Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Ah! o sığınmak zorunda kaldığı aciziyeti yokmudur insanın; bir mavzerin yüreğine sapladığı deli bir fişeğin kocaman yarası gibidir, hiç kabuk bağlayamacak sızılanım kadar yakın, kayıtsız kalınan yaşamak kadar zorunluluktur...
Hayata sıkıştırılmış baskılara: özgürlük ve aşk koymak için kaçmak...kaçmak...kaçmak... Geçmişi kirli bir yaşamın içinde, ak lekeler aramak, aşık olmak istemek, kadınsan bir adama, bir adamsan kadına...
GÜNEŞE GÜLMELERİN, SESSİZ AĞLAYIŞLARIN ANLAMI NEDİR? 'AŞK HANGİ YAĞMURUN MEVSİMİDİR? '
Hep onsekizdir düşlerin Hasanla, Hüseyinle, Ahmetle, Mehmetle, Figenle, Esmayla çoğaltılmış isimlerle sevişirken İsterik olmak: Zorunluluktan doğan emeksiz ve kullanımı pragmatizme indirgenmişliktir ama yinede farkına varmaz insan; Onsekiz düşlerinden geçen yaşlanmış öykünün taze bedeninde kullanılmış biçiminin...
Oooofffffff ya! ne kadarda çok örnekleri bol yaşamın malzeme bolluğundaki tanıklığını yapıyor insan....
Deseler ki; Güneşin doğuşunda şehirler uyanırdı, kentler, kasabalar, köyler; zamanlarını bekleyen aydınlıkta; yeni beklentilere umut yakan sıra beklemelerde düş satıyor... Alırmıydınız? Her yanda özgürlük, her sabahta umut, iş, ekmek, aş, açlık, yoksulluk, sığınmacı mülkiyetsizlik biçareliği! ..
Ben satmıyorum bütün bunları almak zorunda da değilsiniz, nasıl olsa almışız doğan her sabahtan kendimize ait olanı!
Bir zaman masalında, köyler yağan bulut mevsimiydi, yağmur sığınmacı şemsiyelerde korunak bulamayan deli kaçkınlıkta firari, öfkeli bir zaman hırsızıydılar! ..
Kaçmak kurtulmakla eş değerdi bir yaşamdan başka bir yaşama tanık olmak için... Mutluluk olması gerektiği yerden bir atımlık mesafedeki barut misali hercai bir arayışta; tahtıravelliye binen çocukluğundan, regl olmuş delikanlı kızlar moduna geçiş faslıydı...
Nasıl geçilirdi bir göğün öte yüzünden, gökkuşağının çizdiği renklere... Ufuklara bakmış kalmışlığın özleme tutku serzenişleri, iç geçirişlerdeki sıradanlık kadar yoğunluk kazanan zamansızlıktı...
SABAHLARI UYANAMAZDIN... BAHAR SABAHLARINA ERKEN KALKAN BİR HOVARDALIK EGEMENKEN GÜNEŞİN AL BASMADAN TENİNE, ÇİĞ DÜŞMÜŞ BİR ZAMAN: ATIĞINDAN ARDA KALAN BİR ALIŞKANLIKTA SİLERDİ PUSATLI GÖZLERİNİ...
Ege kıyılarında insan başkalaşım geçirmiş değerlerin yenilikçi namusluları kadar dürüst olabilirdi ancak.Dedikoduları bol üretgenliğin gerçekçi yanlarından çatlayan ar damarı: Portakal çiçeklerinin o rehavet veren aroması kadar isterik, etik ve estetiği kendi tanımından çıkarıp, sosyalleştirecek kadar beynelmileldi...
Belkide sabahlara uyanamayan alışkanlık, geceye mastürabasyon yapan düşlerde: görmediği insanların imgesine iz düşürüp, sessiz haz alma sanatı kadar ürkek ve edilgendi... Masumiyet: Şeytani duyguların köreltilmemiş yanında, içindeki çocuğu gizlice salıverirken sokaklara: Milas, Bodrum, Güllük düşlerinde, beş milyonluk zorunluluklar taşıyordu hayata dair...
İlk zamanlardaki beş milyonluk büyümeler, sanal sevişmelerden,realite şow aktivitesine dönüşürken:haz almak zorunluluğundan sıyıramadığı içgüdüsel devingenlik; toplumsal başatlığındaki potansiyel fahişelik kadar gerçekti....
