Azerbaycanı sevenler Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Re
Alan:   Grup:Azerbaycanı sevenler
Tarih: 19.08.2007 17:57
Konu: KARABAG...BIZIMDIR

Şiirlerde İnleyen Yurt: Karabağ
Vatan sevgisi, memleket özlemi edebiyatta en çok işlenen temalardandır. Birçok şair ve yazar, doğup büyüdüğü, her bir köşesinde acısıyla tatlısıyla hatıralarının geçtiği vatanını eserlerinde ele almıştır.

Vatanın resmedildiği bu mısralarda burcu burcu hasret kokar, özlemin yürek yakan acısı hissedilir her satırda. Hele hele bu özleme bir de uzun süreli ayrılıklar eklendi mi, bu kez, satırlarda aksiseda bulan hasret can yakar, yürekleri sızlatır, bu durumda gözlerin nemlenmesi kaçınılmaz olur.

Mesele, vatanın en güzel parçasının elden çıkması olunca bahsedilen duygular en yoğun şekilde yaşanır. Vatan hasretiyle yanıp tutuşanlar, yurdunu yuvasını, hafızalarının bir köşesinde kutsî bir değer olarak her daim saklı tutarlar. Her şey, yurdundan uzak olanları sılaya alıp götürmek için âdeta fırsat kollar. Çoğu zaman, bir kuşun havada nazlı nazlı süzülmesi, bir ilkbahar yağmurunda topraktan süzülüp gelen güzel bir koku, akşamüstü vatanında esen rüzgârı hatırlatan bir esinti, bahçedeki boynu bükük bir gülün mahzun hâli, bazen de vatanda dinlenilen bir musiki parçası yurdundan ayrı düşenleri hüzne boğar. Bunları, gözlerin nemlenmesi ve hıçkırıkların boğazda düğümlenmesi takip eder. Artık bakışlara, duygulara ve söze her hâliyle hüzün hâkimdir. Gözlerden süzülüp gelen yaşlar o anki hâlet-i ruhiyeyi en güzel şekilde ifade eder; dil sussa da gözler konuşur. Bu duyguları günümüzde Karabağlı mülteciler, tâbir yerindeyse, iliklerine kadar yaşarlar. Doğup büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği yurdunu kaybetmenin acısı, ızdırabı bir başkadır onlar için.

İnsan hakları, özgürlükler, dokunulmazlık gibi kavramların revaçta olduğu modern dünyada, nedendir bilinmez, Kafkasların bu köşesinde bu değerlerin esâmesi bile okunmaz. Dünyanın bir köşesinde meydana gelen hâdiselerin aynı anda dünyanın her yerinde takip edilebildiği bir zaman diliminde yaşanılan dramlara, iki ülke arasında oynanan bir futbol karşılaşması kadar bile ehemmiyet verilmemektedir.

Azerbaycanlı şairlerin Karabağ hakkındaki şiirlerinde vatanın kaybedilmesinin verdiği ızdırap ince bir sızı halinde hissedilir. Vatanın işgali şairlerin yüreğine köz gibi düşmüştür. İşgalle birlikte Azerbaycan edebiyatında yeni bir sayfa açılır. Birçok şair duygu ve düşüncelerini mısralarda dile getirmiş, yüreklerden süzülüp gelen hisler, şiirlerde vücud bulmuştur.

Azerbaycan’ın en güzel yöresi Karabağ, ilk defa 1988 yılında işgal edilmemiştir düşmanlar tarafından. Bu güzel topraklar, daha önce Çarlık Rusyası tarafından da istilâ edilmiştir. Yurdunu yuvasını terk etmek mecburiyetinde kalan Hamza Nigarî bu işgal için şiirlerinde gözyaşı döker. Cennet’e benzettiği vatanının düşman eline geçmesi şairin sinesini dağlamıştır. Bu acıyı şair, “Karabağım Kara Bağrım” başlıklı şiirinde şu mısralarla anlatır:

Sineme çekilen kara dağımdır,
Kara bağrım kanlı Karabağ’ımdır;
Kan eker, odlar töker Mirî Nigarî meğer
Yâd kılıpdır, yene Karabağ toprağını.

