Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kıymetli kardeşim Abdullah Âdemoğlu;
Allah senin ilmini, amelini daha da güzelleştirsin. Senin göğsünü genişletsin, dilinin bağını çözsün, cehdini/cihadını artırsın inşa-Allah.
Bu akılcı (Mutezile) Fırkasının “ÖZGÜN BİR KUR'AN YORUMU” yazısını ilk okuyunca Kur an’ı akıllarına göre tefsir diye nasıl tahrif ettiklerine şahit olduk. Şahsen ben cevap yazmaya niyetlendim ancak sizin bu tartılmaya dahil olmanız sebebiyle tartışmayı izlemekle yetindim. Sizin bu akılcı cahillere en güzel cevabı vereceğinize inanıyordum.
Siz bu akılcı fırkaya en güzel cevabı verdiniz, daha da verebilirsiniz. Bundan önceki tartışmalarda cevap verdiğiniz gibi.
Müsaadenizle bu cevabi yazınızı üyesi olduğum diğer gruplara da dağıtacağım.
Tekrar size teşekkür ediyorum selam ve dua ile Allah yar ve yardımcınız olsun
Allah’ın kulu
abdillah
Zamanımın el vermemesine rağmen yazınızı sabırla okudum. Evet, insaflıca bir yazı yazdığınız için cevap vermeye layık gördüm. Tabii bazı yerlerde bizim kastetmediğimiz şeyleri bizim adımıza söylemiş olsanız bile...
Algılamakta zorlandığınız yahutta geç kalacağınız bazı şeylere değinmeden geçemeyeceğim elbette. Akletmenin kötülendiği bir ayet yok diyorsunuz. Evet haklısınız, biz zaten aklın kötülendiği bir ayet ver mı dedik? Bu ancak sizin akılı rasyonalist bir tavırla yaklaşımınızı desteklemek maksadı ile bize yöneltmiş olduğunuz bir sorudan ibarettir. Ne önceki yazımda ne de ondan önceki yazımda asla aklı kötüleyecek bir şey söylediğimi ve Kur’an da ve sünnette kötülendiğine dair bir şey söylemişimdir. Ancak daha önce de beyan ettiğimi gibi akıl ile nakil zahiri m3anâ da çatışırsa aklımız almasa bile onun künhüne vakıf olmasak bile biz nekli akla tercih ederiz. Bu sadece bizim söylemiş olduğumuz bir şey değil; Ashabı Kiramdan tutunda alimlere kadar herkesin söylemiş olduğu bir sözdür. Bakın bakalım bu sözde aklı kötüleyecek ne var?
Hz. Ali efendimiz (RA mestlerin üzerini meshederken: “Eğer din akıl ile olmuş olsa idi akıl mestin üzerini değil altını meshetmeyi emrederdi. Lakin ben Allah’ın Resulünü (SAV) böyle yaparken gördüm” Ebu Dâvud(162) Darimi(1/181) Darekutni(1/199) Beyhaki(1/292) Elbani el İrva(103) demesi de bu kabildendir. Bakın bakalım burada aklı kötüleyen bir şey mi var? Yoksa sizin anlamak istemeyişinizin gizli bir tasarrufu mu var?
