Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
UĞUR KAYMAZ'dan yüce hukuka...
600 yıllık Haşmetli ve Hararetli Osmanlı'dan kalma hukuk sistemine söylenecek sözüm var benim. Söylenecek sözüm var, çocukların ölümleri üzerinde dans eden gözleri kana doymamışlara. Biliyorum kiminiz 'Kendi kendine konuşma UĞUR' diyecekler ama ben her şeye rağmen içimdeki acıyı kusmalıydım.
Daha yirmi birinde vurulmuştu bir defasında duyduğum hikayenin kahramanı, içimin ilk acıdığı yıllardı, ömrüm on ikinci yaşlara kulaç atmaya hazırlanıyordu. İnsanlar neden öldürür birbirini diye sorular sorma yaşıma geldiğimin farkındaydı Babam. Nedense hep korkularla büyümüş olmak bazı olguları dillendirmemize engel olmuştu. Ama ben adımın cesaretle atılmasını isterdim oysa. Durmadan ve hiç kimselere söylemeden hayaller kurmaya yelteniyordum. Büyük ve okumuş biri olup, çocuk ölümlerinin durması için nefes harcamalıydım. Dünyanın hiçbir yerinde savaşlar yaşanmamalıydı artık.
Kocaman kocaman adamların okuduğu okullarda ilk kaydımı yaptığımda, önüme gelen ilk kıza 'SENİ SEVİYORUM' diyecektim yüzüm kızarsa da. Sonra adı yasaklanmış ülkemin nergislerine duyduğum hasret adına şiirler yazmaya çalışacaktım. Tüm çocukların okuması ve bilinçlenmesi için çaba sarf etmeliyim ve bunları hayata geçirmek için çok yaşamalı ve çok çalışmalıydım.
Gece düşlerinden çok sabah uyuklamaları sırasındaki hülyalara sevdalanmayı öğrendiğimde artık sesimin tonunun değiştiğinin farkındaydım. Fakat henüz bıyıklarım terlememiş ve koltuk altı kıllarım yavaş yavaş sararmaya başlamıştı. Ki bu sevincimi haşarı ve fakat en akıllı sınıf arkadaşımla paylaştığımda bilemezdim ki, mahkeme tutanaklarında koltuk altı kıllarım delil olarak kullanılacaktı. Sesimin değişmesiyle dünyaya bakışım da değişiyordu o oranda. Artık hayatı sorgulamaya başlamalıydım, artık sevdalar üzerindeki kini konuşmalıydım ancak henüz çocuktum. Daha on ikisinde bir çocuk, -ki bu yaşımdan fazla kurşunla meşgul olabileceğimi hesaba katmazdım. Güneştim batmazdım ve UĞUR'dum KAYMAZ'dım.
Annemle, gece yıldızlarını saymayı çok sevdim ben, oysa gündüz düşlerimin bir ucundan sarkıyordu gün yüzlü yıldızlar.
Kızıltepe'ye en uzak yıldıza UMUT adını vermiştim ben. Nedenini hiç bilmeyeceğim bir şeyler, adı UMUT ile anılan tüm yolculukları kutsallaştırıyordu içimde. Akşam sohbetleri sırasında WA DÎSA BU ŞEV XEWAMİN NAYÊ şarkısını dinlemek bana inanılmaz acı veriyordu. Ben güne, gündüze ve güneşe sevdalıydım oysa. Geceler hep katliamları anımsatırdı ülkemde çünkü. Geceler, cellatların otladığı zamanlardı diye korkardım belki.
Babamın şarkılarıyla yolculuğa çıkardık, önümüze dikilen tüm öteki bakışlı çocukları doldururduk garip ve fakat emektar arabamıza. Bu, kimseler yarı yolda kalmasın diye düşündüğümüzdendi. Yorucu bir yolculuk sonrası, terli alnıma kurşun izlerinin yer edeceğini bilmezdim. Sonra vuruldum ve etim kemiğim yandı ruhumun çektiği acı karşısında. İlk zamanlar, ağızlarından salya akanlar acıdılar göründüler ama sonraları belli oldu ki her ölüm onlara haz veriyordu. Hukuk denilen ve bu coğrafyada anlamını kaybetmiş sistem bize hiç uğramadı. Gözlerimin içine bakan katiller, masumluk etiketiyle karşılanırken, ben sararan koltuk altı kıllarımın cezasını çekiyordum ölümle. Bu durumda ben çocuk değilmişim, ölüm yaşıma gelmişim ve öldürülebilirmişim.
Şimdi ışık ve güneş ülkesinden bakınıyorum dünyaya. 'Kadında olsa, çocuk da olsa gereğini yapın' diye talimat veren pek saygıdeğer başbakanımızın bu lafını emir telakki eden hukuk(suz) umuzun en üst makamı Yargıtay, ölümümü hoş ve meşru görmüştü. Böylelikle ülkenin vicdanı rahatlamış oldu. Yaşıma kurşun sıkanlar, annemin karnında geçirdiğim zamanlara istinaden, on iki yaşındayken on üç kurşunla vurdular beni. Şimdi artık her kes katilleri kutlayabilir.
Ez cümle; İnsanlara ve çocuklara ölümü reva görenler UĞURSUZ kalsınlar...
BEN HERKESE BENZERİM...
Mehmet SOYLU