Aşkın kanı Karabağ’dır mekânım,
Bülbül-i şeydâyam, cennet yerimdir.
Evvel başdan Karakaş’tır bostanım,
İndi gülüstanım Karapir’imdir.

Kışın soğuğunda, onca insan, sonu belli olmayan yolculuklara çıkmak mecburiyetinde kalır. Aç susuz, yaşlı genç binlerce Karabağlı, sadece üstlerindeki elbiseyle yola düşer. Azerbaycan içlerine doğru yol alan mültecilerin her birisi ülkenin farklı mekânlarını mesken tutar. Yurtlarından ayrılan insanlar çadırlarda, derme çatma evlerde, bir kısmı da talebeler için hazırlanan tek kişilik yurt odalarında aileleriyle birlikte barınmak zorunda kalırlar. Bu şartlar altında binlerce çocuk artık ömrünün delikanlılık çağını idrak ederken, her geçen gün onlarcası da dünyaya gözlerini açar. Vahabzâde, çadırlarda büyüyen çocuklara seslendiği şiirinde bu dramı şöyle seslendirir:

Çadırda böyüyen on yaşlı körpe,
Hemişe gözleri o yaşlı körpe
Mugan düzlerine çileyir bugün
Yetim “Karabağ’ın şikestesi”ni.
Mugam nâlesine bürüyür bugün
Doğma Şuşa’sının feryad sesini.

Hele görmemişsen doğma yurdunu,
Senin talihinden çaldılar onu.
İsa Bulağının zümzümesini,
Daşaltı çayının şakrak sesini
Eşidib, suyunu hele içmeden
De, nece kaynatdın boğazında sen?

Nebi Hezri de “Karabağ Yolunda” başlıklı şiirinde işgalle birlikte yaz aylarında dağlara kar yağdığını vurgularken, uzun yıllar yurtlarından ayrı kalmanın verdiği hüznün dayanılmayacak hale geldiğini belirtir:

Yay günü dağlara beyaz kar yağır,
Ucalır zirveye ak heykel kimi,
Hesretim derindir, hesretim ağır,
Neyle ölçmek olar göresen gamı?

Çeken de, ölçen de derdi yürektir,
Yüreğe dünyaca dözüm* gerektir!
Mende dözüm yoktur,
El yanında yüzüm yoktur,
Vakitsiz zirvelere yağan kar menem,
Sanıram Şuşa için günahkar menem.

Karabağ halkı 1988’de bir defa daha mülteci durumuna düştü. Bu insanların yüzlerinden eksik olmayan tebessümün yerini artık düşünceli bir hâl almıştır. Kendilerini ziyaret ettiğimiz birçok Karabağlı, o günleri hatırlamak dahi istemezken, bazıları da yurtlarını anlatmaya başladığında başka bir âleme pencere açılmış gibi gözleri uzaklara dalıp gidiyor. Bir kısmı da, hemen her gün televizyonları başında vatanlarının bu güzide yöresiyle alâkalı muştulu bir haber almak için dört gözle bekliyor. Memleketlerine dair güzel bir gelişme duymasalar da kendi topraklarını ekranda dahi görmeleri onları ziyadesiyle heyecanlandırmaya yetiyor.

Famil Mehdi de “Karabağ Şikestesi” başlıklı şiirinde Karabağ’dan geçen Tebrizli bir kardeşine orada gördüklerini anlatmasını ister. Ona, gerçekten Karabağ’dan geçip geçmediğini, geçtiyse, izlerinin nerede olduğunu sorar:

Kardaşım, can kardaşım,
Tebrizli kan kardaşım!
Doğrudan mı söyle sen,
Karabağ’dan geçmisen?
Geçmisen, izin hanı?
Söhbetin, sözün hanı?
Göresen hansı yandan
O gün çıkmıştı güneş?
Belki utanmış zaman
Bakıp ibret dersine?
Belki bu yer küresi
Fırlanmıştı tersine?
Belki başka bir yana
Burulmuşdu han Araz?
Köprü üstte göy otlar,
İlkin tapdanan zaman,
Belki gülümseyirdi
Settar Han’la Neriman?
Niye o gün dünyaya
Çığlık saldırmadım men?