Eğer akıl kendisini nakle tabii kılmasa idi tek başına İslami bir delil olmazdı. Zaten deliller arasında insan aklıda sayılmamıştır. Ancak akıl öyle bir nurdur ki kendi lehine ve aleyhine olacak şeyleri bilebilir. İşte bunun içinde karîne gerekir. Bu karine ve deliller ise Peygamberlerdir. Eğer paygamberler olmasa idi yalnız başına akıl Allah’ın varlığını idrak edemezdi. Eğer bu konuda siz Hz. İbrahim (AS) delil olarak verecek olursanız bu size delil olmaz. Çünkü burada Allah2ı tanıma ve bilme yoktur. Sadece insan İslam fıtratı ile yaratıldığından dolayı bir yaratıcıyı kâinatta hükümran olan bir gücün bulunduğunu idrak etmekten dolayıdır. İşte bundan dolayı peygamber gönderilmeyen topluluklar “fetret” döneminde yaşayan kimseler olacağından dolayı mesulde olmayacaklardır. Sizin demiş olduğunuz gibi akıl tek başına hidayeti bulacak olsa idi -ki; istenilen bu değildir. Akıl bir yaratıcının olabileceğini bulsa bile ibadet ve taatin nasıl yapılacağını, beşaret ve nezire muhatap olamayacak cennet ve cehenneminde varlığından bihaber olarak kalacaktı.- Allahu Teala şöyle buyurmazdı:”Biz bir kavme nebiler göndermediğimiz müddetçe o kavme azap ediciler değiliz...” (İsra,15) görüldüğü gibi akıl tek başına bunları bilebilecek bir kapasite de değildir. Eflatunda aklı ile bir yaratıcının olduğunu söylemişti. Ancak onun akıl ettiği Tanrı acaba Peygamberlerin insanlara tanıttığı ilah mı idi? İşte burada anlaşıldı ki aklın görevi sınırlıdır. Sınırsız bir şekilde istediği gibi düşünmeye, algılamaya ve olayları yorumlamaya müsaadesi yoktur. Zaten Allah “Ey temiz akıl sahipleri” derken aklında ne yapması gerektiğini peşinden “ibret almaz mısınız” vs. gibi beyan etmiştir. Şimdi yukarıda geçen heva-hevese tabii olmaya gelince bütün bu anlatılanların karşısında acaba; Kişi kur’an ve sahih hadislerden teşekkül eden sünnete tâbi oluncamı hevâ ve hevese uymuş olur? Yoksa aklı bunların önüne geçirerek ayetleri dahi heva ve hevesine tâbi kılarak tev’il- aslında her tevil bir tahriftir- edenler mi? Heva-hevesine tâbi olmuş olur. Kaldı ki sizin beyan etmiş olduğunuz o “esatiru’l evvelin” sözünü onlar Allah’ın resulü (SAV) için demişlerdi. Biz atalarımızı körü körüne mi taklid ediyoruz ki-biz taklide karşı çıkmış iken- bize bu sözü söylüyorsunuz? Eğer taklidden maksadınız İslam’ı ilk üç hayırlı nesil gibi algılamak ise evet biz taklitçiyiz. Yok eğer kastınız başka ise o zaman bize kimi nasıl taklid ettiğimizi beyan ediniz. Oysa biz taklid edilecek ve tabi olunacak tek bir kimseyi biliriz. O da Allah’ın resulüdür. Onun sözlerini başımız gözümüz üzerine der alır kabul eder ve amel ederiz. Sizin akıl hakkında söylemiş olduğunuz sözlerin neresinden tutsam elimde kalacak bir garabete düşüyor. Akıl hususunda en son söylenecek şey şudur ki; “mevridi nsada ictihada mesağ yoktur”. Nas ise kur’an ve sünnettir. Bunların bulunduğu yerde akıl ile hükmetmek Müslüman bir kimsenin yapacağı bir iş değildir. Aslında aklı önceleyen kur’an ayetlerini tevil ederek aklı öncelerken sünneti de ya reddediyor ya da tahrif ederek ayetler hakkındaki tutumu izliyor.
Ne kadar garip. Oysa ictihad edilecek hususlar bunların dışında nassın bulunmadığı yerlerdedir ki işte orası aklın limanıdır.
