Asabı İkram Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Tuncay Kul
Alan:   Grup:Asabı İkram
Tarih: 02.07.2012 13:54
Konu: MELAMET HIRKASI İZAHI

MELAMET HIRKASI İZAHI
Ben melamet hırkasını kendim giydim kime ne;
Melamet, şekilcilik ve şartlanmalara karşı durup, “Hanif ruh”un açığa çıkması ile başlar. Hakk’ı şekilde değil de direk insanın gönlünde aramak, kayıtlanmalardan uzaklaşmak, tüm şekil ve şartlanmalardan kendini soyutlayarak, Kuran’ın tam özüne inmek ve Hakikat’i araştırmaktır. Kendileri o kadar hor görülmüşler ki, Sufiler onları Hakk’tan bildikleri halde şekillere ve şartlara uymadıkları için dışlamışlardır.
Garip bir ihvan, ilim öğrenmek için bir Sufinin yanına gelir, ama Sufi o garibanın fıtratında her türlü yanlışı ve çirkinliği kendi bakış açısı ile değerlendirip garibanı dışlamış. İşte o garibanın gönül verdiği Sufi tarafından dışlandığından dolayı büründüğü hal Melamet hırkasıdır. Sufiden öğrenemediğini kendi Hakk rızası ile kendinden kendine gönül ve mantık birliği ile öğrenirler. Ve Hakk’ı kendinden kendine müşahede etmeye başlar.
Melaminin bu büründüğü hale ise kensi “kendi giydim kime ne? ” derken, “ben size sorarken dışlayıp halime aldandınız da şimdi Hakk’ı gönlümde bulmuşum bunun mu hesabını sorarsınız” manasındadır.

Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne;
Öyle bir hal alır ki, şartlanma ve kayıtlanmalardan kendisini tamamen arındırdığı için Sufilerin bile algılamadığı ilimler kendisine açılır. Böylece Hakk’tan başka herşeyden vaz geçer. Bu vaz geçiş; zahiri olarak yaşantıda değil., enfusta dünyalıklara verilen değerlerin tek sahibinin Hakk olduğunu bilmektir. Yani serden geçip, kendisinin sadece Hakk’ın verdiklerinin emanetçisi olduğunu bilerek yaşamaktır. Dünyayı sahiplenmeden nasiplenmesini bilmektir. Sahiplenmenin “ilahlık” iddiasında olduğunu algılayıp, sahiplenmeyi terk edip, sadece nasiplenmeye dönüş yapmaktır. Bu algılayışa geçmiş olan kişi en değerlerini bile enfusunda siler ve mecazen taşa çalar..

Aah Haydar Haydar taşa çaldım kime ne...

Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi;
Gök; beyinde akıl ve şuurun bittiği, şuurun ruh ile yüz yüze geldiği Miraca varılan yerdir. Ruhun derinliklerinde ehl-i harab olunan, sınırsız özgürlüğün olduğu ve hesap sorulamadığı yer olan bir mekan vardır ki, o mekanın varlığı Hakikat ilmi ile keşfedilir. Velakin Marifet ile yaşanır. İşte orası “Allahın ahlakı ile ahlaklanın” denildiği yer olup Nur’u Muhammedinin mekanıdır. Hakikatin ve ilmin bittiği yerdir o mekan. Ve oradan tüm alem seyredilir. Has Melami o mertebeden “El Vedud” ismi masharınca ve Habibullah’ın gözü ile tüm alemi tek olarak seyreder. Cem-ül cem yerinden Ahadiyyeti seyreder.

Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni;
Avam’ın içinde normal bir vatandaş olarak da yaşar. Ve kınanmaya o kadar açık bir hale gelir ki, tüm insanlar onu izleyerek kendisine bir ders çıkarırlar. Alemin yanında bir zerre bile olmadığının keşfedilmesidir burası. Bu hal, Cem-ül cem halinin karşılığı olan en tabandaki Tevhid-i Efal mertebesidir.

Aah Haydar Haydarseyreder alem beni...

