Asabı İkram Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Tuncay Kul
Alan:   Grup:Asabı İkram
Tarih: 15.05.2012 12:23
Konu: TERK ETMEK, TERKİ DE TERK ETMEK...

TERK ETMEK, TERKİ DE TERK ETMEK
Tevhid; Hakk’ın Vahidliğini akıl ile idrak, kalp ile zevk etmektir. Vahdet, varlık aleminin yokluğunu idrak edip, her zerrede hatta insanın kendisinde bile Hu’dan başka bir şeyin olmadığını idrak etmek demektir.

Tüm varlık alemi Nur-u Muhammedi ile başlar. Nur-u Muhammedi HU’nun ilminde sadece bir hayaldir. Bu nedenle varlık alemi de HU’un ilmindeki hayaldir. Varlık alemi Allah (ceberrud) ismi ile ortaya çıkar. Allah, Zatullah (hu) ’ın sıfatı dır. Allah ile esmalar ve efaller oluşur. Ve efaller ile HU kendini bilinmeklik ile tatmin eder. HU, bilinmeklik arzusunu geçekleştirmek için tüm sıfatını, zahirini ve batınını yaratmıştır. Ama bilinmekliği ise İnsan’dan dilemiştir. Yani, HU ile İnsan’ın arasındaki tüm yaratılmışlar teferruattır. İnsanın yaratılması içindir. Bunca kainatın zahirini ve bekasının yaratılması, insan içindir.
Evet, “Vahdet, varlık aleminin yokluğunu idrak edip, her zerrede hatta insanın kendisinde bile Hu’dan başka bir şeyin olmadığını idrak etmek demektir” demiştim ve açıklamaya çalışayım hocam. Zerrenin katrilyonlarca büyütülmesi ile maddelerin varlığı bir noktadan sonra kaybolur ve maddeler birbirleri ile boşlukta karışırlar, yok olurlar. Buna kuantum fiziği denir. Bu kuantum teorisi ile her zerrede HU’nun ispatı ve varlığında yok olduğunun ispatıdır. Yani bir’in sıfırda yok olması gibi. Bir olan Allah’tır, sıfır ise Allah’ın Zat’ı dır. Bu olaya Allah’ın kendi Zatında gizlenmesi veya Ceberud’un Lahut’ta yok olması veya varlığın hiçliğe karışması diyebiliriz.
Ceberrudu aşamayan aşkına aşına olmuş demektir. Ne kadar yüksek bir idrak mertebesi olsa dahi gizli şirk insanın ilminde kalır. Çünkü aşk bir şirktir.
Neden...? Çünkü aşk var ise aşık olunan da var olduğu için doğal olarak ikilik oluşmaktadır. İkilik şirk teşkil eder. Bu hal ceberrud ilmini geçemeyen ve yokluğu idrak edemeyenler içindir. Onların yerleri varlık aleminin bekasında yaratılmış olan “Cennet-i Ala”nın en güzel yerleridir. Çünkü cennet, ceberrudda yani varlık alemindendir. Fakat ceberrudu da geçmiş olan kul, artık zatını yaşar. Ve belki de hiçbir şey yaşadığını da hissetmez. Çünkü o hiçliği okumuş olduğundan Zat’ın indinde kaybolma boyutuna gelmiştir. Bu kişi yaşayan ölü gibidir. Ama bu hal onun kendi enfusundadır, görünüşünde değil. Bu kişi için ne cennet ne de cehennem kalmıştır artık. Çünkü isim taşıyan ve bir ismi olan tüm unsurlar varlık aleminde yani ceberrud aleminde kalmıştır. Terki de terk etme yeri, “tevhid den bile vazgeçme” yeri burasıdır. “Tevhidden bile vazgeçmek” demek; tevhid edilecek bir ikilik kalmamış demektir. Tevhid sadece ikilik varsa yapılır. İkiliği, çokluğu tek yerde toplamak içindir tevhid… Hiçliği idrak eden için tevhid de kalmamıştır. Bu kişinin Vahdet’ liği de bitmiştir, çünkü ceberrudu da geçip tevhidi terk etmiştir.
Allah bize de nasib eylesin hocam. Ceberrud ve Lahut alemindeki hat çok incedir, bir tarafı Vahdet-i şuhut hali, bir tarafı Vahdet-i Vucut halidir.
Vucut; mevcut olan tek olan demektir. Burası Hz Muhammed (sav) dır
Şuhut ise; şahit olan mevcudu görmüş olan demektir. Burası Cebrail as dır.
