' Balkan Türkleri, B ... Mesaj Detayi Antoloj ...

Gönderen: Nefise Yılmaz
Tarih: 08.06.2007 13:06
Konu: İnsanın Gönlü...

İnsanın gönlü öyle geniştir ki sevdikçe sevesi gelir. Sevgiyle mutlu olmanın iki yolu vardır. Birincisi, severek mutlu olmaktır. İkincisi ise sevilerek mutlu olmaktır. Severek mutlu olmak çok özel bir durumdur. Bu şekilde mutlu olabilen kişiler daha çok daha çok sevmek isterler. Bu öyle doyumsuz bir istektir ki, insanı sevdiği kişi ve nesneleri daha çok sevmeye yönelttiği gibi, sevdiği kişi ya da nesneler dışında da evrende sevecek bir şeyler aramaya sevk eder.
İnsan, sevgiyle kainata baktığında bu bakış farklıdır. Belki de olması gereken ve bizim birkaç asır geride bıraktığımız bir bakıştır bu. Biz bu bakışı bulunduğu yüzyıldan çıkarıp bugüne taşıdığımızda çevrenin bize bakışı da mutlaka değişecektir. Bakış sevmek amaçlı olunca,bakılan şeyde sevilecek özellik mutlaka bulunur, ufak tefek olumsuzluklara aldırış edilmez. Sevgi dolu bakınca kırgınlıklardan da uzak kalırız. Çünkü asık yüz sevgi dolu kalbe yaraşmaz. Tebessüm eden çehreyle etrafa baktığımızda çevrenin de bize tebessüm ettiğini görürüz.
Sevmek insanı mutlu ediyorsa sevilmek için ayrıca çaba sarf etmeye gerek kalmaz.

Ayrıca, sevgi bir çığ gibi büyüyen, gelişen bir duygudur. İnsanın gönlü öylesine geniştir ki, bütün kainatı içine alabilir. Gönlünde böyle bir genişliği yakalayan kişi, bir şeyi sevmeye yöneldiğinde, sevdiği şey onun gönlünü doldurmaya yetmez.Bu nedenle yöneldiği şeylerden başka şeylere de kalbinde yer açıldığını fark eder. Bu, adeta sonsuzluk arayışının gönlümüzdeki yansıması, içimizdeki sonsuzluğa tatlı bir yolculuk gibidir. Gönlümüzün derinliklerini keşfettikçe, bu yolculuğumuz daha da hızlanarak, katlanarak ve tatlanarak devam edecektir.
Sevilmek suretiyle mutlu olmaya çalışan insanın mutluluğu yakalaması biraz şansa bağlıdır. Zira kendisini seven insanların sayısal çokluğu veya sevenlerinin duygu yoğunluğu mutluluğun belirleyicisi olacaktır. Ancak bu durumda yalancı sevgilerle yüz yüze olmak ta muhtemeldir. Ayrıca kişi, kendisine yönelmiş olan sevginin ya da sevgi gösterisi niteliğindeki davranışların sona ermesi halinde içler acısı duruma düşebilir.
Huzur ve mutluluğun gıdası olarak sevmeyi seçmek bir etken karakter davranışıdır. Diğer türlü, sevilmeyi beklemek, sürekli beklenti içinde olmak anlamına da gelebilir. Ya beklentimiz boşa çıkarsa hiç mutlu olamayacak mıyız? İlk bakışta, sevilmeyi tercih etmekte etken taraf var gibi görünse de oradaki etkenlik, kendini sevdirmek için gayret etme, hoşa gidecek işler yapma şeklindedir. Peki kendimizi sevdirmek için kimin hoşuna gidecek işleri yapmamız gerekir?
Cevap gayet basit. Kimin sevgisini kazanmak istiyorsak onun hoşuna gidecek işler yaparız. Acaba bu yaptıklarımız bizim de hoşumuza giden işler midir? Yoksa mutlu olmak için yapmış olduğumuz tercihin neticesi olarak sürüklendiğimiz bir durum mudur? Yukarıya başkalarının hoşlandığı tuğlaları dizerken kendi temel taşlarımızın bu farklı ağırlık noktalarını taşıyabilip taşıyamayacağını iyi hesap etmek lazımdır. Hesap hatası yaparsak temeldeki taşlar yerinden oynayabilir. Nasıl ki vücut bütünlüğümüz önemliyse, iç dengemiz ve ruh bütünlüğümüz de önemlidir. Bütünlüğün kaybı demek, ruhsuz bedenler, içsiz dışlar demektir.
Hep sevmekten bahsediyoruz ama sevmek bir başlangıç, bir ilk enerjidir. Çocukların sevmeyi öğrenebilmeleri için sevgiye ihtiyaçları vardır. Uzmanlar, çocukların çok sevilmesi gerektiğini söylüyorlar. Sevgiyi yeterince tadamayan çocukların ileriki yaşlarında sevgisiz ve hatta acımasız oldukları da bilinen bir gerçektir. Acımasız, merhametsiz ve negatif duygulara sahip bir nesille karşılaşmamak için çocukların sevgiyle yoğurulması, sevgiyle doyurulmasına ihtiyaç vardır. Çocuklara “anneyi mi çok seviyorsun, babayı mı” sorusu çokça sorulur. Bu soruyu sorarken çocuk tarafından seviliyor olma isteği ağır basar. Oysa bu soruyu “seni annen mi çok seviyor yoksa baban mı çok seviyor” şeklinde değiştirebiliriz. Böylece ebeveynden hangisinin çocuğa daha çok merhamet duygusu aşıladığını anlamış oluruz. Ayrıca anne babayı, çocuklarını daha çok sevmeleri konusunda teşvik etmiş oluruz.