Sofular haram demişler, bu aşkın şarabına;
Melamet ehli, Sufi gruplardan ayrıdır. Melamilik, Sufi gruplara benzetilmeye çalışıldığı için anlaşılamaz zaten. Sufiler, Vahdet-i Şuhud algılamasından öteye idraklerini sınırlamışlardır, şartlanmardan dolayı öteye geçemezler. Oysa ki Melamet ehli o sınırı da geçip, Vahdet-i Vucud düşüncesindeki “Tek”liği kavramıştır. Bu nedenle Hakk nerede ise Melameti de oradadır. Birbirine taban tabana zıt mekanların ve yaşantıların içine gönül rahatlıkları ile girerler. Sufiler bunu başaramaz ve bu kadar sınırsızlığı da “haram” diye nitelerler.. Oysa ki, Sufilerin bilmediği bir şey vardır ki onu da Melametiler bilir. O “Mizan ve İtidal Yol”dur (hassas denge ve orta yol) .
Misal olarak; Keskin bir bıçağın sırtında dengede durup, o yol yürümek gibi, bir yana düşse Hak öbür yanda olur. Öbür zıt yana düşse Hak bu yanda olur. Zıtları ile bir olan tek yer ise o bıçağın sırtıdır... Burasının tarifi için “demirden leblebi çiğnemek, ateşten gömlek giymek” diye tabir edilir. Melamilerin Taban tabana zıt olan her mekana girebilmelerinin ve oradaki hallere bürünmelerinin sebebi, Hakk’ın her iki zıt taratta da mevcut olduğunu bilmelerindendir. Ve bunu da Mizan ve İtidal yolu izleyerek başarabilirler. Çünkü Hakk iki’dir yani zıtları ile bir olan hak-iki, Hakikat’tir. Sufilerin “haram” dediği bu haller, onların algılayıp ama yaşayamadıklerı yerdir. Çünkü burada mantık ve gönül girliği şarttır. Mantık ve gönül bir olduğu zaman Hakk onay vermiş demektir, ve bu onay vicdandan hissedilir. Bahsedilen bu en uç noktalarda Sufilerin gönülleri ve mantıkları Melamiler gibi tek vucut olamadan ve mizanı hissedemediklerinden “haram” derler.
Melamiler de bu hissiyatı her bedenin taşıyamayacağını bildiğinden bu sırları kendileri yaşarlar ve anlatmazlar. Çünkü şeriata saygı duyarlar kimsenin bulunduğu hali değiştirmeye kalkmazlar.

Ben doldurur, ben içerim, günah benim kime ne;
Yaradılmış olan her şey Hakk’ın rızası ile halk edilmiş ve varlık aleminde yerini almıştır. Ve her şey insanlar için yaratılmıştır. Mizan ve İtidal yolu takip eden bir kişi Marifetullahın feraseti ile yaratılmış olan her şeyde kendisini görür.

Ve bu mizan hiçbir şeyden kendisini ayrı tutmaz. Günahınıda da sevabınıda da vicdanındaki Hakk ile bilir... Hakk, o kişinin vicdanı olmuştur artık. İşte burası, Hakikat ilmi ile bilinen fakat yaşanması ancak mizan sahibi Marifetullah ile ifa edilebilen yerdir.
Marifet ehli burada Bahr-ı bi-payan olur iki denizin birleştiği yere sahiptir. Ne mürşid kalmıştır burada ne de ilim...
Kişi kendinden kendine hem mürşidi hem de müridi olmuştur. O mürşidin de müridin de kim olduğunu alğılamıştır artık. O kişinin mürşidi mantığı ve gönlünü birleştiren vicdanıdır. O vicdan Hakk’tır. Nur’u Muhammedi’nin ilmini oradan alır. Bu hal Vahdet-i Vucud algısı olup, tüm kainatı Hakk’ın kendisi için yarattığının farkındadır.
O aşk şarabını kendisi doldurur kendisi içer. O kişiye göre aşk şarabı da, üzüm şarabı da aynıdır artık. O kişi, kendinden kendine tekliği yaşadığından ve bunu da mizan ve itidal yol ile başarabildiğinden avamın ilgisi veya şekli onu cezbetmez.
Avamın onu kınaması onu sadece güldürür. “Kime ne” der geçer...

Aah Haydar Haydar günah benim kime ne...

