Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
ALEVİ-BEKTAŞİ KAYNAKLARININ NEŞRİ PROBLEMİ
Alevî-Bektaşî kültürü, tarihten bu güne sözlü ve yazılı kaynaklar vasıtasıyla ulaşmıştır. Kültürel zenginliğe, sosyokültürel barış ve uzlaşmaya, bireysel ve toplumsal gelişmeye önemli katkıları olan Alevî-Bektâşî kültürüne ait yazılı kaynakların ortaya çıkartılarak yayımlanması, önemli ve gerekli bir bilimsel faaliyet olarak gözükmektedir. Bu konuda araştırma ve yayın yapabilecek kurum ve kuruluşlar ülkemizde mevcuttur. Geniş işbirliği sağlanarak, Alevî-Bektaşî kaynaklarının yayımlanması için projeler üretilebilir.
1. Problem
Kültür ve geleneklerin, kendi varlıklarını devamlı kılmak için yazılı kaynaklara ihtiyaçları vardır. Kültürel miras, nesiller arası sürekliliğini yazılı kaynakların varlığına borçludur. Okunmayan, dolayısıyla üzerinde düşünülemeyen kültür ve gelenekler, sahip oldukları dînî, ahlâkî ve insânî değerleri yetişmekte olan neslin yeni ihtiyaç ve problemlerine göre yenileyememişlerdir. Klişe hâinde kalan değerler, canlılıklarını ve etkinliklerini devam ettiremedikleri için, ya yeni nesil tarafından benimsenmemişler; ya da farklı kültür ve geleneklerin etkisinde kalarak kaybolup gitmişlerdir.[1] Kültür ve medeniyetler tarihinde, bu durumun pek çok örneğini bulmak mümkündür.
Kültür ve medeniyetimizin özgün bir şubesi olan Alevîlik-Bektaşîlik de, aynı gerçekle karşı karşıyadır. İslâm’ın ve Türklüğün içinde kültürel bir kimlik olan Alevîlik-Bektaşîlik, tarih boyunca devamlılığını sözlü gelenekte sürdürdüğü gibi yazılı kaynaklara sahip olarak sağlayabilmiştir. Alevîlik-Bektaşîliğin yazılı kaynaklara da sahip olmadığını iddia eden araştırmacı ve yazarlar da bulunabilmektedir. Bu durum, yani Alevîlik-Bektaşîliğin yazılı kaynaklara sahip değilmiş gibi bir görüntü içersinde olması, gerçekten kaynaklarının olmamasından değil, şu ana kadar üzerlerinde ciddî araştırmalar yapılıp yayımlanmamış olmalarındandır. I. Dînî Yayınlar Kongresi’nde Alevî - Bektaşî kaynaklarının yayımlanmalarının söz konusu edilmesi, iki açıdan sevindirici ve umutlandırıcı bir gelişmedir.
Birincisi; büyük bir kısmı el yazması eserler şeklinde var olagelmiş Alevî kaynaklarının bulunması, okunması ve yayımlanması, yukarıda ifade edildiği gibi önemli bir ihtiyaç olarak gözükmektedir. Bu ihtiyacın dile getirilerek, uygulamaya yönelik gerekli önerilerde bulunulması, bu konuda atılmış ilk adım olarak değer taşımaktadır.
İkincisi; bu konuda dile getirilecek önerilerin, uygulamalarda dikkate alınarak somut projelerin geliştirilmesi, ülkemizdeki sosyokültürel açıdan barış ortamına katkıda bulunacaktır. Türkiye’de olaylara bakış açısı tamamen farklı olan Anadolu Aleviliği, Afganistan, Pakistan, Suriye gibi ülkelerde var olan Alevî-Sünnî çatışmasına hiç bir zaman yol açmamıştır. Zaman zaman bazı olaylardan söz edilebilirse de, bu olayların boyutları, söz konusu ülkelerdeki gibi derin olmamıştır. Bunun çeşitli nedenleri vardır:
Ahmet Turan Alkan’ın yakın bir tarihte yazdığı makalesinde işaret ettiği gibi ülkemizde, Alevîlik ve Ehl-i Beyt düşmanlığına dayalı bir Sünnîlik anlayışı bulunmamaktadır. Türkiye’de Yezid’e “Hazret” diyebilecek, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ katliamı öncesindeki siyasî duruşunu “haksız” bulabilecek, “düğün günü”nü özellikle Kerbelâ olayının yaşandığı güne denk getirebilecek, daha doğrusu Hz. Peygamber’in âl ve evlâdına sırtını dönebilecek bir Sünnî vatandaşımız bulunmamaktadır. Seyyid Ahmed Arvâsî’nin ifadesiyle; “Türk Sünnîleri, Alevî meşrebdir” [2]. Daha doğrusu Türkiye’deki Sünnîlik anlayışı, Ehl-i Beyt ve Alevîlik karşıtlığı üzerine teyellendirilmemiştir. Bunun nedenini, Ehl-i Beyt’in Türklerin Müslüman oluş sürecinde aldıkları rolde aramak gerekmektedir. Milletimiz, Müslüman olduğu andan bu güne kadar, Ehl-i Beyt’e hürmet ve muhabbet duyguları ile değer vermiş, seyyid ve şerifleri baş tacı ederek, türbelerini ziyâret yeri haline getirmiştir.[3]
Bununla birlikte, ülkemizdeki Alevîlik anlayışı da hiçbir zaman Îran’daki, Pakistan ve Suriye’deki Alevîlik anlayışlarına benzememiştir. Ülkemizdeki Alevîlerle Sünnîler arasındaki kültürel yakınlık, aslında yazılı kaynaklara da büyük ölçüde yansımıştır. Ancak kaynakların yayımlanmamış ve uygun yöntemlerle halka ulaştırılmamış olması, arada büyük uçurumlar varmış gibi bir görüntünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. İnanç ve kültür tarihimizde yerini almış olan kaynakların hangisinin Alevî, hangisinin Sünnî şeklinde tasnif edilmesi bile zor görünmektedir. Çünkü, Sünnî olarak bilinen bir çok yazar ve şâir, Seyyid Ahmed Arvâsî’nin düşüncesinin bir uzantısı olarak, Ehl-i Beyt hakkındaki övücü sözlerinden dolayı Alevî meşreb sayılmışlardır. Meselâ; Halvetî şeyhi olan Niyâzî Mısrî, Ehl-i Beyt’i övücü sözlerinden dolayı Alevî-Bektaşîler tarafından çok sevilmektedir ve Alevî meşreb bir mutasavvıf olarak kabul edilmiştir.[4] Ehl-i Beyt ve Hz. Ali sevgisi, Türk milletinin ortak paydasıdır. Yûnus Emre’yi, Mevlânâ’yı paylaşmak mümkün müdür? Onlar, kültür tarihimizde hepimizi birleştiren temel yapı taşlarımızdır.
Başta Hacı Bektaş Velî olmak üzere, Bektaşî büyüklerine ve Bektaşîliğe ait temel eserleri ve belgeleri, Alevî kaynağı olarak nitelendirmek mümkündür. Bu nedenle, tebliğimizde daha çok bu tür kaynaklar söz konusu edilecektir. Alevî kaynaklarının yayımlanarak kitlelere ulaştırılması ve Türkiye’deki sosyo-kültürel yakınlaşmaya katkıda bulunması, İslâm Dünyası’nın en önemli problemlerinden birisi olan Şiî-Sünnî ihtilâfına da bir model sunma imkânına sahiptir.
2. Alevî-Bektaşî Kaynaklarının Yayımlanmasına Kimlerin İhtiyacı Var?
Alevî-Bektaşî kaynaklarının yayımlanmasına ihtiyacı olan grup ve zümreler, şunlardır:
1. Bu kaynakların yayımlanmasına öncelikle Alevî-Bektaşî toplumunun ihtiyacı bulunmaktadır. Kendi kültür ve geleneklerini, bizzat bu kültüre ait kitaplardan öğrenmeleri gerekmektedir. İkinci ve üçüncü derecedeki kaynaklar eksik, yanıltıcı ve birbirinin tekrarı olabilmektedir.
2. Alevî-Bektaşî kültür ve geleneğini, doğru ve güvenilir kaynaklardan öğrenmek isteyen Sünnî toplumunun ihtiyacı bulunmaktadır. İkinci ve üçüncü derecedeki kaynaklar, güvenilir bilgiler vermekten uzak görünmektedir.
3. Temel Bektaşî kaynaklarının Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya gibi Bektaşî nüfusunun yaşadığı ülkelerin dillerine de çevrilmesi, ayrıca önem taşıyan bir husustur. Örneğin; Arnavutluk’ta bugün, Bektaşîler üzerinde yoğun bir misyonerlik faaliyeti devam etmektedir. Arnavut Bektaşîlerinin kültürel kimliklerini bilişsel bir seviyede devam ettirip; bu faaliyetlerden etkilenmemeleri için Arnavutça’ya çevrilmiş temel Bektaşî kaynaklarına acilen ihtiyaçları bulunmaktadır. 16 Ağustos 2003 tarihinde Hacı Bektaş Velî’yi anma törenlerine katılmak üzere Türkiye’ye gelen Arnavut Bektaşîleri üzerinde yaptığım gözlemlere göre, bir kimlik olarak benimsedikleri ve duygusal bağlılıklarını devam ettirdikleri Bektaşîlik hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdir. Bunun nedeni, Bektaşîlik hakkında okuyabilecekleri Arnavutça temel kaynakların bulunmayışıdır. Aynı şekilde Bulgaristan Bektaşîleri üzerinde de misyonerlik faaliyetlerinin yaygın bir şekilde yapılmakta olduğu, oraya gidip gelenler tarafından anlatılmaktadır. Onların da, Bulgarca Alevî-Bektaşî kaynaklarına ihtiyaç duydukları muhakkaktır.
4. Alevî-Bektaşî kaynaklarının yayımlanmasına, bu kültürü tanımak; üzerinde araştırma yapmak isteyen yerli ve yabancı araştırmacıların ihtiyacı bulunmaktadır. Bektaşî büyükleri hakkında, bazı tarih kitaplarında verilen bilgilerle, bizat kendilerine ait kaynak eserlerdeki bilgiler arasında çelişkiler bulunmaktadır. Kendilerine ait kaynak eserlerde açıkladıkları fikir ve görüşlerin esas alınması gerektiği ise, üzerinde tartışma yapılamayacak kadar açık bir hakîkattir. Ancak, kaynak eserlerin ortaya çıkartılarak yayımlanmaması, mesnedi olmayan iddiaların telâffuz edilmesini ve insanlar tarafından kabullenilmesini kolaylaştırmaktadır. Meselâ; Âşıkpaşazâde Tarihi’nde Hacı Bektaş Velî, “şeyhlikten ve mürîdlikten vazgeçmiş bir meczûb” olarak nitelendirilmektedir.[5] Haslok gibi Batılı araştırmacılar ise, onun Haralambos isminde bir Hristiyan azîzi olduğunu iddia etmektedirler.[6] Bu iki iddianın Hacı Bektaş Velî’ye âit kaynak eserlerin yayımlanması açısından analiz edilmesi, Alevî-Bektaşî kaynaklarının neşri husûsunun ne kadar önemli olduğunu göstermeye kâfîdir. Âşıkpaşazâde, içinde yaşadığı zaman diliminin siyâsî şartları gereği, Hacı Bektaş Velî hakkında böylesi bir ithamda bulunmuş olabilir. Diğer taraftan, bazı araştırmacıların ifâde etttikleri gibi, “meczûb” kelimesini “Allah aşkından dolayı cezbelenmiş kişi” anlamında da kullanmış olabilir. Âşıkpaşazâde’nin verdiği bilgiye en olumsuz yanından, yani Hacı Bektaş Velî’nin hiçbir şey bilmeyen bir meczub olduğunu iddia ettiği şeklinde bile yaklaşılacak olsa, bu iddianın doğru veya yanlışlığını belirleyecek en geçerli ölçüt, Hacı Bektaş Velî’nin bizzat kendi eserlerindeki fikir ve görüşleridir. Makâlât’ın[7], Şerh-i Besmele’nin[8], Kitâbü’l-Fevâid’in[9] ve Menâkıb-ı Hacı Bektaş Velî’nin[10] yayımlanması, konuya büyük ölçüde açıklık getirerek, tartışmaları neredeyse sona erdirmiştir. Bugün, Hacı Bektaş Velî’nin inanç, ibâdet ve ahlâk anlayışını öğrenmek isteyen herhangi bir araştırmacı veya sıradan okuyucu, Makâlât’ı okumaktadır. Makâlât’ı ve yukarıdaki diğer eserleri okuyan herhangi bir kimse, Hacı Bektaş Velî’nin bir müslüman olmanın ötesinde, İslâm’ın yayılması için mücadele etmiş, mürîd yetiştirmiş bir “mürşîd” ve bir “velî” olduğunu hemen farkedebilmektedir. Hacı Bektaş Velî’nin halîfesi olarak bilinen Bektaşî büyüklerinin menkıbevî biyografilerini anlatan Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi[11], Kolu Açık Hacım Sultan Velâyetnâmesi[12], Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi[13] gibi eserler de, bu düşünceyi doğrulayan muhtevâya sahiptirler.
Aynı durum Barak Baba için de geçerlidir. Hilmi Ziya Ülken, Amasya Târihi’nden Barak Baba ile ilgili şu ifadeleri nakletmektedir: “Belinden yukarısı çıplak olup aşağısına kırmızı bezden bir futa bağlamış, başına hafif kırmızı bir sarık şeklinde tülbent sarmış ve iki taraflarına manda boynuzları raptetmiştir. Elinde gayet uzun ve büyük bir nefir kabaktan mamul büyük ve siyah bir keşkül olup ayı gibi oynar, maymun gibi söyler. Gayet murdar idi... Her ne tarafa gitseler, çocuklar etrafına koşarlardı. Barak Baba, hulûle mûtekit, ahireti münkir bir mülhid idi. Ferâiz ve muharremâtı inkâr ederdi...”[14] Buradaki ifadeler, Âşıkpaşazâde’nin Hacı Bektaş Velî için kullandığı ifadelerden farklı değildir. İsmail Özmen’in antolojisine aldığı Barak Baba Risâlesi ise, Amasya Tarihi’nde yer alan bu bilgileri doğrulamamaktadır. Barak Baba, Risâle’sinde “hastanın hastalığını ve nasıl tedavi edileceğini bilen hâzık bir hekime benzettiği mürşîdi bulunmayan kişinin âhiret yurdunda hastahâneye düşeceğini, o hastahânenin adının da; Cehennem olduğunu belirtmektedir. Bu dünyada mürşîd hekimin tedâvisiyle sıhhate kavuşmayanların, Cehennem’de Zebânî cerrahlarının tedâvisine muhtaç olacaklarını ifade etmektedir.”[15] Bu ifadelerden, Barak Baba’nın âhiret inancına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ferâiz ve muharremâtı inkâr eden münkir ve mülhid bir insanın aşağıdaki ifadeleri kullanması da mümkün görünmemektedir:
Bütün hayırlar, bismillahla elde edilir
Gönüller bismillahla ferahlar
Bilgi sahibi, Allah adını
Anmadan söze başlamaz[16]
Bu durumun farkında olan Hilmi Ziya Ülken de, “herhangi bir tekkenin menşeini, tarikatın erkân ve menâsikini değerlendirirken, silsilenâmelerin ve tarih kitaplarının verdiği bilgilerle yetinilmemesi gerektiğini, eski vesîkaların yardımıyla diğer âmillere de intikal etmek gerektiğini” ifade etmektedir.[17] Ancak, gerek Hacı Bektaş Velî, gerekse Barak Baba ve diğer Bektaşî büyükleri hakkındaki gerçeğe uymayan ifadeler, özellikle Batılı araştırmacılar tarafından kullanılmış[18], Alevîlik-Bektaşîlik, -ortodoksi/heterodoksi tanımlaması bağlamında- heteredoks dinî yapılanmanın kapsamına alınmıştır. Özellikle, el yazması Alevî-Bektaşî kaynaklarının yayımlanması, bu bilgi ve yorum karmaşasına son verebilecektir.
5. Alevî-Bektaşî toplumuna yönelik olarak eğitim-öğretim faaliyeti yapan imam, müftü, vâiz ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenlerinin, ihtiyacı bulunmaktadır. Din eğitimi hizmeti yapan bu kişileri yetiştiren İmam-Hatip Liseleri’ndeki meslek dersi öğretmenlerinin ve İlâhiyat Fakülteleri’ndeki ilgili öğretim üyelerinin, Alevî-Bektaşî kültürünü daha yakından tanıyabilmek için bu kaynaklara ihtiyaçları vardır.
