' Balkan Türkleri, B ... Mesaj Detayi Antoloj ...

Gönderen: Ayse Derman
Tarih: 22.07.2006 15:53
Konu: kocatepe şehitlerine

aşağıdaki satırlar Kuzey Yanım ayazım isimli kitaptan alınmıştır; yazarı Fügen Ünal Şen

21 Temmuz Pazar

Bazı masallar acıklı biter...
Hatta acıklı başlar ve öyle sürer gider, değiştiremezsiniz.
Bilir misiniz?
Size denizin orta yerinde alevler içinde kalan bir geminin masalını anlatsam; gemiden yükselen çığlığa çığlığımı katsam dinler misiniz?
Bu satırları yazmaya başladığımden beri, kelimelerim hep suda aksetti; öyleydi, suya yazdım diye belki. Suda bulduğum hayatı suya kattım diye...
Şimdi, yine bu maviliğin orta yerinde dururken, derine, daha derine, en derine giden Kocatepe’nin izine, barut kokan isine takılıyorsam ben, Dumlupınar’ın, Üsküdar’ın peşinden yaptığım gibi suya gömülüyorsam, kızmayın bana, anlamaya çalışın; gözünüzün önünden yok olduğumda, satıhta bir yerlerde iki cılız su kabarcığı kalıyorsa, dokunmaya çalışın.
Zira biri Necati’nin, diğeri Kocatepe’dir...
Öyledir.
Ahhh nasıl oldu, nasıl göz göre, göre battı koca gemi, hem de “dost ateşi”yle...
Herşeyin “an” içinde alınan kararlara bağlı olduğu günler yaşıyoruz. Kocatepe, bu koşturmacanın içinden sıyrılamadı işte.
Battı.
“Türkler kendi savaş gemilerini, Türkiye’den gönderdikleri savaş uçaklarıyla batırdı...” Bu satırlarla hatırlanacak tarih sayfalarında, biliyorum.
Daha Karaosmanoğlu’nun yasını tam tutamamışken kendimi Kocatepe’de buluyorum.
Yorgunum.
Şimdi, dalgalı denizde çatırdıyormuş gibi sesler çıkararak ilerleyen Kocatepe, Amerika’nın İkinci Dünya Harbi’nde kullandığı gemilerden.
Birkaç gün önce genel bakımdan geçirilmiş, gemi komutanı Kurmay Yarbay Güven Erkaya ile, Kıbrıs Harekatı’na katılmıştı.
İşte ben, bu Kocatepe’de, Akdeniz’in turkuaz sularına bata çıka ilerliyorum.
Vakit gece yarısı...
Birden sakin geçen zamanın ortasına bir “rapor”düşüyor.
Zaten ne oluyorsa bundan sonra oluyor ya: “Rodos’ta, Mandrake Burnu açıklarında asker yüklü 10-12 gemi...”
Arkasından kabaca yapılan bir hesap: “Şimdi bunlar gitse gitse 8, hadi bilemedin 10 mil süratle gider, o süratle Baf'a şu saatte varırlar. Kocatepe ve diğerleri o saatten önce Baf önlerine varıp bunların Baf'a girmelerini önlemeli...”
Emir sabaha karşı geliyor Ankara’dan: “Siz üç gemiyle konvoya müdahale edeceksiniz. Önce Hava Kuvvetleri, sonra siz taarruz edeceksiniz.”
Kocatepe’de yeni bir koşturmaca başlıyor, herkesin suratı asık; savaşta belki düşmandan da daha tehlikeli olan şeyin belirsizlik olduğunu bilen askerler soru üstüne soru ekliyor:
Harekât sahası neresi?
Gemilerin tipi, milliyeti ve refakât durumu ne?
Cevap “Sis yüzünden aşağısını göremiyoruz.”
Elde bir tek radar bilgileri var ancak o da yeterli değil ki!