Kâh giderim medreseye, ders okurum hak için;
İlim öğrenmenin benliği olmaz. Okula da gidilir, bir çocuktan bile ilim öğrenilir. Gerekirse medreseye de gidilir Hak için... Medrese “ilim alınan yer” ise, bu orantı ile ilim alınan her yer ona göre mürşiddir.
Tefekkür ile ilim alınıyor ise o mürşid şuurdadır. Kitaplardan öğreniliyor ise o mürşid kitaplardır.
Yani ilimin aktığı geldiği yerin şekli önemli değildir. İlim nereden geliyorsa gelsin orası ister canlı olsun ister cansız mürşit’tir.
Tasavvuf ehli Sufiler, illa ki Mürşidi sorarlar, onlara deseniz ki “benim mürşidim şu gördüğünüz ağaçtır” diye. Olmaz derler ve dışlarlar.
Çünkü onlar gayba inanmanın insandan ayrı Hakk’ın gaybı olduğunu zannederler.
Oysa ki o gayb Melaminin gönlündedir.
Velakin Melami, şekil olarak Sufi’yi tatmin etmediğinden ilmindeki gayb onay görse de fesatlıklarından dolayı rağbet edilmez, karalanır.

Kâh giderim meyhaneye, dem çekerim aşk için;
Her zerreden Hakkı müşahede eden Melami, ilmin ve aşkın bulunduğu yere sınır tanımadan girer çıkar.
Her toplumda kabul görür ve oraya uyum sağlar. Hiçbir yeri de abes görmez. Çünkü bilir ki; meyhane de, mescid de Hakk’ın rızası ile yaratılmıştır. Bilir ki; sarhoş da, imam da Hakk’ın kuludur.
Bilir ki; kendi nefsi ve fıtratı da Hakk’ın iradesine teslim edilmiştir. Asla Hakk’ın iradesine sahip çıkmaya kalkmaz.
Bilir ki; ondan isteyen ve arzu eden Hakk’ın ta kendisidir. Ve elbet ki, tüm bunları ancak Mizan ve İtidal yol ile yapılabileceğini de bilir. Ve bu mizan ile, aşkı ve ilmi eğer meyhanede bulduysa, oraya da gider.
Tüm zıtlıkları aynı anda yaşayabilme marifeti ona hediye edilmiştir.
O hiçbir şeyi abes görmez. Ancak onu abes görürler...

Aah Haydar Haydar dem çekerim aşk için...

Sofular secde eder, mescidin mihrabına;
Melametiler Sufilere benzetilmek istenir, ama Melami asla bir Sufi değildir.
Sufi olanlar tarikat üstüdür ve halka mal olmuş kişilerdir.
Allah’ın edep sahibi kullarıdır, nizama uyum gösterirler. İslamın tüm zahir şartlarını yerine getirirler. Ve halka örnek olmaya çalışırlar.
Melamiler de şeriat yasalarına saygı duyarlar uyulması gerektiği yerde uyarlar ama bunu islamın kat-i olarak bir şartı olduğu için yapmazlar.
Mizan ve itidal yolu izlediklerinden ve halkın içinde yaşadıklarından Hakk’ın arzusu olanı Halk ile ifa etmeleri gerektiğinden yaparlar.
Melamiler islamın şartlarının aslen zahir alemdeki semboller olduğunun farkına vardıklarından onlar sembollerin ötesinde manaları ile ibadet ederler.
Velakin hem zahire uyarlar hem de batından ibadet ederler.
Mesela; Kurban kesmenin manansı benlikten arınmadır. Ama bunun sembolü Kurban kesilmesidir.
Namaz kılmanın manası, her an hak ile her işi ifa etmektir. Ama bu yaşantının sembolü şekil ile kılınan namazdır.
Kıyam, ruku, secde hallerinin manaları ile yaşarlar.
Tahiyyat halinde Hakk ile diz dizedirler.
Hac’ca gitmenin manası, bir insan kalbini kazanmak, gönüldaş edinmek ve her an dikkatte olup insanları kırmamaya çalışmaktır.
Bunun sembolü ise dünyanın kalbi olan Kabe’ye hac yapmaktır.
Sufiler “nizam” ehlidirler, velakin Melamiller ise “mizan” sahibidir.
Bu nedenle Sufiler ibadetlerini mutlaka mescidin mihrabına karşı yapar.

Benim ol dost eşiğidir, secde gâhım kime ne;
Benim ibadetim ise karşımdaki her mahluğun kalbini tavaf etmektir.
Kalpleri kazanmaktır. Çünkü Allah kalp makamındadır. Kabe orasıdır.
Yedi sıfatımla tavaf ettiğim merkezdir o kalp.
Secdegahım gönüllerdedir.
Benim ibadetim ve secdegahım o gönüller ve o gönüllerde gördüğüm Nur’u Muhammedi’dir.
Hz Muhammed (sav) ’dir.
Ben o Nur’un kölesi olmuşum serden geçmişim kime ne...

