Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
ÇIrpInIrdIn Karadenİz
Bey'in göğsünün orta yerinde bir yumruk vardı yine. Eve geldiğinden beri başparmakları yelek cebinde, odasında dolaşıp durmuştu. Gözleri dalgın, ağzı sımsıkı. Sorulanlara kas.-göz işaretiyle cevap veriyordu. Evdekiler onun bu hallerine baktılar. Susmaları, bilhassa hiçbir şey sormamaları gerektiğini iyi biliyorlardı.
Dolaşmaktan yorulmuş olmalı ki, masasına oturdu Masanın üstü yığın yığın kâğıt doluydu. Nota kâğıtları, şiir kitapları, gazeteler, dergiler...
Eline otomatik bir hareketle kalemi aldı. Kâğıda bir şeyler yazdı. Sonra kalemi çizgiler çizmeye başladı. Ruhunda kopan fırtınaları kalemle kâğıda işlemeye çalışıyordu.
Önce dalgalar belirdi kalemin izlerinde. Hırçın köpüklü sular. Batıp çıkan bir gemi silueti. Geminin serenine bir bayrak ekledi. Bayrağın içine bir ay-yıldız. İradesinin dışında bir güç, kalemini ileri-geri hareket ettiriyordu. Çizerek düşünmeye ara verdi.
Koltuğuna yaslandı. Ellerini ensesinde kenetledi. Hayatı, film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Hurşitbanu Natevan'ın onu teşvik etmesi, desteklemesi, uzaklara göndermesi.
Sonra dönüşünde ilk operası Leyl-i Mecnun'un temsili. Operası hatırına gelince Fuzuli'nin mısraları üstüne yazdığı, arya ve koraller gönlüne düştü.
Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge,
Ne açar kimse kapımı bad-i sabadan gayrı.
Bezm-i aşk içre Fuzuli nice ah eylemeyem
Ne temettü bulunur neyde sadadan gayri.'
Aryayı, fragmanları uzun uzun çaldı. Zaten Üzeyir Bey, ya okur, ya musiki icra ederdi. Üzülse okur, sevinse okur, uyumak için okur, uyanır uyanmaz yine okurdu. Okuma ve musiki meslek değil, yasama biçimiydi. Yine Leyl-i Mecnun operasından, kadınlar korosunun söylediği su mahnıyı yadetti.
“Ah eylediğim serv-i hıramanın içindir
Kan ağladığım gonca-i handanın içindir
Sergeşteliğim kakul-i müşginin ucundan
Aşufteliğim zülf-i perişanın içindir
Bimar tenim nergis-i mestin eleminden
Hunin ciğerim la'l-i dür-efşanın içindir
Yaktım tenimi vasl günü şem teg amma
Bil kim bu tedarik şeb-i hicranın içindir
Kurtarmağa yağma-yı gamından dil ü canı
Sa'yim nazar-ı nergis-i fettanın içindir”
Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır
Can içre seni sakladığım anın içindir
Vaiz bize dün düzahı vasfetti Fuzuli
Ol vasf senin külbe-i ahzanın içindir
Fuzuli'yi düşünmek, şiirlerinden teselli bulmak, bestelerini terennüm etmek yüreğine biraz su serpmişti ama değil. İsimlendiremediği, hiçbir duyguya benzetemediği bir ağrı, bir sizi benzeri duygu yüreğini burkuyordu.
Bir kitaba uzandı. Arap elifbasıyla basilmiş bu antolojinin sayfalarından birinin arasına kalem konmuştu. Okumaya başladı. Şiir Ahmed Cevat'ın idi.
'Çırpınırdın Garadeniz,
Bahıb Türk'ün Bayrağı'na!
'Ah! ..' deyerdin, heç ölmezdim
Düşebilsem ayağına! '
Üzeyir Bey durdu. Kıt'ayi bir daha okudu. Çizdiği resme baktı. Sonra piyanosunun üstündeki resme baktı. Taşbasması resim, ona Türkiye'den gönderilmişti Hamidiye'nin resmiydi. Türkler'in gururu gemi, Sivastopol'u bombalayan gemi, Yunan harp gemilerini bordalayan gemi...
Üzeyir Bey, yüreğindeki sıkıntıyı, keder benzeri duyguyu daha bir müdrik hissetti. Bugün yirmiikinci gündü Türk Ordusu Sakarya'da yirmiiki gece, yirmiiki gündür harbediyordu.
'Allah'ım sen kötü gün gösterme, ordumuzun başına bir hal gelmesin. Son kal'amızı koru Tanrım' diye söylendi. Gözlerine acı nemler hücum etti. Tüyleri ürperdi, sazak çalmış gibi, yüreği burkuldu. Piyanosunun başına gitti. Ayakta tuşlara bastı. Bir segâh nağme üstünde parmaklarını dolaştırdı. Sonra oturdu. Bir akor bastı. Piyano ellerinin, beyninin, vücudunun devamıydı.İlhamlarının, düşüncelerinin dile geldiği çalgı-insandi. Leyl-i Mecnun burada yaratılmıştı. Köroğlu burada at koşturmuştu, Azerbaycan mahnıları, milli marş burada doğmuştu.
Gözünü Hamidiye'den ayırmadan tuşlarda parmaklarını gezdirmeye başladı. İçinden haykira haykira Ahmed Cevat'ın mısralarını söylüyor. Parmaklarıyla nağmesini çalıyordu.
Sol-fa-sol-fa, sool-fa-sol-fa
'Çır-pı-nır-dın Ga-ra-de-niz'
Birden oda kapısı tıkladı. Çalmayı kesti. İçeri can dostu, büyük sanatkâr Bülbül girdi. Üzeyir Bey'in buğulu gözleri, titreyen dudaklarını görünce korktu.