İmam Ebu Hanife ve Buhari hakkındaki ihtilafa gelince. Bu konuda gerçekten hadis hakkındaki ve ihtilafları bile hususundaki bilginin eksikliğinden kaynaklanan bir soru ile beni muhatap etmişsin. Biz sadece bu ikisi arasındaki ihtilaflardan dolayı değil, imam Ebu Hanife ile malik, Ahmed İbni Hanbel, ve Şafii arasındaki ihtilaflara rağmen bunları da Ehl-i sünnet sayarız. Siz anlaşılan fıkhi ihtilafları ihtilafların aslından sandınız. Bu ise sizin bu konudaki ilmi yetersizliğindendir. Ne İmam Ebu Hanife ile Buhari arasında ne de diğer imamlar arasında fıkh’ul-ekber demiş olduğumuz itikadi bir ayrılık vardır. Bu İmamların hepsi de imanî konualrda aynı şekilde demişler Ashab-ı kiram gibi asli olan konularda ihtilafa düşmemişlerdir. Sadece İmam ebu Hanife İmanın artıp eksilmesi mevzusu ile amellerin imandan olup olmaması mevzusunda lafz3i ihtilafa düşmüşlerdir ki; İmam ibni İzz “Şerhu’t-Tahavi” isimli eserinde bunun lafızdan ibaret oldğunu söylemişlerdir. Bizim için alimlerin nassın haricindeki ihtilafları onların aynı cemaatten olmamasını gerektirmez. Ne İmam Ebu Hanife ne de diğerleri ellerinde bir nass varken akıllarına dayanarak ictihad etmemişlerdir. İmam Buhari’nin ondan neden hadis rivayet etmemesine gelince. İmam Ebu Hanife Kufe gibi bütün fitnelerin eşerdiği bir coğrafyada yaşamıştır. Hali ile ilk fitne burada çıktığı gibi ilk hadis uydurma faaliyetleri de burada neşv ü nemâ bulmuştur. İşte İmam Ebu Hanife diğer âlimlerin daha sonra sahihledikleri bir çok hadisi zayıflamış ve onunla amel etmemiştir. Çünkü işi sıkı tuttuğundan dolayı bazı sahih hadisler de yaşamış olduğu zamanın getirmiş olduğu tereddütlerden dolayı amel etmesine engel olmuştur. Bundan dolayı Kufe İmamları “ehl-i rey- olarak şöhret bulmuştur. İmam Buhari’nin ebu Hanife’den rivayet etmemesinin en büyük sebebi budur. İmam Ebu Hanifeyi ne bidatle ne de yalancılıkla itham etmiştir. Sadece onun sahih hadislerle amel etmediğine-ki İmam ebu Hanifenin kendi sıkı kurallarına göre bunlar onun yanında sahih değildi- vakıf olunca onda rivayet etmemiştir. Nice âlimler nice kimselerden rivayet etmemişlerdir. Hadis rivayet edip etmemek mezhebin bir ölçüsü ve kuralı değildir ki? Âlimlerin ihtilafsız bidatçi dediği haricilerden hadis rivayet etmeyi hiçbir kimse nehiy etmemiştir. Oysa bunlar ehl-i sünnet değildirler. Bu konu anlaşıldı ise sorunun da ne kadar gereksiz olduğu meydana çıkmış oldu.
Oysa bidatçı demiş olduğumuz kimselerle aramızdaki ihtilaf fıkhi bir ihtilaf değil ilmi bir ihtilaftır. Onlar Kur’an’a mahluk derler. Onlar kaderi inkâr ederler. Onlar kabir azabını ink3arr ederler. Onlar makam-ı Mahmud2un sadece Resulullah (SAV) efendimize değil herkese verildiğini iddia ederler. Hatta onlardan bir kısmı namazın rükünlerini değiştirler. Onlar Allah2ın sıfatlarını tevil ederler. Onlar Allah’ı bazı şeyleri yaratmaya icbar ederler. Görüldüğü gibi işte ihtilafların kaynakları bunlardır. Asıl ihtilafta zaten budur. Eğer kişi namazın sünnetlerinde ihtilafa düşmüş olsa idi biz bunları ictihadi meselelerden sayar ve üzerinde bu kadar durmazdık. Ancak ihtilaf itikadi konular tarafından gelmektedir. Şimdi imam ebu Hanife ile Buhari arasındaki ihtilafın neden kaynaklanmış olduğunu işte öğrenmiş oldun.