Vahdet-i Şuhud ancak akıl ile algılanabilir çünkü varlık aleminin şuhudu dur bu. Akıl da varlık alemindendir. Vahdet-i Vucud’a ermek ise akıl ile alakalı değildir, akıl ile idrak edilebilecek tarif edilecek veya yorumlanacak bir şey değildir. Bu nedenle Cebrail Sidere-i Mümteha’yı geçemedi... Çünkü Cebrail as denilen varlık, Hz Muhammed’in ilmi ve aklıdır. Cebrail (as) ’i sanki başka bir varlık olarak algılamamak lazım. Tüm melek ve tüm esmalar İnsan’da mevcuttur. Hz Muhammed (sav) , Hu’nun yanına aklını ve vasıfını da varlık aleminde bırakıp hiçliği ile ulaşmıştır...
Yani ne kadar tartışılsa da Vahdet-i Vucut halini idrak eden bilir ki, orası Allah’ın Zat’ıdır, O (hu) kendini tefekkür ettirtmez. Muallakta bırakır. Zaten Hz Muhammed (sav) “Allah’ın Zatını tefekkür etmeyiniz” demiyor mu?
Tam o sıfır noktası olan Sidre-i Mümteha'da Cebrail as.’ın kelime-i tevhidine dikkat ediniz; “eşhedüenlailahe illallah ve eşhedü ennamuhammeden abduhu ve resuluhu”
Cebrail as. bu kelime-i tevhid ile iki defa şahitlik yapmaktadır:
Birinci şahitliği; “eşhedüenlailahe illallah” anlamı; şahidim ki varlık aleminin tek sahibi Allah’tır ve ondan başka ilah yoktur. Burası sıfatın ve ceberrud’un bittiği yerdir.
İkinci şahitliği ise; “ve” ile başlar. “ve” kelamı ile ikinci defa şahitliğini dile getirir.
“ve eşhedü ennamuhammeden abduhu ve resuluhu” anlamı; ve bir kere daha şahit oldum ki hz Muhammed (sav) Hu’nun kulu ve Hu’nun resuludur. Burası hiçlik alemi olan “lahut” yeridir.
Dikkat ediniz ki “abdullah ve resulullah” değil “abduhu ve resuluhu” diyor. “abdullah” ile “abduhu” arasında fark vardır. Zaten amaç da bu farkın beyan edilmesidir. Cebrail as Hz Muhammed (sav) in “abdullah ve resulullah” olduğuna varlık alemi olan ceberrud aleminde zaten şahit idi. Cebrail as Hz Muhammed (sav) ’in “abdullah”lık tan “abduhu” yerine geçmesine şahit olmuştur.
Demek oluyor ki; Hz Muhammed (sav) ’in Nur’u her şeyden önce yaratılmıştır. Sıfattan veya ceberrud aleminden önce Hu’nun indinde yaratılmıştır. Şuhud eden ne bilsin ki Vücudu idrak edenin halini... tam sözün üzerindeyken Vahdet-i Şuhud ve Vahdet-i Vucut’u konuşalım ne dersiniz...?

1) Vahdet-i Şuhud algılaması;
Allah’ın varlığına inanmak ve Allah’ın yarattıklarını da kesrette var olarak bilmektir.
Cebrail a.s.‘ın Sidetül Münteha sınırında (varlık-yokluk sınırı) Şahit olduğu durumdur. Cebrail a.s, Hz Muhammed (sav) ’in bu sınırda kalmayıp geçtiğine şahit olmuştur.
Cebrail as, Hz Muhammed(sav) ’in yokluğa geçtiğine şahit olduğunda öyle bir şevk ile hayretler içinde kalıyor ki, şu kelime-i tevhidi zikrediyor, “eşhadü enlailahe illallah / ve eşhedü enna muhammeden abduhu ve resuluhu”... Cebrail (as) bu zikir ile, iki defa şahitlik yapıyor..
Birinci şahitliği “eşhadü enlailahe illallah” zikridir. Cebrail(as) bu zikir ile varlık alemini kast etmektedir. Varlık alemi ise batın ve zahir alemdir. Yani zahir ve batın alemini içinde toplayan, cem eden ceberrud alemidir. Burası kabekafseyn ile izah edilen Cem-ül cem yeridir. Cebrail as.bu alem için, “ şahit olurum ki, ilah yoktur sadece Allah vardır” sözünü zikrediyor. Bu alemde Zatullah’ın “Allah ismi” ile sıfatlanarak yarattığına şahitlik ediyor. Ve Hz Muhammed(sa) ’in “abdullah” olduğunu görüyor.
Peki, “Zatullah” kim, “Allah” kim?
Allah; alemin yaratıcısıdır ve varlığın kendisidir. Zatullah ise; Allah’ın zatı olan HU’dur. Arzu edicidir.
Cebrail (as) kesrette (valıkta) kalıp, Allah ile Allah’ın Zat’ına “aşık” konumundadır...