NE KADARDA MASUMDU HAYAT, YÜZÜNE BAKTIĞI AYNA YANSIMALARINDA.... PRİZMATİK FORMATLARDA SEKSÜEL DEVİNGENLİK, POTANSİYELLİŞEN AÇ YANSIMALARDA ŞEKİL BULUYORDU GİDEREK...
Ne kadar değişkenliği bol bir sıçramalı devrimini yapan çocukları olsalarda onlar, zamansız saplanacak sızı alımlarda maskara maskelerde soytarılık yapan palyaçolar kadar gülmek zorundaydılar... Rollerini dağıtan hayat, müdahil olamadığı alan kadar gerçekti ve yaşamaktı ona düşen...
Nedametler: İthal ikameci aidiyetin dayatanı kadar hayata dairdi ve bol küfürlü sahnedeki oynadığı oyunda kendisi olmak için bir kaygı taşımadan gelip geçenleri seyre duruyordu...
Bir bilseydi fırtınadan arta kalan dinginlikteki mirasın, batık kentler müzesinin neresinde saklı kaldığını, dönüşmek için bir neden yaratabilirdi hayat. Sarıgüller mevsiminden geçen açlığın o mağrur görüntüsü ardındaki çökmüşlük depreminden arta kalan moloz yığınlarının kokmuş bedenlerdeki tiksintisini duyabilseydi eğer ki;
ZAMAN SESSİZCE YOL ALIYORDU GEÇMİŞ ACILARA SERENAT YAPAN HAYATTAN...
Sessiz bir dinginliğe doğru yol almak istercesine, tepeden denizi gören o görkemli manzaraya doğru yöneldi adam, yolun uzamasından inadına bir zaman yaratarak, rampa aşağı doğru saldı düşlerini, mutlu olması gerekiyordu hayata dair ama uyku tutmayan gecelere düş geçiren perdede slayt gösterileri geçiyordu beyninin kılcal damarlarından...
Sokaktaki insan silüetlerinden ıramış kendini yalıtmışlık, aşka hükmü geçmeyen sevdasızlık sancısına sürgün yemişti belkide... ' Markaydı üstelik kocaman bir marka...'
Hiçbirşeyi olmayan ama kendine güvenden başka kaybedecek birşey olmayan bir kayıtsızlıkta, kendi doğrusundan kırılma noktalarını taşıyan bir yalnızlıkta; değerini kaybetmiş bir gerçeğin düşlerinden üreyen hayat: bir yandan donatıyordu gelmekten öte gelecek olanı...
Umutlu olmak için onca nedenin içinde: Umutsuz olmak için hiçbir neden yokken; yüzüne taktığı o soğuk maskedeki çocuksu zamanların ansız dışa vurumunda inat edecek kadar hoyrat ve asi bir o kadarda acımasız bir hayattı alttan yukarıya biçimlenen...
ÖZLER DEĞERİNİ YİTİRDİĞİ ZAMAN, ANLAMI KALMAZDI BİÇİMLERİN...
Özler değerini yitirdiği zaman; nasıl şekillenirdi hayat? Bilinmez bir damardan akan kanın bedensel uyuşmuşluğunda ölümü bekleyerek ağır ağır sönümlenmek. Sinema şeritlerinden geçen gerçekçi görkemde bir hayatı sessizce koyvermek... İnsandı işte! .. Delişmen sevdalarda hercai bir tutkunluk, seviden geçen bir baharda tutuklu kalmak kadar bir özgürlükte yaşamak delicesine...
Sevmeleri anlık olursa susardı, konuşmak kifayeti kalmayan bir zamanın esnek yanlarında düşe geçerken; geceleri uyumadığı yanına kar kalır, sonrada unutur giderdi zamansız düşen sevdaları... Sıradanlık kazanan insanlarda sevda arayan beklentilerin sığlığında yüzen insanlara bakar ' Gerçekten böyle olan bir ilişkiden nasıl tav alır hayat! 'diye geçirirdi içinden...
Çelişkiler yumağından örgünlemiş bir hayatta eski ile yeni arasındaki o onulmaz boşluk kinayeli bir öykünmenin öfkesine yenik düşüyordu belkide...
Çocuk olmak için fazla büyümemek gerekiyordu...Fazla büyümemek için de çocuk olmak..
Herşeyin ama herşeyin safçasına gözüktüğü bir dünyada gülünecek kadar masumiyet taşıyan bir linç girişiminden arta kalan çoğul kalabalıkta aranan boşvermişlik öfkesi ve yalnızlık... Adını koyamadığı bir faşizmin izdüşümünde: Bir coğrafyanın ağlayan gölgesine tanık oluyordu hayat...
Önce mersinde; takım elbiseli birinin 15 yaşındaki çocuklara verdiği bayrağı: yerlere atın,ayaklarınızın altına alın talimatının yankıları; Trabzonda beş gencin dağıttığı bildiride linç girişimine, ardından sakaryada başka bir linç girişimine sahne alıyordu... Ulusal değerler altında sunulan ve halkın tahrik nedeni olarak görülen, devletin en üst kademelerinde aklanmaya çalışılan linç girişimi; herhangi bir avrupa gezisinden sonra: 360 derece dönüşle farklı bir açıklamayla tenzi ediliyordu...
Faşizmi bu kadar hortlatan korkunun adı neydi?
Çocuk olmak yetmiyordu bazen......
Bazen büyük olmak da yetmiyordu: Küçülmüş bir Dünya’nın bulutlardan sıyrılan sesinden güneşe ulaşabilmek için...
AH BU SEVDALIĞIN! GÖZÜ ÇIKSIN EMİ! BİR ZAMAN ÇOCUKLARINDAN NEDE ÇABUK ÇALIYOR AŞK MASALLARINI! ...
Yağmur sıcağı mevsimlerden geçenlerdi ki onlar, her zaman parkalarında derinlemiş kan lekeleri, bir zaman sızısından kalan hüzün serperlerdi ilkyaz iletilerine...
Adam:
kırılmış bileğinden sızı düşen yanına öfkeli, dalgınca baktı denize; akrep çengeli gibi uzanan burnun en uzağına bakarak; Akyar’dan bir zaman Bodrum oldu düşleri, serin suya soktuğu ayaklarında düş gezintisi sıcaklık, mavinin dalgalı gölgelerine seyrüsefer bir zaman gezindi durdu düşlerinde...
Kaç zaman çalmıştıki hayat* kelepçelenmiş gölgelerinden tutsak ettiği zaman hırsızlarıyla, duvarlara gölge düşüren kuşak çatışmalarında? Anlamak istemek, anlatamamakya da anlaşılamamak!
Anlatılamayanların sağır sessizliğinden geçiyordu gece; unutulmaya yüz tutmuş bir baharın sesli sancılarından..
YOLLARDA GİDERKEN DÜŞ KURMAK, VARSIL BİR İKLİMİN ÇİÇEK KOKULARINA DOKUNAN BEYİNSEL SEVİŞGENLİĞİ GİBİYDİ...
Herşey geçer insanın usundan:unuttukları ve unutamadıkları, kırık kolun keşfedilmiş sancıları damar versede hayata, kesin ve net kararlar almak için biçilmiş kaftandır uzak düş yolculuklarında gece karanlığı gezginlikleri,,,
İnsan nereye bakarsa görmek istediğini görür ya işte öyle bir şimdinin gezginliğine düşmüştü gece...Sırtı yemiş gibi duran çıplak yamaçlarda tek tük yanan ışıklardaki loş aydınlıklar, uzakta bir mum ışığının kılavuz kaptanı gibi sesizce yol alıyordu düşlere...
' Konuşmalıyım Filiz’le! 'd iye geçirdi usundan, kurgulanmaya başlayan kelimeler tek tek düşmeye başlamıştı belleğindeki boşluğa...' Sabahlara kadar sevişirken alınan hazların bir bedeli olmalı(mı) ydı
Bir yaşamı bitiren geçiş sancılarında giden bir ömrün bir bedeli olmalı(mı) ydı? ..'
Öyle ya! ..
'sevda' Çocuk bezlerinden markalanmış sonrada hazların bitim noktasında kirlendi sanılıp kaldırıp atılmış bir aşk sanatı olamazdı! ..
İnsanın aşık olmak için bir nedeni olmalıydı her zaman... Emek verebilmeliydi ona dair...
AH BU POTANSİYEL FAHİŞELİĞİN BALTA GİRMEMİŞ ORMANLARINDA GEZİNEN, GİZEMİNE SIĞDIRILMIŞ GÜÇ: NERESİNDE SAKLISIN ARAYIPTA BULAMADIĞIM SEVDALARIN...