Aah Haydar Haydar, secde gâhım kime ne...

Nesimi’ye sorduklarda o yar ilen hoşmusun;
O yar ki, aşkı aşmış olup, maşuğuna kavuşma yeridir.
Aşkın bittiği sevginin başladığı en güzel yar Habibullah’tır.
Onu abes görenler sorarlar bu meşguliyetimle hoşmusun diye...

Hoş olayım olmayayım, o yar benim kime ne;
Kimi ilgilendirir ki benim secdegahım, sevdam, dinim, mezhebim...
Hiçbir mezhebe ve tarikata bağlı olmadan, kayıtlanmalardan ve şartlanmalardan tamamen kurtulmuş olarak O Habibullah’tır benim bendenim... Ben O’nda, O da bendedir... Ben o’nun sırrıyım, O’da benim sırrımdır.. Kime ne..!

Aah Haydar Haydar, o yar benim kime ne....
Kime ne...!

Tasavvuf denilen felsefe, melamet hırkasını giymiş Muhammedilerin yanında deryada bir damla kadar küçük kalır erenler…!
Melameti sakın ola başka tasavvuf ekolleri ile karıştırmayınız. Kıyaslanamayacak kadar büyük bir deryadır Melamet.
Allah’a şükürler olsun Ferdullah yetiştiren Muhammedilere. ferd olarak yetişir ve ferd yetiştirir. Kimse onun üstü veya altı değildir. Özgürdür, gönlü deryadır. Kuran ol ferdin gönlünde saklıdır. O kişi Kuran konuşur her kelamında kuranın özü dillenir. Çünkü kendisi Kuran olmuştur.

Her zerreden işleyen hakk tır. 4. devre Melamiliği aşikare görünmeye başladı Muhammediler. Açılın, anlatın Hak Muhammedin sırrını. Hz. Muhammed’ (sav) i anlatın. O’na aşık olmayı anlatın. O’nu İlah edinmemeyi, putlaştırmamayı anlatın. Medeniyete uyun. Hakkı tavsiye edin. Vicdanı tavsiye edin. Gönülü tavsiye edin erenler…
La ilahe illallah 'HAKK MUHAMMEDEN' Resulullah..
“Men reani reel HAKK…”
Görmeyene de 'len terani' der geçer koca sultan.
''Ben görmediğim Allah'a inanmam'' Hazreti Ali.
Hz Ali, Hz Muhammed (sav) in gözbebeklerinin içine derin derin bakarak söyledi bu sözü... 'BEN GÖRMEDİĞİM ALLAH’A İNANMAM' …
Siz düşünün artık Hz Ali nereye bakıyordu ve neyi gördü.
Ol manayı sezen görür Mahmud’un özünü…
Ol manayı bilmeyen baksın suret-i sani ye.
O öyle bir mecal ki, hak o mecalini 'an' da verir.
O'nun iki eli arasındadır kader. 'An'ı fark ettirir.
Furkanı ve sebepleri yok eder gider.
Geriye kalan sadece bir hayal ve anıdır ol mecalin içinde.
Ama o bir 'an' da bırakılan değer tüm bir yaşam için gerçek değerlerdir her Muhammediye.
Hakk'ın mecalini resuller risal ederler ve kaybolup giderler Cihan-ı kebire.
O öyle bir mecal ki, “Abdullah” olmaktan geçip “AbduHU” olma yolunda sadece gönülleri fethetmeye geldi bu aleme.
O’nun komutanı Hz Hızır'dır ki latiftir görünmez, ispat bırakmaz, gönüllere.
O’nun padişahı Hz Muhammed (sav) dır ki Nur'u emanettir bir gösterir bir kaybolur gözlerden.

Tuncay KUL

EY MUHAMMEDİ..!
KADİR-İ MUTLAKTIR SENDEKİ HAK CEVHERİ..
SİDRE İLE OYUN OYNAR SENDEKİ HAK FERASETİ,
SIRATIN İPİNİ SEN GERDİN BİLMEZMİSİN..
BAHR-I HARAB GEÇER KEN OYNAT İPLERİ..

t.kul
(bahr-ı harabe)

RESİM SEÇ