İkinci şahitliği ise; “ve eşhedü enna muhammeden abduhu ve resuluhu” dur. Cebrail (as) bu zikri ile yokluk alemini kast etmektedir. Burası HU’dan başka hiçbir şeyin olmadığı “Lahut” alemidir. Bu alem için “ (ve) , tekrar şahit oldum ki Hz Muhammed (sav) HU’nun kulu ve resulüdür.” Öyle bir keşif ki zat ile sıfat arasında var olan Nur-u Muhammedi’yi algılıyor.
Cebrail (as) , birinci şahitliği ile, Hz Muhammed’in “abdullah” olduğunu zaten biliyordu ki zaten şahit idi. Yani, varlık alemindeki yaşantısından biliyordu ki Hz Muhammed “abdullah” tır. Çünkü kendisi de zaten varlık aleminin meleğidir. İkinci şahitliğinde ise; Hz Muhammed’in “abdullah” olmaktan “abduhu” olmaya geçtiğine şahitlik etmesidir. Yani Nur’u Muhammedi’ yi keffediyor.
Abdullah; “Allah’ın kulu” demektir.
Abduhu; Zatullah’ın kulu yani “HU’nun kulu” demektir.
Cebrail (as) , işte tam da bu sınırda Vahdet-i Şuhud halindeyken Vahdet-i Vücut haline şahit olmuştur.
Buradan da anlaşılıyor ki; Vahdet-i Vücut algılaması, ancak Vahdet-i Şuhud algılaması ile gerçekleşir. Vahdet-i Şuhud’un son safhasına gelmeyen kişi bunu anlayamaz ve tartışmalar sürer gider. O safha ki, varlık ve yokluk sınırı idrakidir.

2) Vahdet-i Vücut algılaması;
Vahdet-i Vücut; Allah’ın varlığı ile var olmak ve Allah’ın Zat’ını ruhunda hissetmek ve O Zat’tan başka hiçbir şeyin olmadığına kani olmaktır. Sıfatı zatında gizlemek yok etmektir.
Şuuru varlık mertebesinde olan kişi, Vahdet-i Vücut’u müşahede edemez. Ancak Cebrail gibi idrak edebilir. Yaşantısı ise kişinin kendinden kendinedir.
Vahdet-i Vücut, Hz Muhammed (sav) ’in miracıdır. Varlık yerinden yokluk yerine intikal etmesidir. Hz Muhammed’in “her şeyden önce benim Nur’um yaratıldı” “Adem, çamur bile değilken ben peygamberdim” sözleri ile işaret ettiği alem Lahut alemindeki Nur-u Muhammediliğinden dir. Kendisinin Hu’nun indinde her şeyden önce bir Nur olarak yaratıldığını bilmesidir. Ve orası sadece Hz Muhammed’e ait olan ve “evedna” ile izahı yapılan Ahadiyet-ül Cem yeridir, “yetimin malı”dır. Çünkü HU’nun indindeki bilinmeklik arzusu ile var olan tüm bilim ve ilim ile yüklü Nur, Hz Muhammed (sav) ’in Nur’u dur. O Nur ki varlıktan önce yaratılmıştır. Ve onunla tüm alem var edildi. Yani Nur’u Muhammedi bir noktadır. Alem yaratılması ile nokta kesrete yani çokluğa çeçti. Nur-u Muhammedi yokluk aleminde ilk taayyün olarak yaratıldığı için elbet ki oraya geçmek de sadece ona aittir. Çünkü tüm ilim ondadır ve o ilmin karşılığı olan “bilinmeklik” ise Lahut alemindedir. Geri kalan tüm unsurlar Nur-u Muhammedi’nin kesretlerii olduğu için ancak Sidretül Mümteha sınırına kadar gelebilirler. Bunun dışına çıkamazlar. Çünkü kesret olan tam değildir. Tam olan ise tüm kesreti birleyen Hz Muhammed’dir. Kesret olan, ancak ve ancak Hz Muhammed’(sav) ın şefaati ve müsadesi ile anlık olarak yokluğa geçip, hissedilir. İşte bu hissedişi yaşayan kişi Vahdet-i Vucud’u algılamış, görmüş ve idrak etmiş olur.
Varlık alemi sonuna kadar ulaşılan yer Sidrei Mümteha sınırı Cem’ül Cem makamı yeridir. Hz Muhammed’in “İbrahim’i sırtını Beyt-i Mamur’a dayamış olarak gördüm” dediği yer Sidretül Mümteha sınırıdır.
Evet, Hz Muhammed (sav) in miracı Vahdet-i Vücut’tur. Yani Hz Muhammed (sav) varlıktan yokluğa intikal edip, orada kendi Nur’unun varlığına, yani Nur-u Muhammedi’ye tanık olmuştur. Miraca vardığı yer Sidre-i Mümteha dan ötesidir. Sidre-i Mümteha’nın ötesi yokluk yeri, hiçbir şeyin yaratılmadığı, zaman ve mekanın olmadığı “Lahut” yeridir. “Bilinmeklik” arzusunun çıktığı, doğduğu yerdir orası. Hz Muhammed (sav) , miracında Zatullah’ta yok olmuştur. Bu olaya şahit olan ise Cebrail a.s. dır. Cebrail a.s varlıkta kalıp yokluğa geçemediği için kendisi Vahdet-i Şuhud (şahit) yerindedir, fakat Vahdet-i Vücud’u idrak etmiştir. Hz Muhammed (sav) Vahdet-i Vücud’u bulmuştur. Yaşamak elbet başka fakat idrak etmek ve yaşamak arasında ince bir hat vardır. Vahdet-i Vucud ancak Ahadiyet yerine sahip olanın izni ile idrak edilebilir. Cebrail as. da burayı idrak ettiği için “abduhu ve resuluhu” demiştir.
Buraya kadar İnsan ve tüm alemin de Nur’u Muhammedi’den yaratıldığı anlaşılmış oldu inşallah.
İşte bunu idrak eden kişi kendisinin özününde O Nur’dan yaratıldığını bilir ve şunu zikreder “Hz Muhammed (sav) miraca çıktığında bende onunla beraberdim” ister inanılsın ister inanmasın...!
Madem ki benim varlığım O Nur’dan yaratıldı, o halde ben de bahr-ı harabe olarak derim ki; “her şeyden önce benim nurum yaratıldı diyen Hz Muhammed (sav) ile bende herşeyden önce o Nur’da idim, Hz Muhammed miraca çıktığında ben de yanındaydım, ve ben olmasaydım bu alem de olmazdı...”
İşte bu idrak Vahdet’i Vucut’tur hocam.. Nur’u Muhammedi bizi bu idraktan ve rahim sıfatından gelen daha da özel bilgilerden mahrum bırakmasın (sav) .
İlim ile, ancak varlığın son sınırına kadar (ceberrud’un bittiği yer) müşahede yapılır veya yaşanır. Ama bu sınırdan sonrasını müşahede etmek için sadece Zatullah’ın izni ve Nur-u Muhammedi’nin şefaati gerekir, o da anlıktır ve hayal edilerek his ile gerçekleşir. Tövbe ve dua kapısı açıktır. Bu alem dua lar ile hareket eder ve genişler.. talep etme iradesini veren talep te ettirir.. telep edene de hz Muhammed’in izni ile o şuurlar açılır..
Yazdıklarımı kendimde ve Kur’an da gördüm ve yazdım. Zat, bana minyatür bir kainat olduğumu keşfettirmeseydi bu yazdıklarım, kulaktan duyma veya kitaplardan aktarma olacaktı. Kitaplar, bana sadece şuurumda hissedip de söyleyemediklerimin karşılığını görmemde yardımcı oldular. Ve her kitapta akılda kalan sadece “tek bir cümle” oldu. Ve sadece o cümleyi bulmak için yüzlerce sayfalık kitaplar okudum. Okuduğum her kitapta bende zaten var olan cümlelerin karşılıklarını buldum.Çözemediğim bir kitabı anlamak için anahtar kitaplarını okudum.. anahtar kitapları da anlayamadım ve onları da açıklayan kitapları okudum. Hatta açıklamalı kitaplardan da hiçbir şey anlamadım. Ve kitaplardan vazgeçtim sonunda, çünkü bir ayette “kitap yüklü develer” den bahsediyordu… Sonuç hüsran, yine olmadı... ama tefekkür etmekten vazgeçmedim ve kendi köküme döndüm. Bana öğretilen ilmime sığındım. Çocukluğumdan beri bana öğretilen ilimde öğrenmenin şartı ne idi? Talep etmek, kabulden gelmek ve sabır. Her şeyi kendimde bilmeye yöneldim. Çünkü kainatın hatta varlığın ve yokluğun minyatürü “ben” dim. “kendini bilen rabbini bilir” şablonu ile Allah’ı da Zat’ı da kendimde bularak, Kur’an ın İnsan olduğunu anladım.
Talepsiz bir şey alınamaz. Niyetsiz olmaz. Niyet eden de ettiren de O dur. Hu, Allah, Hakk, Halk, Rabb bunların ayrı ayrı detaylarını manalarını uzunca bir süre inceledim. Sonrada hepsini tevhid ederek hepsine birden cem eden isim olan “Allah” dedim. Sonra anladım ki, isimsizlikte ve A’ma da olan “O” denilen varlık için tüm isimleri ve sıfatları da geçmek gerekiyormuş. Ne cennet ne de cehennem hepsini de geçmek gerekiyormuş.
Ve sonra anladım ki, meğerse o anlamadığım kitaplar hep beni anlatmışlar da ben anlamamışım...
Her şeyin en doğrusunu Allah (cc) bilir…

BaHR-ı HaRaBe
(t. KUL)

RESİM SEÇ