Karşı tarafın gemi topluluğunun ne tip olduğu konusunda sağlıklı bilgi almak mümkün değil, gelen bilgiler çelişkili. Yine de Kocatepe ve diğer muhripler, azami süratle Baf’a doğru yol alıyor.
Orada “birşey” var ama ne?
Kimsede doğru bilgi yok; gidince öğreneceğiz.
O an yeni bir mesaj ulaşıyor komutana:
“Kuvvet Komutanımız bölgedeki bütün Yunan gemilerinin batırılmasını istemektedir.”
Offf, kafam nasıl karışık.
Her yerden yeni bir bilgi geliyor.
Ama gelen bilgiler olayı çözmek yerine iyice karıştırıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ın, olayların daha fazla alevlenmeden önünün alınması için gayret gösterdiğini duyuyorum.
Ecevit, Kissinger'la sık sık yaptığı telefon görüşmesinde Yunan gemilerinin geri çekilmesini istedi, Kissinger bu talebi Yunan Hükümeti’ne iletti.
Yunanlılar da bölgede Yunan gemisi bulunmadığı hususunda teminat verdiler.
Hatta “eğer bölgede ticari veya askeri bir Yunan gemisi varsa, Türkler hiç durmasınlar ve batırsınlar” bile dediler...
Yani o kadar eminler.
Bu mesaj Kissinger tarafından Ecevit'e intikâl ettiriliyor.
Bu ifadelerle, Yunanlılar ve Kissinger, bölgede Yunan gemisi ya da konvoyu bulunmadığını anlatmak istiyorlar.
Ama biz Yunan konvoyunun bulunduğu istihbar edilen sahaya iyice yaklaşmış bulunuyoruz.
Bölge radarlarımızda ancak konvoy falan görünmüyor.
Sadece güneyimizde iki gemi var.
Aman Allah’ım, birden bir korku kapıyor içimi:
Burada gemi topluluğu yok, sadece 2 tane gemi var. Deniz karakol uçağının pilotu durmadan konvoy rapor ediyor. Öyle bir an gelecek ki, o iki gemiye yaklaştığımız anda, konvoy olarak rapor edilen gemiler bir anda biz oluvereceğiz. Sonra da Hava Kuvvetleri'ne mensup uçaklar gelip bize saldıracaklar.
Endişem bu.
Korkum bu...
Pisi pisine bize ateş açılacak, bizimkilerden.
Ben bu telaşı yaşarken deniz karakol uçağının pilotundan bir mesaj geliyor:
“Merak etmeyin. Bahsi geçen iki geminin üzerindeyim. Sizleri de görüyorum. Konvoy denen topluluk birisi Yugoslav, diğeri İtalyan ticaret gemisinden oluşmaktadır.”
Rahatlıyorum, çok rahatlıyorum.
Ama bu iç huzurum, çarkçıbaşı Metin Sürüş’ün köprü üstüne kadar gelip o soruyu sormasına kadar sürüyor:
Saat 13.00 civarı.
“Komutanım, buraya Yunan uçakları gelir mi? ”
“Hayır gelmez, ama biraz sonra Türk uçaklarının gelmesinden endişe ediyorum. Konvoy sanıp bize taarruz etmelerinden korkuyorum.”
Daha konuşmalar bitmemişken, radardan Türkiye yönünden gelen uçaklar rapor ediliyor. Üzerimizden iki roket geçip hemen yanıbaşımızda denize düşüyor.
Kocatepe de uçaklara atışa başlıyor.
Tepemizdeki uçaklar saat 16.00'ya kadar gidip gidip geliyorlar. Birinci ve ikinci roketleri sıyırıyoruz, ama üçüncü ve dördüncü roketlerle tam isabet alıyoruz. Bunlardan birisi kıçtaki topu vuruyor. Diğeri de bacayı delip savaş harekât merkezine giriyor.