3. Yayımlanması Gereken Alevî-Bektaşî Kaynakları
Makâlât, Şerh-i Besmele, Kitâbü’l-Fevâid, Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş Velî, İmam Ali Buyruğu (Nehcü’l-Belâğa) [19], İmam Cafer Sadık Buyruğu[20], Şeyh Safî Buyruğu, Cemâlettin Çelebi’nin Müdâfaanâme’si[21], Saltuknâme[22], Kaygusuz Abdal’a ait Dilgüşâ[23], Kitâb-ı Miglate[24], Vücudnâme[25], Budalanâme[26] gibi, daha önce yayımlanmış olan temel Alevî-Bektaşî kaynaklarının, geniş halk kitlelerine ulaştırılacak sayıda basılması ve dağıtılması gerekmektedir. Yeterli sayıda basılmayan kaynaklar, halkın eline ulaşmadığı için birçok insan tarafından isimleri dahi bilinmemektedir. Ancak, bu konuda takip edilen eğitim ve kültür politikalarının da olumsuz etkisi olduğu bir gerçektir. Söz konusu kültürel mirastan insanlarımızın haberdar olabilmesi için, yazılan ders kitaplarının ilgili bölümlerinde bu eserlerden alıntılar yapılması, en azından isimlerinin geçmesi, halka açık kültürel etkinliklerde kültür tarihimize mal olmuş isimlerin daha sıklıkla anılması gerekmektedir. Bu eksiklik, sadece Alevî-Bektaşî kültürüne ve kaynaklarına mahsus değildir. Ülkemizde millî kültürümüzü ve tarihimizi canlı tutabilecek, yetişen nesillere benimsetebilecek devamlı ve etkili projeler sürdürülmemektedir. Din öğretiminden, tarih ve edebiyat öğretimine kadar millî ve manevî değerlerimizin öğrenilmesi, benimsenmesi için yürütülen eğitim-öğretim faaliyetlerinin “kültürel mirasa saygı” ilkesini göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.[27]
Günyüzüne çıkarılmamış, kütüphanelerde ve halkın elinde bulunan el yazması Velâyetnâme[28], Menâkıbnâme[29], Fazîletnâme[30], Erkânnâme[31], Fakrnâme[32], Salavâtnâme[33], Nasîhatnâme[34], Cönk[35], İcâzetnâme, Şecere, Ferman, Maktel[36] türü kaynak ve belgelerin, bir tercüme komisyonu kurularak, transkribe edildikten sonra günümüz Türkçesine aktarılması ve farklı nüshaların karşılaştırılması, ihtiyaç duyulan yayın faaliyetleri arasındadır.
Söz konusu eserlerdeki inanç, ibadet ve ahlâkla ilgili unsurların araştırmacılar ve halk tarafından öğrenilmesi, Alevîlik-Bektaşîlik konusundaki zihin karışıklığına ve kavram kargaşasına da son verebilecektir. Meselâ; Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan Sırrî Rıfaî Alevî’ye ait Bektaşî Tarikatına Ait Usûl Âdâb Âyinler Mecmuası adlı el yazması eserde genel olarak; Bektaşîliğe özgü bir giysi olan “tacın”, “kuşağın” tasavvufî anlamı ve sırları, postun anlamı, dervişliğin, îmanın, dört kapı kırk makamın ve guslün manası açıklanmaktadır.[37] Asıl önemli olan nokta ise; Bektaşî âdâb ve erkânı ile ilgili bu eser okunduğunda, Bektaşîliğin inanç tercihleri ile ilgili fikir edinmek mümkün olmaktadır. Meselâ; tacın tanıtımı sırasında metne yansıyan şu ifadeler görüldüğünde, Bektaşîliğin tevhîd inancına, İslâm’daki haram ve helâllere, Kur’an-ı Kerîm’e bakışı hakkında sağlam bir kanaat oluşabilmektedir: “Tacın kabası nokta-i hakîkattir, tevhîd noktasına ermektir ve birliğe işarettir. Farzı muhabbettir, erenler sohbetidir. Sünneti hizmettir. Kilidi müşkil halletmekdir. Canı, erenler hizmetine kâil olmaktır. Hayatı helâl, pâk tutup erliğe gitmektir. Memâtı haramı baştan indirip, halk eline girmektir. Ehli, aslı istiğfardır. Vallâhü’l ganiyyü ve entümü’l-fukarâ[38], kabasında külli şey’in hâlikun illâ vechehu, lehü’l-hükmü ve ileyhi türceûn[39] yazılmıştır. Ortasında bir rivâyete göre; Yâsîn ve’l-kur’âni’l-hakîm[40], başka bir rivayete göre; Allahü lâ ilâhe illa hüve’l-hayyü’l-kayyûm[41] yazılmıştır. İçerisinde; lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah Aliyyün veliyyullah ve Mehdî-yi emînullah bir rivayette senûrîhim âyâtinâ fi’l-âfâki ve fî enfüsihim[42] yazılmıştır ve taşrasında fe eynemâ tüvellû fesemme vechullah[43] yazılmıştır. Ardında ve alleme’l-Âdeme esmâe küllehê sümme aradahüm ale’l- melâiketi[44] yazılmıştır.”[45] Âyetler eşliğinde İslâm’ın tevhîd inancının formüllendirildiği bu metnin okunmasından sonra, Bektaşîliğin inanç tercihleri hakkında tesbitler yapmak kolay, bilimsel, objektif ve inandırıcı olmaktadır.
Tacın erkân içersindeki yerini ve tasavvufî anlamını belirleyen yukarıdaki ifadelerin benzerine başka bir Erkânnâme’de de rastlanılmaktadır ki, bu bilgi Bektaşîliğin yukarıdaki belgeye yansıyan inanç tercihlerinin genel bir anlayışı yansıttığını teyit etmektedir.[46] Farklı Erkânnâme nüshalarının okunması, çeşitli konularda karşılaştırma ve genelleme yapma imkanını beraberinde getirmektedir.
Özellikle halkın elinde bulunan el yazması kaynaklar, uygun olmayan ortamlarda saklanmakta, zamanla nem, toz gibi etkenlerden dolayı çok kıymetli olan kültürel miras okunamayacak hale gelmektedir. Bu eserlerin bulunarak, okunmaları için projelerin geliştirilmeleri ve desteklenmeleri gerekmektedir.
Klâsik Bektaşî kaynakları olan ve yayımlanmadığı için çoğu araştırmacılar tarafından bilinmeyen bazı eserler ise şunlardır: Ahmed Fakîh’in[47] Çarhnâme’si[48], Şeyh Hoca’nın[49] Muînü’l-Mürîd’i[50], Mahmud bin Ali’nin[51] Nehcü’l-Ferâdis’i[52], Hatipoğlu Mehmed’in[53] Bahrü’l-Hakâik’i[54] Ferahnâme’si[55]. Bu eserler, transkribe edilerek, günümüz Türkçesine çevrilmiş bir şekilde müstakil olarak basılabilirler. Alevî kaynakları olan bu eserler, dînî, tasavvufî ve ahlâkî konularda yazılmışlardır. İnsanların dînî duygu ve düşüncelerinin gelişiminde etkili olacak muhtevaya sahiptirler.
Ahlâkî konularda yazılmış olan, pedagojik bir üslûba sahip el yazması halindeki Alevî-Bektaşî kaynaklarına halkımızın, özellikle çocuk ve gençlerin âcilen ihtiyacı bulunmaktadır. Bu eserlerden önemli bazıları dipnotta gösterilmiştir.[56] Bu eserlerin, mikrofilmlere veya CD’lere kaydedilerek, çeşitli alanlarda çalışan araştırmacıların ellerine ulaştırılması, özgün bilimsel eserlerin yayımlanmasının yolunu açabilecektir. Din Eğitimi Tarihi alanında uzman olan bir araştırmacı-akademisyen, bu eserlerdeki din ve ahlâk eğitimi-öğretimi ilke, yöntem ve yaklaşımlarını, Tasavvuf Tarihi alanında uzman olan bir araştırmacı-akademisyen de, tasavvufî fikir ve görüşlerin mahiyetini inceleyebilecektir.
Alevîlik-Bektaşîliğe ait el yazması eserlerin tespit edilmesi ve okunması konusunda Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi’nin bilgi ve tecrübelerinden yararlanılabilir.[57] Bugüne kadar Alevîlik-Bektaşîlikle ilgili ferman, icâzetnâme gibi onlarca belgeyi yayımlayan araştırma merkezi, Arnavutluk Devlet Arşivleri’nde bulunan el yazmalarının bir listesini katalog hâlinde yayımlamıştır. Aşağıda türlerine göre tasnifi yapılmış olan bu eserler, temel Bektaşî kaynaklarıdır: Erkânnâmeler[58], Fazîletnâmeler[59], Fütüvvetnâmeler[60], Velâyetnâmeler[61], Salâtnâmeler[62], İcâzetnâmeler[63] ve Cönkler[64]. Eserlerin transkribe edilerek, günümüz Türkçesine aktarılması hususunda araştırma merkezi ile geniş işbirliğine gidilmesi isabetli olacaktır. Yakın bir tarihte, Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Rıza Ayhan ile Arnavutluk Devlet Arşivleri Yöneticileri arasında Arnavutluk Devlet Arşivlerinde yer alan el yazması 30 (otuz) adet Erkânnâme’nin mikrofilme alınması amacıyla protokol imzalanmıştır. Bu eserlerin dijital ortama aktarılması, araştırmacılara büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Daha önce transkribe edilmiş olarak yayımlanan Osmanlıca kaynakların, kolay anlaşılabilir bir dil ve üslûpla günümüz Türkçesine aktarılması ise, ayrı ve önemli bir proje konusudur.
Konularına göre tasnif edilmesi mümkün olmayan, Alevîlik-Bektaşîlikle ilgili muhtelif el yazması eserlerin bir listesi dipnotta verilmiştir.[65]
Alevî-Bektaşî kaynağı olarak nitelendirilebilecek bazı kaynaklar vardır ki, bu eserler milletimize mal olmuş, Alevî-Sünnî herkes tarafından asırlarca köy odalarında, sohbet ve muhabbet meclislerinde okunmuştur. Cenknâme (Hayber Kalesi Gazâsı, Kan Kalesi, Bazümür Ateşperest Kalesi, Muhammed Hanefî Gazveleri, Hz. Ali’nin Ejderhâ Cengi, İmam Hasan Gazâları, İmam Hüseyin Gazâları, Destân-ı Hasan ile Hüseyin, Hz. Hamza’nın Kaf Dağına Vardığı Kıssası) [66] Battalnâme (Seyyid Battal Gâzî Destânı) , Zülfikârnâme, Gazavatnâme, Müslimnâme (Ebû Müslim el Horasânî Destânı) , Saltuknâme (Sarı Saltuk’un Menkîbeleri) gibi, millî şuuru uyandırıcı ve güçlendirici bu eserlerin[67] yeniden basılarak geniş halk kitlelerine ulaştırılması, millî birlik ve beraberliğe de katkıda bulunabilecektir.
Öyle kaynaklar vardır ki, sahip oldukları muhteva itibariyle birleştirici, milletin hiçbir ferdini dışarıda bırakmaksızın hedef ve ideal birliği sağlayıcı özelliktedirler. Meselâ; Saltuknâme, bu tür eserlerden birisidir. Kültür Bakanlığı’nın yayımladığı eser, Fatih Sultan Mehmed’in talimatıyla Cem Sultan tarafından İstanbul’un “feth”inden önce Anadolu’daki birlik ve beraberliği sağlamak için Ebu’l-Hayr-ı Rûmî’ye sipariş edilmiştir. Saltuknâme’de “seyyid” olan Sarı Saltuk’un Balkanlardaki İslâmlaştırma faaliyetleri anlatılmaktadır.[68] Fatih Sultan Mehmed’in bu kültürel yaklaşımını, vizyoner bir lîderin fetihten önce, halkını sosyo-kültürel açıdan hazırlamak istemesi şeklinde yorumlamak mümkündür. Bugün, millî birlik ve beraberliğe en az XV. yüzyıldaki kadar, hatta daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır.
Çok eski tarihlerde basılmış, ancak baskısı tükenmiş olan kaynaklar, yeniden basılabilir. Meselâ; Seyyid Nesîmî[69], Vîrânî[70], Pir Sultan Abdal[71], Gedâî[72], Kâtibî[73], Kuluoğlu[74], Seyrânî[75], gibi Bektaşî âşıklarına âit Dîvan’ların yeniden basılması bir ihtiyaç olarak gözükmektedir. Ancak, bu yapılırken eserlerin sayfa altlarına bilinmeyen kelimelerin Türkçelerinin yazılması ve gerekli yerlerde açıklamaların yapılması, eserlerden daha fazla yararlanılmasını sağlayabilecektir. Metinlerde âyet ve hadîslere telmîhler olmasına rağmen, gerekli açıklamalar yapılmadığı için, söz konusu telmîhler okuyucu tarafından fark edilmeyebilmektedir. Sûre ve âyet numaraları ile birlikte ayet mealleri ve hadîslerin kaynakları ile birlikte anlamları verilmediği için, okuyucu daha fazla bilgilenmek amacıyla Kur’ân-ı Kerîm’e veya hadîs kaynaklarına müracaat edememektedir.
Yakın tarihte yaşamış Bektaşî âşıklarının, babalarının, manevî otorite sahibi kişilerin, yayımlanmayı bekleyen Dîvan’ları bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, Sivaslı Âgâhî Baba’nın Dîvân’ı, bunlardan birisidir. Osmanlıca olan bu Dîvan, üzerinde çalışılmasına rağmen yıllardır yayımlanamamıştır. Son aldığım bilgiye göre, Metal-İş Sendikası’nın sponsorluğunda bu kıymetli eser yayımlanmak üzeredir.
Ayrıca, XX. yüzyılın başlarından itibaren basılmış, ancak şu an baskısı bulunmayan ve Alevîlik-Bektaşîlik araştırmalarında görülmesi gereken kitapların da yeniden basılması yararlı olacaktır. Bu kitaplardan tesbit edebildiklerimizin bir listesi dipnotta verilmiştir.[76]
4. Alevîlik Konusunda Yapılabilecek Yeni Yayınlar
Hazreti Ali’nin on iki imamların, başta Hacı Bektaş Velî olmak üzere Bektaşî büyüklerinin hayatlarının romanlaştırılarak yazılması. Bu yapılırken, çocukların ve gençlerin gelişim özelliklerinin ve öğrenme psikolojilerinin dikkate alınması.
Hacı Bektaş Velî, Sarı Saltuk, Abdal Mûsâ, Hacım Sultan, Kaygusuz Abdal gibi Bektaşî büyüklerinin hayatlarının, belgesel veya senaryolaştırılmış film ve çocuklar için çizgi film konusu yapılması.
Son yıllarda Alevîlik-Bektaşîlik üzerine yapılan çeşitli alanlardaki akademik araştırmaların sayısı artmıştır. İlâhiyat Fakülteleri ve Fen Edebiyat Fakülteleri’nin ilgili bölümlerinde yapılmış olan yüksek lisans ve doktora tezlerinin basılması amacıyla, Alevî kaynaklarını neşreden yayınevleri, İlâhiyat Fakülteleri ve Fen Edebiyat Fakülteleri’ndeki ilgili öğretim üyeleri ile işbirliği yapabilirler. Hatta araştırma konularından bir kısmı, halkın ihtiyaçlarını daha yakından tanıyan yayın evlerinin önerilerine göre tespit edilebilir. Burada, yapılan lisans ve yüksek lisans tezlerinin listesi yerine, Alevîlik konusunda araştırma yapılan alanlar sıralanmıştır. Yayın evlerinin ihtiyaç duydukları alandaki öğretim üyelerine ulaşmak isteyecekleri düşünülmüştür:
1. Folklor ve Halk Edebiyatı Alanı
2. Halk Nesri Alanı
3. Âşık Tarzı Halk Edebiyatı Alanı
4. Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı Alanı
5. Türk-İslâm Edebiyatı Alanı
6. Tasavvuf Tarihi Alanı
7. İslâm Tarihi Alanı
8. İslâm Mezhepleri Tarihi Alanı
9. Din Eğitimi Tarihi Alanı
10. Din Sosyolojisi Alanı
Alevîlik-Bektaşîlik araştırmalarında birinci derecede başvuru kaynağı durumundaki bazı eserler, hacimli olmalarından ve yayımlanmaları masraf gerektirdiğinden dolayı yayınlanamamaktadır. Meselâ; İsmail Özmen’in Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, 5 (beş) ciltlik bir eserdir. Kendisiyle görüştüğüm Özmen, 6. cildi yazmış olmasına rağmen, yayımlatacak yayınevi bulamadığını ifade etmektedir. Son aldığım bilgiye göre, Horasan Yayınları bu önemli eseri basarak yayımlamak istemektedir.
Aynı şekilde Bedri Noyan’ın Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevîlik adlı eserinin[77] ilk altı cildi yayımlanmış 9 (dokuz) veya 12 (on iki) cilt olacağı söylenen eserin geri kalan ciltleri kaynak yetersizliğinden dolayı yayımlanamamıştır.
5. Yayınlanmakta Olan Alevî Kaynaklarında Görülen Eksiklikler
Alevî-Bektaşî kaynaklarını yayımlayan yayınevleri, önemli bir kültür hizmeti vermektedirler. Pek çok insan, yayımlanan kitapları okuyarak bu konudaki bilgisini artırmaktadır. Ancak, bazı eksiklikler de yok değildir. Eksikliklerin tamamlanması, kaynak eserlerden daha fazla yararlanılması, daha geniş kitlelerin ilgi göstermesini beraberinde getirecektir.
En sık görülen eksiklikler, şunlardır: Yayımlanmış olan eserlerin bir kısmında çevirme hatalarının olduğu, bazı kelimelerin yanlış okunduğu veya bazı bölümlerin çıkartıldığı, yerine ilaveler yapıldığı görülmektedir. Meselâ; Seyyid Ahmet Rıf’at Efendi’nin Mir’ât-ül-Mekâsıd fî Def’il-Mefâsid adlı eseri[78], Raşit Tanrıkulu tarafından transkribe edilmiştir.[79] Tanrıkulu, eserin orijinalinde olmamasına rağmen eserin başına eserdenmiş gibi çeşitli ilaveler yapmıştır.[80] Yayında görülen en önemli eksiklik ise, ayet metinlerinin yanlış ve eksik okunmasıdır.[81] Ayrıca ayetlerin ve içinde yer aldıkları sûrelerin numaraları verilmemiştir.