Bakın hemen nasıl sıratı falan inkâr etmeye başladınız. İşte bizim yerdiğimiz akıl budur. Siz sıratı kabul etmezsiniz. Neden çünkü ayette yoktur. Çünkü bunlar hadislerde vardır. Hadisler ise size göre şaibelidir. Hadislere güvenemeyiz. Çünkü uydurma hadis olduğu kaçınılmazdır. Bu ise diğer sahih demiş olduğumuz hadislerinde şaibeli olmasını gerektirir. Ancak bu şekilde bazı kısımları haklı deliller serdeden kimseler ne hikmetse kendilerini destekleyecek bir haber buldukları zaman senet sepet demeden hemen onu lehlerine kullanırlar. Bu da onların ne kadar adaletsiz ve ne kadar ön yargılı olduklarını gösterir. Aynı zamanda bu onların tutarsızlıklarıdır. Sırat ile ilgili hadislerin varlığını bilen fakat Kur’anda geçmiyor diye kabul etmeyen kimseler hemen Resulullahın (SAV) sidiğinin şifa niyeti ile içildiğini bizim aleyhimize delil olarak getiriyorlar. El İnsaf! ..Siz İsa (AS.) nüzulune de inanmazsınız. Çünkü bu da hadiste vardır. Gerekçeniz ise ayette olmamasıdır. Bunları daha sıralayabiliriz. Kabir azabı, ahrette Allah’ın görülmesi, Mehdi’nin gelmesi gibi hususlar vs. gibi. İşte sizin aklınız aslında burada iflas etmektedir. Allah’ın o tasvir ettiği “selim akıl” sahipleri olmaktan sizi âzâde kılar. Sizin acaba şu ayetler ne ifade eder. “Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiştir...” (Nisa, 80)
“De ki: Allah'a itaat edin; Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamberin sorumluluğu kendine yüklenen, sizin sorumluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece açık açık duyurmaktır.” (Nur,54)
İtaati sadece Kur’an’a münhasır kılıp sünneti inkâr edenler var ya? İşte onların amelleri batıl olmuş gitmiştir. “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed, 33)
Bu kimseler kendilerinde Kur’an üzerinde söz söylemeye yetkili görürlerde bunu Allah2ın Resulünden esirgerler. Fındık kabuğunu doldurmayacak ve akıllı olanları güldürecek mazeretler ile itaat etmekten yüz çevirirler. İşte akıllarını kur’an ve sünnete hakim kılmaya çalışanların akıbetleri budur. Allah cezalarını hemen verir. Çünkü Allah resulüne itaat etmeyenlere ceza vereceğini beyan etmiştir. “Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü’ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız....Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının...” Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfal,24-25)
Ben Allah’ın Resulü’nün (SAV) Ureyne kabilesinden gelenlere şifa amaçlı develerin sidiklerinden yararlanmalarını önerip iyileştiklerini okumuştum ancak –affedersiniz- kendi sidiğinin şifa niyetine teşvik edildiğini görmemiş, duymamıştım. Acaba bu hangi kaynakta geçmektedir. Geçmişse bile eğer sahihse vardır aklımız almadığı bir şey. Biz algılayamadığımız bir şeyi materyalistler gibi hemen inkâr edecek değiliz. Nice hadis ink3arcılarının bin yol önce reddetmiş olduğu hadisler var ki, onların esamisi okunmazken şimdi o hadisler bizim ellerimizde. Kimi laboratuarlar altında sahihliği belli olmuş o akılcıların ne kadar da aceleci davranarak senet ve metin yönünden sahih olan haberleri reddetmekle ne kadar da akılsızlık yapmış olduklarını gördük.
Bütün bu anlatılanlardan sonra elbette başka türlü diğer telbislerine cevap verecek değilim. Ancak yine başta da dediğim gibi ikrâr etmeliyim ki bu yazınız diğerlerinin göndermiş olduğu yazılardan daha insaflı idi...
Abdullah Âdemoğlu
Selâmlarımla...