Kurmay Yarbay Güven Erkaya, hemen telsiz kamarasına inip, birliğin roket saldırısına uğradığını rapor ediyor.
Kocatepe o sırada bir daha sarsılıyor, yeni bir roket bu kez harekât merkezinde patlıyor. Bütün radarlar, atış kontrol kulesi devreden çıkıyor, yangın başlıyor.
Kendi derdimize düşmüşken diğer iki muhribin de yara aldığını görüyorum.
Kocatepe bir anda donup kalıyor, öyle, kolu kanadı kırık...
Kocatepe’nin kımıldaması mümkün değil artık...
Gemide ışıklar sönüyor, her yer duman içinde, personel de içeride...
Umutsuzca bekliyoruz.
Soluk almak giderek zorlaşıyor.
İşte o anda deniz savunma subayının titrek sesiyle, komutana söylediklerini duyunca irkiliyorum.
“Efendim geminin su üstünde durma kabiliyeti kalmadı, gemiyi terk kararı vermeniz lazım.”
Peki bunu nasıl yapmalı?
Komutan “terk emri” verirse, personel turuncu can yelekleriyle güvertede toplanacak, havadaki uçaklara hedef olacak.
Beklenirse geminin infilâk riski var.
Komutan kararını açıklıyor:
“Uçaklar gidene kadar bekleyeceğiz. Onlar ortadan kaybolduktan sonra gemiyi terk düzenine geçilecek.”
İnşallah o vakte kadar infilâk etmez Kocatepe.
Bekliyoruz.
Zaman gelince, komutan geminin köprü üzerinden “terk işlemini” başlatıyor.
Personel sallara biniyor, Kocatepe terk ediliyor.
Köprüde komutan, muhabere subayı ve seyir astsubayı kalıyor sadece.
Bir de ben.
Görünmez, sessiz, hayal bedenimle...
Muhabere subayı Necati Gürkaya, seyyar telsiz cihazını almış, bir naylon torbaya koymuş boynuna bağlamış, şişirmeli can yeleğini de giymiş.
Ama aceleyle daha can yeleğini şişirmeden atıveriyor kendini suya. Boynundaki telsizin ağırlığından batıp gidiyor...
Gözümün önünde.
Sonra arka arkaya seyir astsubayı ve komutan da atlıyorlar.
Kocatepe ile ben, denizin ortasında bir başımıza kalıveriyoruz.
Ona, Kocatepe’ye diyorum ki; “ben bu yalnızlığı asırlardır yaşarım. Sakın ha korkma.”
Bana diyor ki; “Nesinden korkacağım... Ben bir çelik yığınıyım, böyla kalsam ne olur, batsam ne? Ama batacaksam hemen şimdi gömüleyim suya, belki Necati’yi bulurum çok dibe gitmeden, belki kurtulur o genç.”
Diyorum ki; “Artık zor Necati’ye ulaşmak. Onu derinlerde uykuya bırak.”
Diyor ki; “Şimdi su soğuktur; öyleyse hemen aleve durmalıyım, hiç değilse onu sıcakta tutmalıyım.”
Birşey dememe fırsat vermeden alev alev yanıyor; alazlarıyla önce suyu, sonra derinlerdeki Necati’yi sarıyor...
Saat 21 sularıydı, bin bir parçaya bölünüp suya dalıyor.
Kocatepe hiç bilmiyor, çelik bedenini kalbura çeviren bu hava harekâtının parolasının “şenlik başladı” olduğunu, ama siz de onun derinlerde Dumlupınar’la buluştuğunu bilmediniz...
Ben bildim bir tek.
Ben yandım.
Bazen, bazı gerçekleri bilen üç-beş kişiden olmak ne zordur bir bilseniz!
Ben bugün bu durumdayım.
Kocatepe battı...
Kocatepe’nin bir karışıklık sonucu “dost ateşi” ile battığı ise kamuoyuna henüz açıklanmadı.