Karabağ’ın en güzel şehirlerinden biri olan Şuşa, Azerbaycan’ın kültür ve sanatında mühim bir yere sahiptir. Tarihî şehir, ilk kurulduğunda Penah Ali Bey’e ithafen “Penahâbâd” şeklinde adlandırılmıştır. Aynı zamanda bu şehre “Kale” de denmiştir. Hasan İhfa Alizade’nin görüşüne göre kalenin adı başlangıçta “Şehr-i Şişe” yahud “Şişe” olarak geçmektedir. Daha sonra Ruslar bu şehre Şuşa ismini vermişlerdir. Şuşa’da göz kamaştırıcı şekilde inşa edilen kervansaraylar, Mimar Kerbela-yı Sefih’in Gövher Ağa Mescidi, Mahalle Mescidi, Kalasaray kompleksi ve diğer binalar Şuşa’yı millî müze haline getirmiştir. Tarihî öneme haiz olan Şuşa’nın zaptedilmesi Azerbaycan halkını ziyadesiyle üzer. Kartal yuvası gibi yükseklerde kurulan şehir, Karabağ Hanlığı döneminde birkaç defa İranlı komutanlar tarafından kuşatılsa da halk şehri çok iyi koruduğundan, İran ordusu Şuşa’ya giremez.

Hanların yurdu olan bu güzel şehrin, son olarak Ermenilerin eline geçmesi insanları hüzne boğar. Şairler, Karabağ’ın incisi Şuşa’nın düşman eline geçmesini kabullenmek istemezler. Sözü edilen şairlerden birisi de Zelimhan Yakup’tur. O, “Şair Çığlığı” şiirinde tarihî şehre olan duygularını dile getirir:

Şuşanı verdiler! ” - deyende kardaş,
Işıktan zülmete, dumana düştüm.
Suallar, cavaplar yordu beynimi,
Min defe gümandan gümana düştüm.

Belki ataların kırılıp beli,
Oğul ekebilmir, er verebilmir!
Çaydırıp veteni mükeddesliye
Torpağa kan töküb, ter verebilmir!

Belke anaları gözden salmışık,
Oğul doğabilmir, kız doğabilmir.
Söze hamilelik dövrü kurtarıp,
Milleti ayağa kaldırmak üçün
Şairler ilahi söz deyebilmir? !

Bu güzel şehri eserlerinde ele alan diğer bir şair de Halil Rıza Ulutürk’tür. Şuşa’nın Ermeniler eline geçmesi onu da derinden yaralar. Kötü haberi işittikten sonra rüyasında Han’ın ağladığını, Ermenilerin şehri almasıyla bu güzel yurdun, kanadı kırılan bir kuşa benzediğini dile getirir. İşgal güçleri şehre girdiği sırada Şuşa’nın, yaralı bir insan gibi elini Bakü’ye doğru uzatıp, oradan medet umduğunu ifade eder:

Bu gece rüyama girmişdi Şuşa,
Cabbar ağlayırdı, Han ağlayırdı.
Dönmüştü kanadı kırılmış kuşa,
Karabağ başabaş kan ağlayırdı.

Uzadıb elini Bakı’ya sarı,
Batdıkça günaha - batın deyirdi.
Veten hainleri, yurd satkınları,
Satın, Karabağı, satın deyirdi.

Ocak yerlerinde karalırdı kül,
İsa Bulağından kan fışkırırdı.
Susmuştu Üzeyir, susmuşdu Bülbül,
Düşmen menem deyip boğaz yırtardı.

Çadırlarda kalan binlerce insan yazın sıcağında kışın soğuğunda bu mekânlarda hayat mücadelesi verir. Firuze Memmedli, çadırda verilen mücadeleyi bir şiirinde ele alır. Sözü edilen şiirde, çadırın soğukta sıcakta sığınılan bir mekân olduğunu, yeni kurulan şehirlerin “Çadır Şehercik” adıyla anıldığını dile getirir. Bu mekânlarda hayat şartlarının çok çetin olduğunu, fakat ümitlerin de tüllendiğini ifade eden şair, sıcakta da soğukta da çadırlarda yaşamanın ne kadar zor olduğuna dikkat çeker:

Düz çadır, çöl çadır, biyaban çadır,
Çadır uykusunda yatar şehercik
Yok ayılan çadır, oyanan çadır
Ada, ünvana bak,
“Çadır şehercik”

Sıcakta, soğukta cezadı çadır,
Yağışda, yağmurda kezadı çadır
Yeni ev yerine – yeni bir çadır,
Yeni bir addım da atır şehercik.