Sevilmeyi önceliğe yerleştirmek hamle sırasını karşıya geçirmek değil midir? “Önce o beni sevsin sonra ben onu ” mantığı biraz bencillik gibidir. Sevgiyi bir şeyin karşılığı olarak düşünmek onu basitleştirmektir. Oysa karşılıksız sevmek sevgiyi yücelten, bunu yapabilen kişiyi de bulunduğu yerden daha yukarıya taşıyan bir tutumdur.
Sevmenin maliyeti de düşüktür. Sevilmek ise öyle olmayabilir. Muhatap sevgide cimriyse olmadık şeyleri isteyebilir. Maddi manevi bizi üzebilir. Sevmek için sevilmeyi ön şart olarak arayanlardansanız, muhatabınız da sevgide cimriyse ve sizi çok dolandırmış ve çok üzmüşse sizde onu sevecek derman kalmayabilir.
Severken gönlümüz, ruhumuz gezer. Sevilmek için kendimiz gezmemiz gerekebilir. Hatta sürünmemiz, sürüklenmemiz gerekebilir.
Biz peşin sevelim de karşılığında sevilirsek, o da bunun kârı olsun. Günlük hayatta çatışma ve stresin en temel sebebi iletişim hatalarıdır. Hata, adı üzerinde isteyerek yapılmayan insana has, gayet masumane yanlışlıklardır. İletişim hatalarının çoğu yanlış anlama ve yanlış anlatma daha doğrusu anlatamamadan kaynaklanır. İnsanlarda mevcut sevgi duygusunu geliştirebilirsek, insanların sevgiyle birbirine bakmasını,birbirini dinlemesini sağlayabilirsek iletişimde de bir kolaylık sağlamış, iletişim boşluklarını doldurmuş olarak daha rahat anlar ve anlaşılır oluruz. Ufak tefek sürçmelere aldırış etmeyiz.Kusurları birer delik kabul edip o delikten arka tarafı görmeye gayret etmek yerine kusurları şefkatle örtmeye, eksikleri tamamlamaya çalışırız. Bu şekilde daha az stresli ortamda daha huzurlu ve daha üretken olabiliriz.

Yunus ‘un deyimiyle “
“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz”