Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Okumak...
Üniversite öğrencisi iki genç kız, ikisi de yaşıtlarının okumadıklarından, edebiyat eseri okumaya asla ihtiyaç duymadıklarından yakınıyor.
Yaşıtları, dizileri seyrediyorlarmış ama, dizilerin yola çıktığı romanları okumak istemiyorlarmış.
Hemen her gün böylesi yakınmalar işitiyorum. Annebaba, çocuklarının kitap okumadığını üzülerek söylüyorlar. Öğretmenler kaygılı, ne yaparlarsa yapsınlar, bir türlü kitabı sevdirememişler.
Kitabı sevdirmek için, yarışmalı hediyeli bir televizyon izlencesi tasarlamış yapımcılar tanıdım. Dostum bir kitapçı, haftanın belli bir günü, şu kadar kitap alana istediği eseri armağan etmeyi düşünüyor.
Son yıllarda mı bu böyle? İsteksizlik, kitaba uzak duruş.
Hiç sanmıyorum. Uzun yıllar önceydi, Altın Kitaplar'ın kurucusu, sevgili yayıncım Doktor Turhan Bozkurt'la konuşuyorduk. Turhan Bey, edebiyatımızın gün geçtikçe dünyaya, hayata, ifade ediş tarzlarına dar bir çerçeveden baktığını söylemişti. Sözgelimi romancılarımızın tek bir çizgide yol aldıkları kanısındaydı.
Küçümsenmiş, edebiyat dışı sayılmış kimi yazarlarımıza değiniyor; bir Kerime Nadir'in, Esat Mahmut'un, bir Muazzez Tahsin'in yokluğunu hissedip hissetmediğimizi soruyordu. Hafif, pembe romanlar, kuşkusuz, her dönemde hoşlanılarak okunan kitaplar.
Gerçi şimdi durum değişmiş. Şimdi hafif, pembe romanların yerini 'vampir' romanları almış. Peynir ekmek gibi gidiyormuş vampir romanları.
Turhan Bey'e dönüyorum. O kaygılıydı. Bu türden yerli romanların artık yazılmadığından yola çıkarak, yetişmekte olan okurun, doğrudan doğruya çeviri kitaplara yönlendirildiği kanısındaydı. (Önsezisi güçlüymüş: Vampir romanları çeviri.) İyi kitap seçme eğitiminden geçemeyen okur, daha ilköğrenimde çeviri aşk ve macera, gerilim romanlarıyla tanışıklık kuruyor, yerli edebiyatı benimseyemiyor, bu da sürgit böyle devam ediyor...
Turhan Bey edebiyat sevdiren Reşat Nuri'yi, Refik Halid'i handiyse ağlamaklı anıyordu...
O kış Milliyet gazetesine bir röportaj dizisi hazırlamıştım. Toplumda sivrilmiş, maddî imkânlara kavuşmuş bazı hanımlarla görüşme fırsatı buldum. Çoğu çalışmayıp evinde oturuyor, çoğunun ev işlerine bakan yardımcısı, yardımcıları var. Ama çoğu da tek satır okumuyor. Yaşlılıktan gençliğe okuma oranı, daha o zamanlar, daha da düşüyor. O kadar ki, en gençleri, üniversite öğrencisi bir hanım, 'Kitap okur musunuz? ' diye sorduğumda şu yanıtı vermişti: 'Boş zamanlarımda yün örerim.'
Kitap okumak, boş zamanlarımızı değerlendirmek midir? Öyleyse, boş zamanları değerlendirmek için hayli lüks, sıkıcı bir uğraş olduğunu kabul edeceğiz kitap okumanın. Yün örmek, televizyonda bayatın bayatı dizi seyretmek, Türkiye'yi kurtaran ve bir türlü kurtaramayan tartışma programları, belki bunlar bile lüks.
Karşı komşuyla dedikodu yapmak, telefonda çene çalmak, gazetelerin magazin sayfalarını, eklerini haldır haldır okumak elbette daha kolay, daha ucuz, daha renkli, kimilerimiz için daha zevkli etkinlikler. O zaman da, şimdi de.
Besbelli, sorunu dünden bugüne devralmışız.
Eğitimci bir arkadaşla konuşuyordum. Hâlâ sağ-sol ayrımı saltanatını koruyormuş. Sabahattin Ali'yi aman sakın körpe beyinlere okutmayın! diyen lise müdürünü anlattı. Yıllarca sürdü bu hastalıklı tutum. Sabahattin Ali okutulmadı, Necip Fazıl okutulmadı. Ben artık geçti, sona erdi sanıyordum.
Vaktiyle, kim bilir kime, kimlere, 'Peyami Safa romancılığımızda bir doruktur' demiştim. 'O faşist adam mı? ' cevabını almıştım. Okuryazar geçineni böyle düşündükten sonra...
'Gençleri okumaya özendirmek için ne önerirsiniz? ' diye soruyorlar.
Hiçbir şey önermem. Yıllarca güzel eserler için, sevdiğim kitaplar için yazdım çizdim, bir işe yaramadı da, yalap şap söylenmiş sözler, ayaküstü öneriler mi işe yarayacak? !
Hem, ne önereceğimi soranların okuduklarına inanıyor muyum ki! İnanmadığımı, hiç inanmadığımı söylesem, yüzlerine karşı, ayıp olacak. Bilmem ki-bilmem ki diyerek, düzmece sırıtışlarla geçiştiriyorum...