Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Aziz Nesin dostlari'ndan mektup
'5 yıldır ayda bir akşam bir araya gelen Aziz Nesin Dostları,
Şubat yemeğinde türban konusunu ve Ali Nesin'in türban özgürlüğüyle
ilgili düşüncelerini tartıştı. Öner Yağcı'nın açış konuşmasından
sonra konuk konuşmacı İdris Akyüz konuyla ilgili düşüncelerini aktardı. Ahmet Doğan, Ali Nesin'in açıklama metnini okudu. İranlı yazar Bahman
Nirumand'ın öğretici ve uyarıcı mektubunun Hüseyin Altunya
tarafından okunmasından sonra, Öner Yağcı, Melih Aşık'ın köşesinde yer
alan Ahmet Nesin'in mektubunu ve konuyla ilgili olarak basında çıkan birkaç
yazıyı özetledi ve Attila Aşut'un ve kendisinin Ali Nesin'e
yazdıkları açık mektupları okudu. Hazırlanmış olan 'Aziz Nesin Dostları'ndan
Türban Açıklaması' başlıklı metin, katılımcılar tarafından
tartışılarak benimsendi ve metnin imzaya açılmasına karar
verildi. Yemekte bulunanlar metni imzaladılar ve imzaların
yaygınlaşması için internet ortamında da yaygınlaştırma çalışmasının yapılmasına karar verildi.'
Öner Yağcı
Sevgili Aziz Nesin dostu,
Ali Nesin'in türban serbestisiyle ilgili tavrı birçok
arkadaşımızı öfkelendirdi. Bu nedenle Aziz Nesin yemeklerine gelmeme gibi bir protesto tavrı içine giren arkadaşlar da var. 4 Şubat'taki yemekte
belirlediğimiz tavır ışığında hazırladığımız imza metni
ilişiktedir.
Aziz Nesin'in onurlu mirasını bağnazlıklara terk etmeye hakkımız
yoktur. Sevgi ve dostlukla.
[email protected]
Ek:1
ALİ NESİN'DEN KAMUOYUNA DUYURU
2 Şubat 2008
Üniversitede kılık kıyafet özgürlüğünü savunan bir metne imza
attım
diye yer yerinden oynadı. Aldığım hakaret mesajlarının haddi
hesabi
yok. Sanki ortada bir suç varmış gibi, varsa da çocuklarımızın
bunda
bir suçu varmış gibi Nesin Vakfi'na bağışlarını kesenler oldu.
Birçok
kişi 'Aziz Nesin'in kemikleri sızlamıştır' diyerek sitemde
bulundu.
Hatta laiklikten odun verdiğimi, Aziz Nesin'i Sivas'ta yakanlarla
ittifak kurduğumu, bu imzadan mutlaka bir çıkarımın olduğunu
ileri
surenler bile oldu.
En ağır koşullarda, baskı ve tehditler altında, henüz 28 Şubat
olmadan
önce, yani herkesin korkudan tir tir titrediği bir zamanda
Köktendinciliğe Karşı Konferans düzenleyenlerden biri olarak,
inançsızlığını kamuoyunda çekinmeden açık açık dile getirmiş biri
olarak ve yaşamının yarısını Batı'da geçirmiş biri olarak
herhangi
birinin absürdlüğe kaçmadan laikliğimden kuşku duyabileceğini
sanmıyorum.
Aziz Nesin'in eserlerini yaşatmak için hayatını 180 derece
değiştirmiş
biri olarak, Nesin Vakfi'nı bugünlere taşımak için gecesini
gündüzüne
katan biri olarak, Nesin Vakfi'na yapılan her türlü alçakça
hücumu
göğüsleyen biri olarak, eskitürkce öğrenip sabahlara kadar
çalışarak
Aziz Nesin'in birçok eserini Türkçemize kazandırmış biri
olarak, Aziz
Nesin'in kitaplarını basmak ve Vakf'a daha fazla gelir sağlamak
amacıyla Nesin Yayınevi'ni kurmuş biri olarak, kimsenin bana
'babanın
kemikleri sızlamıştır' demeye hakkı olmadığını düşünüyorum.
