli içini
değme gitsin yarasına
nasılda açarsın papatya
nasılda bürünürsün
sarıya
yeşile
kırmızıya
can can açarsın
teyzem teyzem
gülüyor-gülmüyor
gülüyor-gülmüyor…
ve gündüzü devirende geceye
ateş böcekleri susar, dinler munzuru
bir ağlar ki
bir akar ki
kan kırmızı
ancak İnsan olan insan görebilir bunu
bir akar ki
içinde dersimli küçük kızlar ip atlar
süt içir doya doya memesinden
körebe oynarlar
ebe munzur olur
bulamaz mahsusçuktan çocukları
nasıl mutlu
nasıl umutlu akar bir bilsen papatya
bir akar ki
çiçek çiçek olur dağları…
çiçekler çocuktur
çocukların elleri yok
yok gözleri
nasılda uçuşurlar kırlangıç misali papatya
munzurdan teyzem akar güz vaktinde
munzurdan dersim
munzurdan isyan
munzurdan Ali
Pirsultan
Hüseyin
Bedrettin
munzurdan can akar insan olana
munzurdan teyzemin yüreği akar
senin rengine papatya…
şimdi papatya
elime dolanan bu munzurun çocukluğu
tutar ellerini
tutar yüreğini
kapar gözlerini çocukluğum
utanır
okuduğundan utanır
şahit olduğu ve taşıdığı
bu binlerce canı papatya
nasılda götürür
nasılda savurur zaman içindeki tarih sayfalarına…
munzur inlemektedir
munzur sancılanmaktadır
munzur ağlamaktadır
munzur bağıra bağıra teyzemi doğurur yüreklere
beni doğurur avuçlarına papatya…
dur papatya basma oraya
kalma orda
ora munzurdur
ora dersim
ora teyzem
ora ölüm
ora kan
ora can…
dur papatya dur
sen ki açansın
sen ki ezilensin
sen ki koparılansın dalından
ölüyor…ölmüyor
ölüyor… ölmüyor…
Şimdi seni bağrına basmalı
Şimdi seni öpmeli
doyasıya taşımalı saçlarında
dur papatya dur gitme
bu yer
bu taş
bu su
bin yıldır seni bekler
kal orda
dem tut
kök sal
açıver kan kan
çocuk çocuk
teyzem teyzem
binlerce çocuk adına açıver
ölüm ölüm
can can
papatya…
dur papatya
kök sal yüreğime
yüreğim munzur
yüreğim çocuk
yüreğim sen
yüreğim papatya…
yani papatya
nasılda ellerinde ekmek kırıntısı kokusu varsa annemin
öylece baktık sana
onurlu
namuslu…
içimden geçen onca nehir nasılda kuruyor tek tek
sarı sarı
kum kum
dökülüyor bir yanıma
çocukluğumdan buyana nasılda sevilmenin
o namuslu hazzını tatmışım…
anlayacağın papatya
bu yaşam
can kanıtı
bu yaşam kudurmuş bir köpeğin ağzından emek emek alınmış
zorla alınmış
ete
kemiğe
yüreğe büründürülmüş
ve olanca hızıyla çocuk sesleri arasından, bugüne gelmiş
el değmemiş yanıdır…
sen kör
sen sağır olmuşsan bu çığlıktandır
sen katılaşmışsan
sen ağlamışsan
gülmüşsen bu çığlıktandır…
vicdanı körelmiş bir toplumun
ulu ortasına oturdum
nasılda ağladım
nasılda bir çığlık attım
ne kar etti içlerine
ne de yanaklarının, çukurlarındaki
esmerleşmiş
ve hançerlenmiş
ve bizim oralı duvarlara çizdiğim güle benzeyen
o anlamsız çiziklere anlatabildim kendimi…
ah papatya
nasılda düşüyor yaprakların tek tek
nasılda yolunuyorsun
seviyor…sevmiyor
seviyor…sevmiyor
durun diyorum size
durun..yolmayın diyorum
canı yanmasın diyorum
sarı papatya diyorum…
işte böyle papatya
yazları bizim oralarda selam verirsin ateş böceklerine
karıncalar harıl harıl çalışır
ne tembeldir şu ağustos böceği
karınca lafontaine selam söyler
ve ben
mavi bir yusufçuk kuşunun, incecik kantlarından alırım en zarif yanımı
zarif yanım benim
öksüz yanım
nede çabuk boyun kırar
bir çocuk mızmızlığına
oysa nasılda toz kalkardı kamışlık aralarından
nasılda kara bir bulut gibi çökerdi sofralara açlığımız
nasılda ekmek
kara ekmek arasında kaybolur gider,umutlarımız
günün aydın…toprağın bereketli olsun
nasılda kandırıldık böyle
nasılda çaldılar bir bir bereketli düşlerimizi
yarınımızı…
sen papatya sen
nasılda ağlıyorsun şimdi bana
bu itten aç
yılandan çıplak yarınlarımız adına sev beni
ve dalı bıçakla
düşür boynumu
urgan
ve memelerinde büyüt çocukluğumu
nasıl doğurduysam annemi
sende doğur beni
emzir beni
büyüt
koştur sonra
yıkanmama izin ver, çamurlu derelerde
küle bas beni
dut gölgesine uyut
sev beni…
ama sen
yabancın olduğun
bu kırsal kesim meydanına, dönüp bakmazsın bile
çağır beni
ayaklarına
ellerine
beline dolanayım
düşeyim
çatlamış ve ince bir yalnızlık gibi kollarından
etimden derimi sıyırır gibi
tırnaklarımı söker gibi
sev beni
inan ki papatya gıkım çıkmaz
kırar boynumu
kırar boynumu usulcak çeker giderim…
ve şimdi darağaçları gölgesine düşen canlarımız
nasılda yalar yüzümü
nasılda dolanırlar
vücutsuz cenazelerinde…
seni papatya seni
fırlatmalı
açtırmalı bahtiyarın düşünde
dudağına yapıştırmalı seni
ve gülmeli bahtiyar
papatya
papatya..
ve düşmeli bu düşten
sarı sarı
dersim dersim…
nasılsa sen beni anlamayacaksın…
Bahtiyar Arslan
========================================
** YANITLANAN MESAJ ********************
========================================
Gönderen: rozena
Alan: (grup üzerinden) artık hiç_sin...
Tarih: 23.07.2009 16:29:00
Konu: [dersimin-turkusu] İÇİNİZDEKİ ŞEHİR
----------
Sessiz bir pazarlıkla satın aldığınız içinizdeki şehirde yaşıyorsunuz.
Henüz borçlarınızı ödeyemediniz.
Siyahlayan göz kapaklarınız altında bir şeyler hissetmeye çalışıyorsunuz.
Kendinizden uzaklaştığınızı fark etmeden düşünce tellerini teleferik gibi
kullanarak en uzaklara kayıp gidiyorsunuz.
Sayısız unsurlara dokundukça tüyleriniz ürperiyor. Sizi aşan sözlerinizin
yankılarıyla sarsıldığınızı hissettiğiniz anlardaki bağırmalarınızla özünüzdeki
kuşları kaçırıyorsunuz. Nefes alışverişlerinizle gülleriniz soluyor.
Çılgınlıklarınızla çatılarınızdan kristalleriniz dökülüyor.
Düşünme alanınız daraldıkça şehriniz büyüyor. Sokaklardan, caddelerden koştukça
yoruluyorsunuz.
Gecelerinize gerilim makinelerinizin ışınları düştükçe robotlaşıyor
insanlarınız.
Kirli sularınızdaki kurbağalarınız timsahları dahi korkutuyorlar.
İç yolculuğunuz yaşlandırıyor sizi.
İçinizdeki çığlıklar büyüyor.
Kırk ayaklı zorluklar üretiyorsunuz.
Laboratuarlarınızdaki yedek hücreler size tatlı anlar yaşatmaya fırsat
vermiyorlar.
İçinizdeki korkunun göstergesi sizi yukarıdan aşağılara bırakırken siz sesinizi
dahi çıkaramıyorsunuz.
Saatler kıpırdadıkça mevsimler sökülüyor yüreğinizden...
Aklınızdan hep yalnızlığınız geçiyor