Eyilib, dikelmir Karabağ beli,
Şikeste çağırır salamat eli.
Sürünüb ardınca kabristan gelib,
Sabır da, dözümde – katar şehercik.

Savaş halinde olan ülkenin herkesin ihtiyacına bir anda cevap vermesi çok zordur. Bu süreçte mülteciler, hayatlarını idame ettirmek için ağır şartlarda çalışmak mecburiyetindedirler. Birçok mülteci, mecburen, mesleği dışında başka işlerde çalışır. İşte, Neriman Hasanzade’nin duygularını harekete geçiren de, Tuğ köyünden gelen ve oradaki okullarda kırk yıl müdür olarak hizmet veren öğretmen bir çiftin hazin halidir. Müdür Mehmet Bey, mülteci durumuna düşünce bahçıvan olarak çalışmaya başlar. Eşi de bir hastanede kapıcı olarak işe alınır. Hasanzade, uzun bir şiirinde Mehmet Bey’in dramını anlatır:

Herkes bir bağbanın üstüne düşüb,
Deyirler:
Bağ niye bu güne düşüp?
Üreyin yanmır mı, od tutub yanır,
Budaklar baltasız budanıp gedir.
Niye sulamırsan bağı, bahçeyi,
Bağbansan, bağbanın insafı hani?

Arkı temizleyir, çör çöpü yığır,
İndi de çöreyi bu bağdan çıhır.
Bir işde yüz işin kulpundan tutur,
Gah ondan yapışır, gah bundan tutur.

Hasardan kenarda istehkam kurub,
Bizim Azerbaycan esgeri durub.
Biri vetenini koruyur, fakat
O biri vetenden korunur elbet.
Hasta hastalara hörmet eyleyir,
Memmed müellimdi bağı koruyan,
İri kapıları açıp – bağlayan.
Yüz illik çamlara hidmet eyleyir,

Bilir ki, Başhekim çok nârahatdı
- İşlerin nasıldır?
- Niye, orta hallidir?

Kısa cavab verir, Memmed müellim,
Bakışı suallım, dili mesellim.

Bu yaşda ikinci ihtisas alır,
Belki kaderinden o kısas alır?

İnsan ömür boyu ömür isteyir,
Müellim arada başka söz deyir.
Ömür isteyir ki, o Tuğ’u görsün,
İstemir “cennette” koltuğu görsün.
İsteyir bir defe akıl yaşında
Gidip süfre açsın bulak başında,
Bir de dostlarına hörmet eylesin,
Meni de Bakü’den davet eylesin.

Şiirlerde de görüldüğü gibi Karabağ’ın işgali, Azerbaycan halkının gönlünde derin yaralar açmıştır. Şiire, şaire ayrı bir önem veren Azerbaycan halkı, bu dramatik hadiseyi şairlerin dilinden hisli bir şekilde dile getirir. Şairler, bu güzel yurdun elden çıkmasını çok hüzünlü/ dokunaklı bir şekilde ortaya koyar. Sözü edilen eserlerde genellikle mültecilerin çekmiş olduklar sıkıntılar, yurtlarına olan özlem işlenirken, bazen de Karabağ’ın güzellikleri ele alınır. Şehit yakınlarının sıkıntılarının dile getirildiği de olur. Birçok şiirde de öz eleştiri vardır. Güzel yurdun düşmesinin sebepleri irdelenir.

Hasılı; şairler, çekilen sıkıntıları ve ızdırapları mısraların sırtına yüklemek suretiyle kalblerindeki sıkıntıları bir nebze de olsa hafifletmeye çalışır. Karabağ, işgal altında kaldığı müddetçe, şiirlerde inlemeye devam edeceğe benzemektedir.


(E.K)