Kaldi ki,
kendine özgü analiz ve bakış acısıyla bizleri sürekli şaşırtan
Aziz
Nesin'in hangi konuda ne düşüneceğini öngöreceğini varsaymak
kimsenin
haddi değildir.
Bir matematikçi ve bilim adamı olarak, Matematik Koyu kurmuş biri
olarak, tatil yapmayarak on yıldır yazlarını gençlere matematik
öğretmeye adayan biri olarak, gece gündüz çalışarak beş yıldır
Matematik Dünyası gibi her sayısı 10-12 bin satan bir dergi
çıkaran
biri olarak, araştırmasından zaman ayırıp her biri birçok
basım yapmış
6 popüler matematik kitabı yazmış biri olarak ve bütün bunları
amatör
bir ruhla, heyecanla, aşkla sevkle yapmış ve yapan biri olarak
aydınlanma derslerine ihtiyacım olduğunu da sanmıyorum.
Arabası, evi barkı, malı mülkü olmayan ve varını yoğunu,
zamanını ve
neyi varsa her şeyini topluma sunarak komünistliğini yaşam
biçimiyle
kanıtlamış biri olarak solculuk derslerine de sanırım karnım tok.
Hakaret edenlere hitap eden bu birkaç kısa satırdan sonra, bu
konudaki
düşüncelerimi değişik düşüncelere kulaklarını tıkamayan kişilere
açıklayabilirim.
18 yaşını bitirip rüştünü ispatlamış birinin kılık
kıyafetinden dolayı
üniversiteye alınmamasını her şeyden önce etik olarak
yanlıştır. Etik
olarak yanlış olan her duruş da uzun dönemde ülkeye büyük zararı
dokunur. Nasıl bir erkeğin esini dövmeye hakkI yoksa, benzer
bicimde,
kimsenin kimseyi, düşüncesinden, inancından, giysisinden ve yasam
biçiminden dolayı üniversiteden men etmeye hakki yoktur. Bu
hakki ben
kendimde görmediğim gibi bir başkasına da devredemem.
Eğer yasaklarla Türkiye'nin daha laik olacağı düşünülüyorsa bu
düşünce
bastan aşağı yanlıştır; bu kızların düşünceleri ve inançları
üniversiteden men edilerek değişmez ki. Hatta tam tersine...
Kaldı ki düşünce doğru bile olsa amaca ulaşmak için her yol
mubah
değildir. Verilen mücadelenin her şeyden önce etik olarak
doğru olması
gerekir. Mücadele yönteminin yanlışlığını göstermek için
abartarak bir
örnek vereyim: Türbanlıları ıssız bir adaya sürerek elde
edilecek bir
laiklikten yana değilim ben.
Bu yasak, toplumu gereksiz yere kamplara böldüğünden doğru bir
şey
değildir.
Bu yasak, toplumun bir kesimini eğitimsiz bıraktığından iyi
bir şey
değildir.
Bu yasak, toplumun bir kesimine 'siz üniversiteye
yakışmıyorsunuz'
diyerek hakaret ettiğinden güzel bir şey değildir.
Yani bu yasak, ne doğrudur ne iyidir ne de güzeldir.
Onlar bize ayni hakki tanımayacaklar diyenler oldu. Belki...
Olabilir... Mümkündür. Ama aramızda bir fark olsun değil mi?
Eleştirdiklerimizle, karşı olduklarımızla aynı davranışı
gösterirsek o
zaman onlardan ne farkımız kalır?
Bu yasak kalkarsa basi açık kızlarımız örtünme konusunda baskı
göreceklerdir diyenler var. Doğrudur, böyle bir olasılık
vardır. Ama
demokrasi engebeli bir yoldur. Bu engebeli yolu yasaklarla
düzleştirmeye çalışmak beyhude bir davranıştır. Gereken
mücadele etik
olarak doğru bir bicimde verilmelidir. Türkiye bugün bu
sorunla daha
demokratik yollarla basa çıkacak olgunluktadır.
Oyuna gelen ben değilim, asil oyuna gelenler gerçekte var
olmayan ve
artik bir trajikomediye dönüşen bu saçmasapan türban sorununu
siyasetin ve hayatlarının merkezine oturtanlardır. Elbette bir
gün bu
yapay sorun tamamıyla ortadan kalkacak ve kıyamet kopmayınca
hakli
olduğum anlaşılacaktır. Umarım o günler çabuk gelir de
toplumun gerçek
sorunlarıyla nihayet yüzleşebiliriz.
Laiklik bu tür yasaklarla elde edilmez. Gericilikle, bağnazlıkla,
yobazlıkla böyle savaşılmaz. Bu savaş, daha fazla Nesin Vakfi
gibi
vakıflar kurarak ve yaşatarak, daha fazla Matematik Köyü gibi
köyler
kurarak, daha fazla Matematik Dünyası gibi dergiler çıkararak,
zaman
ayırıp gençlere dersler ve konferanslar vererek, popüler ve
bilimsel
kitaplar yazarak, halkın hiçbir kesimini dışlamayıp, kimseye
hakaret
etmeden herkesi kucaklayarak, en eğitimsizlere, en şanssızlara,
varoşlara ve en ücra köylere ulaşarak, yani bir bez parçasıyla
uğraşarak değil, işin özüne inilerek yapılır.
Duruşumu eleştirenlerin önce şöyle bir çevrelerine bakmalarını
öneririm.
Ali Nesin ([email protected])
Ek: 2
İRANLI BİR YAZARDAN MEKTUP VAR
Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım. Şah'ın
devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım. Ve aynı zamanda
mollaların,
demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu,
demokrat,
liberal ve milliyetçi insandan biriyim.
Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi
gelecek,
kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak,
işkence
yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest
olacaktı.
Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti.
Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı.
Sansür,
yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.
Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından
yakalanıp,
adına 'İslam Mahkemesi' denilen bir mahalli heyet tarafından
35 kamçı
cezasına çarptırıldığı haberini okuduk.
Haberi ciddiye almadık; 'Üç beş sapsızın işi' dedik.
Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip
edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç
durmadık. 'Ufak tefek şeylerin' toplumun demokrasi ve ulusal
bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.
Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve
erkeklerin yan
yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları;
birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına
alınmaya başlandı.
'Müslüman kadınların yanında fahişelerin yeri yoktur' denilerek
kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle
üniversitelerde bu
yüzden çatışmalar çıktı.
Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip
ön plana
geçmesini istemiyorduk!
Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün
önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.
Biz ise hâlâ büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin
kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! 'İttifak',
'Eylem
Birliği' gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.
Humeyni, 'Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki
ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız' diyor; genç
mollalar
terör estiriyordu.
Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.
Şiraz'da
'İslam Mahkemesi' eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört
kişiyi
idam ediyordu. Benzer olay Tahran'da da gerçekleşiyor, üç
fahişe ve üç
eşcinsel kurşuna diziliyordu.
Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya
alışıyor
galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru
olduğuna o kadar inanıyorduk ki! ..
Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda
'Tamam bu
sonuncusu' diyorduk. Ama arkası hep geliyordu. Kızların
evlenme yaşı
18'den 13'e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi
kadın
malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan
mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile
izin
yoktu. Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri
çıkarıldı.
Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş
sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.
Üç ay önce Humeyni, Paris'te komünistler de dahil olmak üzere her
görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten
bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam
düşmanı
ilan etmişti.
Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği
zaman
hemen gündemi değiştiriyorlardı.
Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı:
'İslam
Cumhuriyeti'ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz? ' Kuşkusuz
bu bir
oyundu... Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: 'İslam'a
evet mi,
hayır mı diyorsunuz? ' Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle
düşünüyorduk:
'Önemli olan Cumhuriyet'tir; serbest seçimlerdir; demokratik
haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa
neden
karşı çıkalım? ' Sonuçta, 'evet' diyen 20 milyon, 'hayır' diyen
ise
sadece 140 bindi. Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi
kullandılar.
Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra
basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140
bin kişi
gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da
vardı. Ama
artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.
Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar. Örneğin, tirajı bir
milyon
olan liberal Ayendegan Gazetesi'ni kapattırdılar. Sıra Keyhan
Gazetesi'ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını
sağladılar.
Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu
kadar
kısa sürede değişeceğini düşünememiştik. Sanmıştık ki, mollaların
gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki
tersi oldu;
mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı
arttı. Örtünmek moda oldu!
Tüm bunlara 'gelip geçici bir fırtına' diye bakmak ne büyük
yanılgıydı.
Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden
sonra
liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu. Şah
döneminden
daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi. Milyonlarca
insan
canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. Kaçanlardan biri de
bendim.
Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.'
BAHMAN NİRUMAND (Hür Dünyanın Diktatörlüğü kitabı 1970'lerde
yayımlanan İranlı yazar.)
Ek: 3
ÖNER YAĞCI: ALİ NESİN'E AÇIK MEKTUP
Aziz Nesin, ülkemizde bağnazlığa karşı savaşımın önderlerinden ve
simgelerinden biriydi. Onun ırkçı ve dinci bağnazlığa karşı
attığı
çığlıklar ve cesurca uyarıları, ülkemizin yakın tarihinde bir
insan ve
aydın çığlığı ve uyarısı olmaktan çıkıp toplumsal bir
savaşımın örnek
alınası saptamaları olmuştur. Cumhuriyetimize, tüm aydın
birikimimize,
Cumhuriyet gazetesine olduğu gibi Aziz Nesin'in ulusuna
emaneti olan
Nesin Vakfı Çocuk Cenneti'ne sahip çıkmak, bu ülkenin aydınlık
insanlarının başta gelen görevlerindendir.
Aziz Nesin'in ömrünü verdiği laiklik savaşımı ve köktendincilik
tehlikesine karşı kendini siper ederek oluşturmaya çalıştığı
duvar,
aydınlanma tarihimizin kıvanç verici tablolarındandır. Onun,
Sivas
katliamının ertesinde Ankara'da yaptığı basın toplantısında,
dönemin
cumhurbaşkanını ve başbakanını, 'Bunlar yakın bir gelecekte sizi
kravatlarınızdan, saçlarınızdan sürükleyecekler! ' çığlığıyla
uyarması
aklımdan hiç çıkmıyor.
Aziz Nesin, 8 Temmuz 1993'te yayımlanan 'Suçlu Kim? ' yazısında,
türbelerin ziyarete açılması, tekkelerin zaviyelerin açılması,
imam
hatip liselerinin yayılması ve buradan çıkışlı olanların
devletin her
basamağında en yetkili yerlerde yer almaları, pıtrak gibi Kur'an
kurslarının açılması, yurt dışındaki elçilik ve konsolosluklarda,
dünyada başka hiçbir laik ülkede benzeri bulunmayan din
ataşeliklerinin kurulması... diye sıralayarak bunlar olurken ses
çıkarmayanların suçlu olduğunu söyledi. O, 'Gericilik bataklığına
gömülüyoruz, burnumuzun ucuna dek gericilik bataklığına girdik.'
deyince 'felaket tellallığı yapıyor' dediler.
O, ölene kadar 'felaket tellallığı'nı bırakmadı ve geldik bugüne.