En güvenilir Buyruk yayınları olarak, Sefer Aytekin ve Fuat Bozkurt’un yaptıkları çalışmalar gösterilmektedir.[82] Gerçekten de bu iki çalışma, bazı özellikleriyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Meselâ; Sefer Aytekin’in çalışmasında ayet metinleri büyük ölçüde doğru yazılarak, ayet mealleri, sure ve ayet numaraları ile birlikte dipnotlarda verilmiştir. Aynı şekilde hadislerin anlamları da dipnotlarda ifade edilmiştir. Bununla birlikte, Buyrukların aslı olarak gösterilen Bisatî’nin Menâkibü'l-Esrâr Behcetü’l-Ahrâr adlı eseri görülmemiştir. Menâkıb-ı İmam Cafer Sâdık’ın farklı el yazması nüshalarının karşılaştırılmaları yerine, İzmir nüshası esas alınarak, Maraş, Alaca, Gümüşhacıköy, Malatya ve Hacı Bektaş nüshalarından bazı bölümler, eserin sonuna eklenmiştir. Altı nüshanın edisyon kritiklerinin yapılmamış olması, bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.
Bu eksiklikler, alanın uzmanı olan araştırmacılarla çalışılması suretiyle giderilebilecek türdendir.
Yayın evlerinin ideolojik amaçlarla yazılmış kitapları yayımlamaktan kaçınmaları gerekmektedir. Bu tür kitaplar, Alevî toplumunu bilgilendirmediği gibi toplumsal barış ve uzlaşmaya da hizmet etmemektedir. İnanca dayalı kültür ve geleneklerin, ideolojileştirilerek sunulması, her zaman bir takım sosyo-kültürel problemleri beraberinde getirmiştir. Herhangi bir ideolojiye ait fikir, görüş ve doktrinlerin, ilgili inanç grubuna mal edilmesi, o grubun belli bir ideolojiyle bütünleştirilerek algılanmasına neden olabilmektedir. İdeolojiler ise, inanç, ibâdet ve ahlâk konularını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Ayrıca hiçbir ideolojinin, bizim inanç ve kültür tarihimizde yerini almış olan Alevîlik-Bektaşîlik kadar özgün olması da, mümkün görünmemektedir.
6. Yayın Evlerinin Problemleri
Alevî kaynaklarının neşredilebilmesi için yayınevlerinin gerekli teknolojik altyapısı bulunmamaktadır. Çünkü, yayınevleri iki şekilde yayın faâliyeti yapmaktadırlar. Birincisi; Alevîlik-Bektaşîlik konusunda araştırma yapan akademisyenlere veya araştırmacı-yazarlara ilgili konularda sipariş vermektedirler. İkincisi; akademisyen veya araştırmacı-yazarların hazırlamış olduğu çalışmaları basmaktadırlar. Her iki durumda da, araştırma yapan şahıs kendi imkanlarını kullanarak, birinci derecedeki kaynaklara ulaşmaya ve onlar üzerinde çalışma yapmaya gayret etmektedir. Ancak, teknolojik altyapı (mikrofilm, dijital fotoğraf makinası, yıpranmış evrâkın restorasyonu vb.) yetersizliğinden dolayı, ulaşabileceğinden çok daha az kaynağa ulaşabilmektedir. Bu problemi çözmek için, iki şekilde hareket etmek mümkündür. Birincisi; yayınevleri, ilgili resmî kurumların da desteğiyle gerekli ve yeterli altyapıya kavuşturulabilir. İkincisi; Alevîlik-Bektaşîlik konusunda araştırma yapan Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi gibi resmî kurumlara, maddî katkı sağlanabilir. Her iki yönteme birlikte mürâcaat etmek, daha isâbetli görünmektedir.
Türkiye’deki kütüphanelerde bulunan Alevîlik-Bektaşîlikle ilgili el yazması eserler listesinin internet ortamına aktarılması gerekmektedir. Ayrıca, yerel kütüphanelerde kurulacak dijital görüntüleme ortamlarında kaydedilecek el yazması kaynaklarının CD’lere aktarılmak sûretiyle arşivlenmesi, araştırmacılara ve yayınevlerine büyük kolaylıklar sağlayacaktır.
7. Sonuç
Alevî-Bektaşî kültürü, geçmişten bugüne kadar İslâm dinin bir gereği olarak, inanç, ibadet ve ahlâk açısından kendisini olgunlaştırmış insan-ı kâmilleri yetiştirmeyi hedeflemiştir. Bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Hacı Bektaş Velî’den Aşık Veysel’e, Pir Sultan Abdal’dan Teslim Abdal’a kadar bir çok Alevî-Bektaşî ileri geleni, sevgi, barış gibi evrensel değerler etrafında yüz binlerce insanı kenetlemeyi başarmışlardır. Yazdıkları eserler, söyledikleri nefesler, yetiştirdikleri öğrencilerle, Anadolu ve Balkanlar’da bir arada yaşama kültürüne katkıda bulunmuşlar, aşk denizinde muhabbet gemisini yüzdürmeyi başarmışlardır. Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisini, bir inci gibi muhabbet gemisine binen yolculara sunarak, onları sonu gelmez bir lezzete kavuşturmuşlardır. Gittikleri yerleri Cennet’e çeviren bu kutlu insanların hakîkat yolculuğu, kaynak eserlerde anlatılmakta; açıklanmaktadır. Hazîne değerinde olan bu eserler, kendilerini keşfederek, ihtiyacı olan gönüllere sunacak araştırmacıları beklemektedir. Bu özlenen buluşmanın gerçekleşebilmesi için Kültür Bakanlığı, Diyânet İşleri Başkanlığı, İlâhiyat Fakülteleri, Fen Edebiyat Fakülteleri, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi gibi kuruluşlarımıza önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. “Bir olmak, diri olmak ve iri olmak” için, hepimizin müşterek varlığı olan kültürel mirasımıza sahip çıkmak, takip edilebilecek en isabetli yol olarak gözükmektedir.
EK
Hacıbektaş’tan Bir İcâzetnâme
Tebliğin sonuna, Hacı Bektaş Velî evlâtlarından olan Doğan Ulusoy’un 4 Ekim 2003 tarihinde, Hacı Bektaş Velî Anadolu Kültür Vakfı Çorum Şubesi Başkanı Durmuş Aslan’la birlikte kendilerini ziyaret ettiğimiz sırada tarafımıza verdiği icâzetnâmenin aslının fotokopisi, transkribe edilmiş metni ve günümüz Türkçesine çevrilmiş hali eklenmiştir.[83] Sözkonusu icâzetnâme, şu nedenlerden dolayı önemli bir belgedir:
1. Belgenin üzerindeki Osmanlı Sultanları’nın imzası olan tuğrada “Hazreti Hacı Bektaş Velî” yazmaktadır. Belgenin metnine yansıyan bu durum, Hacı Bektaş Tekkeleri ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin mahiyeti hakkında bilgi vermektedir. Hicrî 1219’da yazıldığı belirtilen belge, Yeniçeri Ocağı’nın kapanmasından ve Bektaşî Tekkeleri’nin postnişinliğinin el değiştirmesinden[84] önce yazılmış olması itibariyle, Bektaşîlik-devlet ilişkilerinin sanıldığı gibi sürekli gergin olmadığını göstermektedir. Belgenin fotokopisinde de görüleceği üzere, Hacı Bektaş Velî ile Osmanlı Sultanı özdeşleştirilmiştir. Hacı Bektaş Tekkesi’ndeki Hacı Bektaş Velî evlatları (Çelebiler) tarafından yapılan bu özdeşleştirme, devlete duyulan güven ve sevginin işareti olarak yorumlanabilir.
2. Milellî aşîretinden Hasan Baba’ya verilen icâzetnâme, aşîretle Hacı Bektaş Tekkesi arasındaki münasebetleri aydınlatan tarihî bir vesika niteliğindedir.
3. Belgede, Hacı Bektaş Velî’nin soy şeceresi bulunmaktadır. Söz konusu şecerede Hacı Bektaş Velî’nin soyunun İmam Mûsâ Kâzım’a dayandırılması, bu konudaki tartışmalara ışık tutacak bir bilgidir.[85]
4. Belgede Hacı Bektaş Velî’nin mürşitlerinin silsilesi bulunmaktadır.
5. İslâm’ın “tevhîd” inancı, ayrıntılı bir şekilde vurgulanmakta; kendisine icâzetnâme verilen kişinin yerine getirmesi gereken farz ibâdetler sıralanmaktadır. İcâzetnâme’de geçen bu ifadeler de, Bektaşî Tarikatı’nın inanç ve ibâdet konularına yaklaşımı hakkında doğrudan bilgi vermektedir.
6. Feyzullah Çelebi’nin verdiği bu icâzetnâme ile Hamza Baba Tekkesi’ne vermiş olduğu ve daha önce yayımlanan icâzetnâme arasında ifade benzerlikleri mevcuttur.[86] Bu da, belgenin doğruluğunu gösteren önemli bir delildir.