-Üstad ne oldu?
-He, Bülbül, hele yaklaş.
Bülbül yaklaştı. Notaya baktı. Melodiyi içinden oku-du, güfteyi görünce:
-Üstad böyle şeyler yazılır mı? Adamı sürerler, asarlar deli misen?
-He, deliyem.
-Eh, eleyse; men de deliyem. Çal.
Üzeyir Bey, hayatımın hiçbir döneminde böyle çalmamıştı. Eserleri yıllardır, konser salonlarında yer almış, Bülbül, operalarının baş oyuncusu olmuştu. Ama bu günkü şarkının verdiği coşkunluk başka türlüydü.
Bir ara ikisi de caddede bir hareket olduğunu sezdiler. Pencereye gittiler. Allahallah? Evin onu insan kaynıyordu. Pencereye bakıyorlardı. Vefakâr Azerbaycanlılar, Flarmonia'daki temsillerden sonra gelirler, penceresinin altından üstadlarını selamlarlardı. Ama bu günkü topluluk hem çok fazla hem de temsil falan yoktu. Halk haykırıyordu:
-Ü-ze-yir-bey çok-ya-şa.
Yanında Bülbülü de görünce alkış koptu.
-Bülbül, Bülbül diye tezahüratta bulundular. Camlı kapıyı açıp balkona çıktılar. Bülbül sordu,
-Hemyarlar, ne oldu?
Kalabalık haykırdı:
- Telgraf geldi, ordumuz Sakarya'da galebe eyledi. Yunanı yendi...
Üzeyir Bey, Bülbül bir an donup kaldılar. Üzeyir Bey'in yüreğindeki yumruk kalktı. Hareketlendi, Bülbül balkonda kaldı. O, piyanosuna koştu. Çalmaya başI adi. Bülbül balkonda söylemeye başladı.
'Çırpınırdın Garadeniz, Bahıb Türk'ün Bayrağı'na! “
Tekrarı, caddedeki topluluk verdi. Sanki bildikleri bir şarkıydı. Yeni bestelenmemişti.
Çırpınırdın Garadeniz,
Bahıb Türk'ün Bayrağı'na!
'Ah! ..' deyerdin, heç ölmezdim
Düşebilsem ayağına!
Ayrı düşmüş dost ilinden
Yıllar var ki çarpar sinen
Vefalıdır geldi geden
Yol ver Türk'ün Bayrağı'na!
İnciler tok gel yoluna
Sırmalar sep sağ, soluna! ..
Fırtınalar dursun yana,
Salam Türk'ün Bayrağı'na! ..
'Hemidiyye' o Türk gam!
Heç birinin bitmez şani!
'Kazbek' olsun ilk gurbanı!
Heyran Türk'ün Bayrağı'na!
Dost elinden esen yeller,
Bana şe'r, salam söyler!
Olsun bizim bütün eller,
Gurban Türk'ün bayrağına
Yol ver Türk'ün Bayrağına'
Şarkı bitince Üzeyir Bey, balkona çıktı. Parmağını ağzına götürdü. 'Sakin olun' işareti verdi. Halk anladı, taş-kınlığın zamanı değildi. Üstadlarına zararlı olurlardı
Yavaş yavaş hükümet meydanına yürümeye başladılar. Bütün caddelerden insan boşanıyordu. Milli şarkılar söylüyorlardı.
Üzeyir Bey'in evinden gelenler 'Çırpınırdın Garadeniz'i' söylemeye başlayınca bütün meydan tekrarlamaya başladı.
Bir grup, Ahmetli'ye gidip Ahmet Cevat'ı getirdiler. Şiirin tamamını ona okuttular. Hep bir ağızdan şarkiyi söylediler.
Birden Abşeron tarafından gelen bir topluluk belirdi. Uygun adım tabur yürüyüşünde. Hepsinin ellerinde Müsavat Bayrakları. Tabur meydana girdi.
Üzeyir Bey ve Bülbül evde duramamışlar, Kuçeye düşmüşlerdi. Bu topluluk da onları başlarına geçirmiş Üzeyir Bey'in bestesini soyluyor, yürüyorlardı.
Azerbaycan! Azerbaycan!
Azerbaycan! Azerbaycan!
Ey qehreman övladın şanlı veteni
Senden ötrü can vermeye cümle hazırız
Senden ötrü qan tökmeye cümle qadiriz
Üç rengli bayrağınla me'sud yaşa
Minlerle can qurban oldu
Sinen herbe meydan oldu
Hüququndan keçen esger
Here bir qehreman oldu
Sen olasan gülüstan
Sene her an can qurban
Sene min bir mehebbet
Sinende tutmuş mekân
Namusunu hifz etmeye
Bayrağını yükseltmeye
Cümle gencler müştaqdır
Şanlı veten Şanlı veten
Azerbaycan Azerbaycan
Bu akşam yer-gök, Hazer denizi, Kafkas dağları, denizden esen Hazrî hep musikî kesilmişti. Bulutlar, Türkiye'ye doğru akıyor, şarkiyi alıp şehitlere ulaştırıyordu. Biz de, 'köklü dağ gibi arkanızdayız' düşüncesini Karadeniz'e, Akdeniz'e, Kızılırmak'a, Fırat'a, Sakarya'ya ulaştırıyordu.
O gece Bakü uyumadı. Taşkent göz kırpmadı. Tebriz, Kazan, Kırım bütün Türk elleri gecelerini feda ettiler, dualarını can u gönülden eda ettiler.
'Tanrı Türk'ü Korusun, Tanrı Türk'ü korusun...'
'…'
FIRAT KIZILTUĞ
İktibas: Dildeste / Ötüken Neşriyat