Yıllar boyu Aziz Nesin'i hedef gösterenlerin, hedef alanların,
en son
Sivas'ta yakmaya çalışanların laik Cumhuriyetimizi yok etme
yolunda
attıkları adımların biri olan türbanı üniversitelerde serbest
bırakma
girişiminin 'özgürlükçülük' olarak yorumlanması tam 'Aziz
Nesinlik'
bir olaydır. Kimi 'özgürlükçü aydın'ların Mustafa Kemal Atatürk
düşmanlığı başta olmak üzere, her konuda olduğu gibi bu konuda da
duruşlarını sergilemeleri artık alıştığımız ve aydın çürümesinin
geldiği nokta açısından ibret alınacak bir durumdur. Alışmak
istemediğimiz, Aziz Nesin'in oğlunun tavrıdır. 'Türban
özgürlüğü'nü
savunan 'özgürlükçü' öğretim üyelerinin adlarının arasında
sizin de
adınızın olması büyük bir talihsizliktir.
Sizin bir matematik profesörü olmanıza karşın toplumun dinsel
kurallarla yönlendirilmesini hoş görmeniz, dinsel bağnazlığı
alkışlamanız beni çok üzüyor, ama düşünce ve yaratma özgürlüğünün
öneminin ne olduğunu babanızdan öğrenmiş bir insan, bir
devrimci, bir
eğitimci, bir yazar olarak yalnızca sizinle aynı şeyleri
düşünmediğimi
söylemekle yetiniyorum. Benimle benzer düşünceler
taşımayabilirsiniz,
ama Aziz Nesin'in emaneti olan Nesin Vakfı'nda yönetici olduğunuz
sürece Aziz Nesin'in inandıklarının, doğrularının,
düşüncelerinin,
savaşımının karşısındaki bir yerde durmanızın yakışmadığını
bilmelisiniz. Bu tavrınızın Aziz Nesin'le büyüyen, çoğalan, Aziz
Nesin'i Aziz Nesin yapan aydınlık insanlarla, Aziz Nesin
dostlarıyla,
Nesin Vakfı'yla bağdaşmadığını anlamalısınız. Bir bilim adamı
olarak
bilimin düşmanlarının yanında yer alışınız kendi bileceğiniz
iştir,
ama lütfen Nesin Vakfı'nı özgür bırakınız. 2 Şubat 2008
Öner Yağcı
Ek: 4
AZİZ NESİN DOSTLARI'NDAN TÜRBAN AÇIKLAMASI
Aziz Nesin, bize bilgelikler taşıdı. Onun gözlemlerinden,
dağarcığından, aklından süzerek aktardığı insan ve toplum
manzaraları
bizim gerçeğimizdir. O, bizim gerçeğimizi aktarırken,
yaşamımıza ayna
tutarken vicdanımız olmayı başaran bir aydındı. Aydının,
tehlikeleri
önceden sezen özelliği onda olağanüstüydü. O, ömrü boyunca
ülkemizin
köktendinci karanlıklara sürüklendiği konusunda çığlık attı. Aziz
Nesin bugünleri gördüğü için de, 'Zaman zaman, yaptığımız her
şeyin
boşa gitmiş olduğunu düşünüyorum' demişti.
Yıllar boyu Aziz Nesin'i yok etmeye çalışanların attıkları
adımların
biri olan türbanı üniversitelerde serbest bırakma girişiminin
'özgürlükçülük' olarak yorumlanması tam 'Aziz Nesinlik' bir
olaydır.
Aziz Nesin'in inandıklarının, doğrularının, düşüncelerinin,
savaşımının karşısındaki bir yerde durmanın, bağnazlığın
adımlarını
'özgürlükçülük' olarak görmenin Aziz Nesin'in bilgeliğiyle
alay etmek
olduğu bilinmelidir.
Nesin Vakfı, Aziz Nesin'in ömrüyle, emeğiyle yarattığı
ütopyasıydı.
Onun yazdıklarıyla, anlattıklarıyla, örnek ve öncü aydın
tavrıyla,
savaşımıyla büyüyen 'Aziz Nesin Dostları' olarak onun emanetini
geleceğe taşıma sorumluluğu ve bilinciyle doluyuz. Bu
sorumluluk ve
bilinç bize, Aziz Nesin'in ırkçı ve dinci bağnazlığa karşı
savaşımını
sürdürürsek ona layık olacağımızı anımsatıyor.
Aziz Nesin Dostları