İCÂZETNÂME
(Asıl Metin)
(Tuğra) Hazreti Hacı Bektaş Velî
Zâlike takdîrü’l-azîzi’l-alîm
Nasrun mina’llâhi ve fethün karîb ve beşşiri’l-mü’minîn yâ Muhammed yâ Ali hayrü’l-beşer
Allâhümme salli alâ nûr-i Muhammedin Mustafâ Allâhümme salli alâ nûr-i İmâm Aliyyi’l-Murtazâ Allâhümme salli alâ Haticete’l-Kübrâ Allâhümme salli alâ Fâtımate’z-Zehrâ Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Hasan hulk-i rızâ Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Hüseyin şehîd-i Kerbelâ Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Zeyne’l-Âbidîn çârde-i mâsum-u pâk Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Bâkır Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Ca’fer-i Sâdık Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Mûsâ Kâzım Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm-ı heştem kıble-i heftem sultânü’l-Horasân burhânü’l-Horasân şehîd-i hâk-i Horasân imâm Alî ibn-i Mûsâ Rızâ Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Muhammed Takî Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Ali Nakî Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Hasanü’l-Askerî Allâhümme salli alâ seyyidinâ nûr-i imâm Muhammed Mehdî sâhibü’z-zamân kutbü’d-deverân huccetü’l-bürhân salâtu’llâhi aleyhim ecmaîn evvelîn âhirîn zâhirîn bâtınîn Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ Zülfikâr bismillâhirrahmânirrahîm ve bihî nestaîn el-hamdü li’llâhi’llezî ceale kulûbe’l-ârifîne hazîneten bizîneti’l-ulûmi’l-mahzûneti ve kâne alâ zâlike kadîran ev kasseme’l-ma’rifete bimertebetihî ve kîle kalîlen ve kesîran ev kehlen uyûne’l-âlemîne bikemâli kehli’r-ru’yeti atûfen lehüm ve nasîran lehüm ev feteha’s-simâ’e li’l-müştâkîne sağîran ev kebîran el istimâu ismü’l-ma’şûkati hâlen ve ğâlen ve halakaküm alâ sûratin ve leyse fî hâli halkihî ehaden mübeşşiran hüva’llâhü’llezî lâ ilâhe illâ hüve âlimü’l-ğaybi ve’ş-şehâdeti hüve’r-rahmânü’r-rahîm ehadühû ve lehû bi mu’cebi’s-serâiri kulûbe’s-sidrati’l-hâdirati fî handesin zulmi’l-leyli ilâ tarafin külli vicârin ve hiye an tahti ursen sırâti’l-emvâci’l-mutelâtımeti fi’l-bihâri eşhedü en lâ ilâhe ilaallâhü vahdehû lâ şerîke lehû ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhû erselehû nebiyyen ve ceale beyne’l-enbiyâi ve kudveten ve hazîran sallallâhü ve alâ âlihî ve evlâdihî ve ashâbihî ve ezvâcihî ve sellim teslîmen ebeden dâimen kesîran kâle aleyhi’s-selâm eshâbî ke’n-nucûm bieyyihim iktedeytüm ihtedeytüm ve kâle azze men kâle nasrun mine’l-lâhi ve fethün karîb ve kâle aleyhi’s-selâm lâ yezâlü’llâhi teâlâ fî hâcetin liabdin mâ dâme’l-abdü fî hâceti ahîhi’l-müslimi ve kâle Aliyyü’bnü Ebî Tâlibin kerrema’llâhü vechehû lev küşife’l-ğıtâu mezdettü yakînen ve kâle sultânü’l-muhakkikîn ve kutbü’l-aktâbi fi’l-âlemîn el Hâc Bektaş Velî Horasânî kaddesa’llâhü sırrahü’l-azîz şeyhü’l-avâmi bi’l-ikmâli ve şeyhü’l-havâssi bi’l-esrâri ve musallin şeyhün en yekûne abden fî ğayrihî ve sıhhatihî zâlike’l-inkıyâdü biemri’llâhi teâlâ ve’l-ictinâbü an nevâhiy kemâ kâle vemâ etâkümü’r-rasûlü fehuzûhü vemâ nehâküm anhü fentehû evvelü mâ cerâ bi’l-kalemi bi kudreti’llâhi teâlâ ve kudvetih bismillâhirrahmânirrahîm men lem yerdâ bikazâihî ve lem yasbir alâ belâihî felyahrüc beyne’l-ardi felyatlüb Rabben ğayrî ve en nümîte’n-nefse’l-levvâmete bi’l-mücâhedâti ve yuhyiye’n-nefse’l-mutmainnete bi’r-riyâzâti sümme yertaki bi’d-derecâti’l-âliyâti ve’l-merâtibi’l-ğâliyâti ve kabile hıfza’l-hukûki bibezli’r-rûhi ve’l-kanâati bikalîli’d-dünyâ an kesîrihâ fein kîle el-ma’nâ ğayrun min kesîri’l-ma’nâ yekûlü’llâhü teâlâ celle celâlühû ve amme nevâluhû men amile sâlihan min zekerin ev ünsâ fehüve mü’minün felyuhyîhi hayâten tayyibeten fi’l-hayâti hiye’l-kanâatü vecebe’l-cû’u ve ba’ze’l-işbâ’i ve tereke’l-ulûme ve’r-rıf’a ve husni’l-mütâbeati ile’l-hayrâti ve’l-ictihâdi fi’l-intitâbi ile’t-tââti sümme yendericü fî sufûfi’l-budelâi ve’t-tafadduli min ğarîzi mennânin ve’l-afvi ve’l-ğufrâni limâ şâe min hakîkati’l-fakri vel-ğinâ fi’llâhi ve’l-bekâ bi’llâhi hâdimü’l-fukarâ ve’l-mesâkîn kutbü’l-ârifîn zuhrü’l-vâsılîn Sultân Hacı Bektaş Velî âsitânesine es-seyyid eş-şeyh Hâvend rahmetullâhi aleyh zâviyedârları evladlarından seyyid Hasan halîfe edâma’llâhu emrehû ve berekâtehû esrârihî zîdehû tevfîkahû ke’s-sabâhi ve’r-ravâhi cemî-i ef’âlihî hâllen vekâle eceznâ ecâzehû’l-mutlakati en yeclise ale’s-seccâdeti yüsallî’s-salâte’l-mefrûzâti ve yü’tiye’z-zekâti’l-vâcibâti aleyhi ve yuhicce’l-beyte men istetâe ileyhi sebîlâ ve yesûme şehre Ramazâne ve yahtime’s-sâdirîne ve’l-vâridîne ve yecide’l-ahde ve’t-tevbete ba’de telkîne’z-zikri ve reseme’l-hıdmete ve’l-fukarâe ve’l-mesâkîne ve esnâfe’l-halâyiki ve’l-müslimîne bi icrâin …..min şuûri’t-tâibîne ve libâsi’l-hırkati’n-nesebi’l-mutesallî ilâ eşrafi’l-enâmi eslahi’s-sülehâ ve iftihâri’l-küberâ halîfe-i zemân Hacı Bektaş Velî postnişîn Hasan Baba edâma’llâhü emrahû ve ba’de zâlike en tüvârise min hakîkati’n-nesebi’l-mütesallî ilâ eşrafi’l enâm eslahi’s-sülehâ ve iftihâri’l-küberâ ve’l-hasebü’n-nesebü şeyhü’z-zemân sâhibü’s-seccâde kutbü’l-pîrân mâlikü ilmi’l-yakîn ve mürşidühû hakke’l-yakîn ve ayne’l-yakîn eş-şeyh es-seyyid Feyzullah Efendi edâma’llâhü amrehû ve berekâtihî ve esrârihî ve ba’de zâlike en tüvârise li’l-mütâbaati eş-şeyh Abdüllatîf Efendi rahmetullâhi aleyhi rahmeten vâsia ve ba’de zâlike en tüvârise li’l-mütâbaati eş-şeyh es-seyyid Bektaş Efendi rahmetullâhi aleyhi rahmeten vâsia ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh el Hac Feyzullah rahmetullâhi aleyhi rahmeten vâsiaten nevverallâhü merkadehû ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Ali Efendi rahmetullâhi aleyh nevverallâhü merkadehû ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Elvan Efendi rahmetullâhi aleyhi rahmeten vâsia ve ba’de zâlike en tüvârise şehîdân eş şeyh Abdülkâdir Efendi rahmetullâhi aleyhi nevverallâhü merkadehû ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Hüseyin Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh el Hac Zülfikâr Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Yûsuf Efendi zehirnûş rahmetullâhi rahmeten vâsiaten nevverallâhü merkadehû ve ba’de zâlike en tüvârise eş şeyh Kâsım Efendi rahmetullâhi aleyhi ve bâde zâlike en tüvârise eş şeyh Hasan Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Bektaş Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Kalender Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Mürsel Bâlî Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise eş-şeyh Rasûl Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Bektaş Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Yûsuf Bâlî Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Mahmûd Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh İskender Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Genç Kalender Efendi rahmetullâhi aleyhi ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Rasûl Bâlî Sultân rahmetullâhi aleyhi nevverallâhu merkadehû ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Sultânü’l-Budalâ Sâhibü’l-Burhân sırr-ı Yezdân Bâlım Sultân kaddesallâhu sırrahu’l-azîz ve ba’de zâlike en tüvârise şeyh Mürsel Baba Sultân nevverallâhu merkadehû ve ba’de zâlike en tüvârise eş şeyh Hızır Lâlâ Sultân nevverallâhu merkadehû ve âlihî min veledihî’s-sâliki ve’n-nâsiki’l-muhtâci ilâ rahmeti’llâhi teâlâ min Sultâni’l-Kâmili mükemmelin Feyhu’s-Samedânî kutbü’l-âlem sâhibü ilm-i ledünnî el Hac Bektaş Velî el-Horasânî kaddesallâhü sirrahü’l-l-hafî ve’l-celî ibn-i Sultân İbrâhîm-i Sânî ibn-i Sultân Mûsâ es-Sânî ibn-i Sultân İbrâhîmü’l-Mükerremü’l-Mücâb ibn-i İmâm Mûsâ Kâzım ibn-i İmâm Ca’fer Sâdık ibn-i İmâm Muhammed Bâkır ibn-i İmâm Zeynü’l-Âbidîn ibn-i İmâm Hüseyin ibn-i İmâm Ali kerremallâhu vechehû feteha ebvâbe fethan karîban fî tarikati’s-sâlik el Hac Bektaş Velî ve mürşidühû sultân Hoca Ahmed Yesevî rahmetullâhi ibn-i İmâm Muhammed Hanefî ibn-i İmâm Ali fî tarikati’s-sâlik ve mürşidühû İmâm Ali ibn-i Mûsâ Rızâ ve mürşidühû İmâm Mûsâ Kâzım ve mürşidühû İmâm Ca’fer Sâdık ve mürşidühû İmâm Muhammed Bâkır ve mürşidühû İmâm Zeynü’l-Âbidîn ve mürşidühû İmâm Hüseyin ve mürşidühû İmâm Ali kerremallâhu vechehû ve mürşidühû Hazreti Sultân Fahr-i Kâinât ve Mefhar-i Mevcûdât Muhammedü’l-Mustafâ salavâtullâhi aleyhim ecmaîn ve mürşidühû Cibrîlü Emîn ve mürşidühû peyk-i Hüdây-ı Rabbi’l-Âlemîn celle celâlühû ve amme nevâlühû temmet biavni’llâhi teâlâ sebebü tahrîr-i kitâb ve mûcibü tastîr-i hitâb oldur ki cedd-i azîzim Sultânü’l-ârifîn-i ezelî ve bürhânü’l-âşikîn-i lem yezelî Hazreti Hünkâr Hacı Bektaş Velî kuddise sırruhü’l-hafî ve’l-celî hazretlerinin tarikat-ı aliyyesine meşrûta zâviyelerde es seyyid eş şeyh Hâvend rahmetullâhi aleyh zâviyedârları evlâdlarından seyyid Hasan halîfe tarîk-i evliyâyı kabûl edip yedine sofra ve çerâğ senk-i tîğ ve izn-i icâzet ve inâbet verildi ve halîfelik safâ ve nazar olundu ve dahî havâlet verildi mürîd tutuna ve muhîb edine ve tarîk-ı evliyâ önün tutup tarîkından taşra bulduğunun hakkından gele tarikat erenleri buna mani ve dâfi olmayalar şöyle bile izn-i icâzetim ile i’timâd kılalar ve’s-selâmü alâ men ittebea’l-Hüdâ biavni’llâhi teâlâ Rabbü’l-Âlemîn tahrîren fi’l-yevmi’r-râbi’ min şehri Receb-i Şerîf sene tis’a aşer ve mieteyni ve elf
-Şühûdü’l-hâl
Sağ Yanda:
Tarikatlû Milellî Aşîretî mühıbbân-ı handân ehl-i îmân olanlar bu defa Hasan Halîfe ile emmizâdeleri Hızır Çelebi ve Hüseyin Çelebi cedd-i a’lâlarından olagelen beş kuruşun üçünü Hasan Halîfe ve ikisini emmizâdeleri Hızır ve Hüseyin Çelebi mean almak üzere rızâ olduklarını mebnî ma’lûmunuz oldukda Hasan Halîfeye evvel inkiyâd edüp yediği helâl yuduğu mısmıl bunları rızâ ettiği içün işbu icâzetnâme temhîd olunmuştur ve’s-selâm (mühür) Hâdimü’l-Fukarâ es seyyid eş şeyh Veliyüddîn min evlâdi Hacı Bektaş Velî Mühür
Sağ Baştan:
Hâdimü’l-fukarâ Halîfe-i Hasan Dede…..Hacı Bektaş Velî (Mühür)
Hâdimü’l-fukarâ ed-dâ’î eş şeyh Bektaş Ahmed Baba Hacı Bektaş Velî hâdimü’l-fukarâ min neslin mürsel Mustafa Baba (Mühür)
Hâdimü’l-fukarâ ed-dâ’î derviş İbrahim Baba türbedâr-ı Hacı Bektaş Velî (Mühür)
ed-dâ’î es seyyid Muhammed Hamîdullah Efendi nâzır-ı vakf-ı şerîf an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
es seyyid ed dâî Mustafa an sülâle-i Hacı Bektaş Velî (Mühür)
ed-dâ’î mütevelli-i vakf-ı şerîf Mustafa ağa an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
ed-da’î Zülfikâr Çelebi an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
ed-dâ’î Fettâh Çelebi an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
ed-dâ’î Sun’ullah Çelebi an evlâd-ı Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
ed-dâ’î Dede Çelebi an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
ed-dâ’î Yahyâ Çelebi an evlâd-ı Hacı Bektaş Velî (Mühür)
ed-dâ’î Velî Ali Çelebi an evlâd-ı Hacı Bektaş Velî (Mühür)
ed-dâ’î Ali Çelebi an evlâd-ı Hacı Bektaş Velî (Mühür)
ed-dâ’î Kalender Çelebi an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
ed-dâ’î Elvân an sülâle-i Hacı Bektaş Velî min neslin mürsel (Mühür)
Günümüz Türkçesine Çevirisi “Bu, herşeyi bilen yüce Allah’ın takdîridir.”[87]
Allahım, Muhammed Mustafa’nın nuruna salât ü selâm olsun. Allahım, İmâm Aliyyü’l-Murtazâ’nın nûruna selâm olsun. Allahım, Haticetü’l-Kübrâ’ya selâm olsun. Allahım, Fâtımatü’z-Zehrâ’ya selâm olsun. Allahım, imâm Hasan hulk-i rızâ efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, şehîd-i Kerbelâ imâm Hüseyin efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Zeyne’l-Âbidîn efendimizin ondört mâsum-u pâkın nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Bâkır efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Ca’fer-i Sâdık efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Mûsâ Kâzım efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm-ı heştem kıble-i heftem sultânü’l-Horasân burhânü’l-Horasân şehîd-i hâk-i Horasân imâm Alî ibn-i Mûsâ Rızâ efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Muhammed Takî efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Ali Nakî efendimizin nûruna selâm olsun. Allahım, imâm Hasanü’l-Askerî efendimizin nûruna selâm olsun. sâhibü’z-zamân kutbü’d-deverân huccetü’l-bürhân imâm Muhammed Mehdî efendimizin nûruna selâm olsun. Allah’ın salâtı önce sonra görünen görünmeyen hepsinin üzerine olsun. Ali’den başka genç Zülfikâr’dan başka kılıç yoktur. Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla. O’ndan yardım dileriz.
Hamdolsun O Allah’a ki, kudretinin bir nişânesi olarak, âriflerin kalplerini gizli ilimler ziynetiyle dolu bir hazine eyledi. Marifeti kendince derecelere ayırdı. (Bu taksimatın bir neticesi olarak bazıları için, marifeti) az, (bazıları içinse, marifeti) çok, dendi. Şefkat ve inayetinin bir göstergesi olarak, alimlerin gözlerine rü’yet sürmesi çekti (Onlara görebilme yeteneği bahşetti) . Veya küçük-büyük cümle âşıkların duyargalarını açarak, kulaklarını, maşukalarının ismini işitmeye elverişli kıldı. Sizi, yarattıklarından hiç birinin benzemediği bir surette yarattı. (Kendisinin birliğini ve kullarına olan engin merhametini şu ayet-i kerimeyle) muştuladı: “O Allah ki kendisinden başka tanrı yoktur, görünen-görünmeyen her şeyi bilir. Çok şefkatli ve merhametlidir, O”[88]. Gecenin zifiri karanlığında dört bir tarafa akan deniz ve deryalara hayran kalpler, bu hayranlıklarını O’nun yüceliğine bağlamaktadırlar. Denizlerdeki tılsım dalgalarının güzergâhı altındadır, mevkice onlar. Şahitlik ederim ki; bir olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah’tan başka ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki; Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Yüce Allah, kendisini elçi olarak göndermiş ve diğer peygamberler arasında en üst mertebeye yerleştirmiştir. Salât ve selâm kendisi, Ehl-i Beyt’i, evlatları, ashâbı ve eşlerinin üzerinde ebedî ve dâim olsun. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tâbi olursanız doğru yolu bulursunuz”[89]. Yüce Allah da “Zafer Allah’tan ve fetih yakındır”[90] buyurdular. Yine Hz. Peygamber buyurdular ki: “Kul, Müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek için çaba sarf ettiği sürece, Allah da onun ihtiyacına koşar”[91]. Hz. Ali b. Ebî Talib (k.v.) ise “Şayet (Allah ile aramdaki) sır perdesi açılsaydı, (gördüklerim, Allah’ın varlığı, birliği ve yüceliğine dair mevcut bilgi ve inancıma) fazla bir şey eklemeyecekti. Muhakkiklerin Sultânı, Kutbu’l-aktâb fi’l-âlemîn Hacı Bektaş Velî el-Horasânî (k.s.) , mükemmel yaşantısıyla (kemâl-i hâl) avamın, sırlara vukufiyetiyle de havasın şeyhidir. Kendisi namazını kılan, kula kulluğa baş kaldıran ulu bir şeyhtir. Aşağıdaki ayet mucîbince Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma konusundaki titizliği, onunla ilgili yukarıda anlatılan özelliklerin doğruluğunu teyit ediyor: “Peygamber, size neyi verirse alın, neden de men ederse ondan el çekin”[92]. Kalemle yazılan ilk şey, Allah’ın kudretidir. O’nun kudretiyse “bismillahirrahmanirrahim” sözüdür. “Kim Allah’ın takdîrine razı olmaz ve belâlarına sabretmezse, insanların arasından ayrılsın ve benden başka bir Rab arasın.” Nefs-i levvâme bir takım mücâhedelerle geliştirilirse, sonrasında nefs-i mutmainne bir takım riyâzetlerle daha da olgunlaştırılırsa, kişi yüksek derecelere ve yüce mertebelere erer. Denir ki: Karşılıklı haklara riayet, ruhu terbiye edip inceltmekle ve dünya malına çok tamah etmeyip, azına kanaat etmekle olur. Farklı anlamlara da yorumlanabileceği söylenmekle birlikte, bizce Cenab-ı Allah aşağıdaki ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Kadın veya erkek mümin hüviyetiyle kim, sâlih bir amel işlerse, Allah ona güzel bir hayat bahşedecektir”[93]. Kanaat, açlık, az yeme, (doymadan sofradan kalkma) , ilme saygı ve onu yüceltme, daima hayır peşinde koşma, itaatta sebat gösterme (gibi davranışları kendisine) adet edinmekle gerçekleşir. Bütün bunlardan sonra halifeler safına katılmış; yüce, lütûfkâr, affedici ve bağışlayan Allah’ın seçtikleri arasına girmiştir. Bütün bunlar, kendisinin sırasıyla gerçek fakr, fenâ fillah ve bekâ billah makamlarını arzulaması nedeniyledir. (İşte bu özellikteki mübarek eşhastan biri de) fakir ve miskinlerin hizmetkârı, âriflerin kutbu, vuslata erenlerin efendisi Sultan Hacı Bektaş Velî âsitânesine es seyyid eş şeyh Hâvend -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- zâviyedarları evladlarından seyyid Hasan halîfe -Allah onun (hayır) işini, bereketini ve sırlarını dâim kılsın, şimdi olduğu gibi bundan sonra da bütün işlerini (geceyi) sabaha ulaştırdığı gibi bundan sonra ki bütün işlerinde de muvaffakiyetini artırsın- biz Hasan Baba’ya -Allah onun (hayır) işini, bereketini ve sırlarını dâim kılsın- halîfe olarak seccâdeye oturması, farz olan namazları kılması, mükellef olduğu zekâtı vermesi, gücü yetenleri Hacc’a göndermesi, Ramazan orucunu tutması, gelip geçenlere hizmet etmesi, zikir telkîninden sonra ahid ve tevbe kabûl etmesi, fakirlere, miskinlere, bütün yaratılmışlara ve müslümanlara fiilen hizmet etmesi mübahlara yönelmekten ilgisini kesmesi, zamanının halîfesi, büyüklerin iftihârı, sâlihlerin sâlihi, yaratılmışların en şereflisi Hasan Baba Tekkesi postnişini Hacı Bektaş Velî’ye -Allah onun (hayır) işini dâim kılsın- bağlanan nisbetin hırkasını giymesi için icâzet verdik. Ondan sonra, ayne’l-yakîn ve hakke’l-yakînin mürşidi, ilme’l-yakînin sahibi, pîrlerin kutbu, seccâdenişîn, zamanın şeyhi, nisbetin (silsile) asili, büyüklerin iftihârı, sâlihlerin sâlihi, yaratılmışların şereflisine bağlanan nisbetin hakîkatinin tevârüs etmesi için şeyh seyyid Feyzullah Efendi’nin -Allah onun (hayır) işini, bereketini ve sırlarını dâim kılsın- Ondan sonra şeyh Abdüllatîf Efendi’ye -Allah’ın geniş rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh seyyid Bektaş Efendi’ye -Allah’ın geniş rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Hacı Feyzullah’a -Allah’ın geniş rahmeti onun üzerine olsun, Allah merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Ali Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, Allah merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Elvan Efendi’ye -Allah’ın geniş rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Abdülkâdir Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, Allah merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Hüseyin Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Hacı Zülfikâr Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh zehirlenen Yûsuf Efendi’ye -Allah’ın geniş rahmeti onun üzerine olsun, Allah merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Kâsım Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, şeyh Hasan Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Bektaş Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Kalender Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Mürsel Bâli Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Rasûl Efendi’ye -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Bektaş Efendi -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Yûsuf Bâlî Efendi’ye Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Mahmûd Efendi -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh İskender Efendi -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Genç Kalender Efendi Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Rasûl Bâlî Sultân -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, Allah merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Abdalların Sultânı, Burhan Sahibi, Yezdân’ın Sırrı Balım Sultân’a -Allah onun azîz sırrını mübârek kılsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Mürsel Baba Sultan’a -Allah onun merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh Hızır Lâlâ’ya -Allah onun, ailesinin sâlik oğlunun merkadini nurlandırsın- tâbi olmanın tevârüs etmesi, ondan sonra şeyh……âlemin kutbu, ilm-i ledünün sahibi Horasanlı Hacı Bektaş Velî, -Allah onun gizli ve açık sırrını mübârek kılsın- Sultân İbrâhîm-i Sânî’nin oğludur. O da Sultân Mûsâ es-Sânî’nin oğludur. O da Sultân İbrâhîmü’l-Mükerremü’l-Mücâb’ın oğludur. O da, İmâm Mûsâ Kâzım’ın oğludur. O da İmâm Ca’fer Sâdık’ın oğludur. O da İmâm Muhammed Bâkır’ın oğludur. O da Zeynü’l-Âbidîn’in oğludur. O da, Hüseyin’in oğludur. O da İmâm Ali’nin -Allah onun yüzünü mükerrem kılsın- oğludur, sâlikin tarikat kapısını ….Hacı Bektaş Velî’nin mürşîdi; İmâm Ali’nin oğlu İmâm Muhammed Hanefî’nin oğlu fî tarikati’s-sâlik Sultân Hoca Ahmed Yesevî’dir -Allah rahmet etsin- Onun mürşîdi Mûsâ Rızâ’nın oğlu İmâm Ali’dir. Onun mürşîdi; İmâm Mûsâ Kâzım’dır. Onun mürşîdi; İmâm Ca’fer Sâdık’tır. Onun mürşîdi; İmâm Muhammed Bâkır’dır. Onun mürşîdi; İmâm Zeynü’l-Âbidîn’dir. Onun mürşîdi; İmâm Hüseyin’dir. Onun mürşîdi; İmâm Ali’dir -Allah onun yüzünü mükerrem kılsın- Onun mürşîdi; Hazreti Sultân, Kâinât’ın Övüncü, Yaratılmışların En Değerlisi Muhammedü’l-Mustafâ’dır -Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun- Onun mürşîdi; Cibrîlü Emîn’dir. Onun mürşîdi; Âlemlerin Rabb’i peyk-i Hüdâ’dır -celle celâlühû ve amme nevâlühû- Allah’ın inayetiyle (icâzet) tamamlanmıştır. Bu yazının yazılmasının sebebi ve bu hitâbın yapılmasının gereği odur ki; geçmiş ve gelecekte âriflerin Sultânı ve âşıkların bürhânı olan Hazreti Hünkâr Hacı Bektaş Velî -Allah onun gizli ve açık sırrını mübârek kılsın- yüce tarikatına vâris zâviyelerde seyyid Hasan Halîfe, evliyânın tarikatını kabul edip kendisine sofra, çerâğ, seng-i tîğ, icâzet ve mürîd kabul etme izni verildi. Halîfelik safâ ve nazar olundu ve dahî havâlet verildi. Mürîd tutuna ve muhîb edine ve tarîk-ı evliyâ önün tutup tarîkından taşra bulduğunun hakkından gele. Tarikat erenleri buna mani ve dâfi olmayalar. Şöyle bile izn-i icâzetim ile i’timâd kılalar “Selâm, Hüdâ’ya tâbi olanadır”
Not: 28. SAYI - Kış 2003