Akılcılar Grubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Alan:   Grup:Akılcılar Grubu
Tarih: 30.11.2011 01:07
Konu: D E N E M E L E R-1//Mutlu geceleer

D E N E M E L E R

1… İNSAN EVREN ve TANRI

Yaşadığımız dünyada, boş ve saçma düşünceler kadar, boş ve anlamsızlık dolu gereksiz söylemler vardır. Bunların doğruluğuna ve yanlışlığına yine insan karar verecektir. Düşünen canlı olarak insan, önce doğru düşünmeye çalışacak, düşündüklerini güçlü ve doğru bilinen kaynaklarla destekleyecektir. Güçlü kaynaklarla desteklenmeyen söz ve düşünceler, yeterli olmadıkları gibi, geçerli olmayan bir kavramı gereksizce ortaya sürmektir.

İnsanın tanımını sadece düşünen, koordineli düşüncesiyle yaşamsal değerler üretmesini başaran, hayvanlar sınıfının en üstün canlısı olarak tanımlayalım.

Evren: İçinde sayısız gök cisimleriyle birlikte yaşadığımız, sınırlarının hem var olup ve hem de var olmayacağı düşünülen, insan aklının kolayca algılayacağı çok çok büyük bir mekandır. Bir baştan bir başa, milyarlarca ışık yılı uzaklıklarla tanımlanır.

Tanrı: Evreni yoktan var eden, evrensel düzenin işleyiş yasalarını belirleyen, sınırsız büyüklükle belirsiz en küçüğün yaratıcı sahibi ve başlangıcı sonu olmayan tekilliğin, güç ve kudretin canlılar dünyasında sadece insanoğlu tarafından algılanabilinen, sığınacağımız en yüce güç olarak tanımlayabiliriz.

Yön ve doğrultumuzdan bizi yönlendiren hiçbir güce ödün vermeden birlikte düşünmeye başlıyoruz. Evrenin sınırsız ve sonsuz büyüklüğünü düşünün. Evrenin büyüklüğü içinde Samanyolu Galaksimizi ülkemizdeki bir ilin alan ölçüsü kadar düşünelim. Bu büyüklüğün içinde Güneş Sistemimizi bir tenis topu büyüklüğünde orantılı düşünmek zorundayız. Yine aynı oranı dikkate alarak dünyamızın büyüklüğünü de bir toplu iğnenin başı kadar olacağını düşünürsek hiç de yanlış düşünmemiş olacağız.

Yukarıda belirttiğimiz büyüklük içinde, bir toplu iğnenin başı kadar olan büyüklükte yedi milyar insanın varlığı ve insanın küçüklüğü sizi hiç şaşırtmamalı. İnsanın dünya üzerindeki varlığı henüz keşfedilmemiş devasa elektronik mikroskoplarla dahi tespit edilemeyen, adına yokluk diyeceğimiz küçüklüktür. Nasıl olur da Yüce Tanrı bu yok farz edilen küçüklüklerden birisine veya bazılarına kendisine elçilik yapmaları düşüncesiyle yetki ve görev verebilir? Bu küçüklüğün çok daha büyükleri (çeşitli melekler) duruyorken, üstelik Yüce Tanrı en küçükle en büyüğün yaratıcı sahibiyken, evrende her oluş kılıştan haberi varken elçiye neden gerek görmüş olabilir?

İnsanın düşüncesi pozitif verilere dayandığı, Yüce Tanrı’nın insanlara işlevsel fonksiyon için kendisini anımsatmak amacıyla verdiği beyin ve mantık süzgecinin doğruluğunda kendisine ulaşılabileceğini açıkça kanıtlamış değil midir?

Dünyamızda Yüce Tanrının varlığına birliğine inanmayan insan yoktur. Dünyamızda Yüce Tanrı’nın dışında bir başka Tanrı tarafından yaratılan, başka bir insan da yoktur. Her insan ibadetini inandığı aynı Tanrıya yakararak, tapınarak, alıştığı bir takım ritüelleri uygulayarak yerine getirmektedir.

Durum böyleyse, beni ve bizi yaratan Yüce Tanrı tüm insanlığı yaratmış, ne bir zümreyi bir zümreden ve ne de bir kişiyi başka bir kişiden üstün kılmamıştır. Biz aramızdaki bu derecelenmeyi boş inançlarımız yüzünden yapmış; Yüce Allah’a tapmamız (ibadet etmemiz) gerektiğinde bunun yanına bir de ölümlü (fani) insan eklemeyi nedense uygun bulmuşuz. Bu inanma biçimimiz bizi yanıltmıyor mu?

Ben “yanıldığımız” düşüncesine inanıyorum. Yüce Allah’ın (Tanrı’nın) ilahi adaleti tecelli edişi ve “yarattığı kullarına eşit dağıtmadığı” düşüncesine götürür bizi. Oysa ilahi adalet tüm Allah’ın kulları için geçerlidir ve eşittir. İlahi adaleti için bir kulunu diğerlerinden üstün tutmuş olsaydı, ya onu ölümsüz kılacak ya da ondan sonra aynı görevi sürdürecekleri açıkça belirtmiş olacaktı. Sürekli değişim esasına kurulu ilahi evrensel düzen, sıra insan inançlarına geldiğinde bir noktada durağan, sabit, kemikleşmiş, hiç değişmeyen bir anlayışla açıklanamazdı. Çünkü İlahi anlayışta böyle bir olgu düşünülmemiş ve insanlara dayatma yapılmamıştır. İnsana dayatma yapan ilahi düzenin gereği değil, yine insanın dayatmasıdır. Bu kavramı anladığınızda içinizde duyumsadığınız ilahi kudretin daha da güçleneceğine, gerçek inancın neden var olduğunu anlayacağınıza inanıyorum.

Tanrı insanları köle ya da efendi olarak yaratmadığı gibi, sıradan insan, kral, asil olarak da yaratmamıştır. Dünya düzenini ilahi düzenin dışına taşıyarak, insanları kişiler, gruplar, zümreler diye derecelendiren anlayışın temelinde dünya nimetlerinden daha çok yararlanma, daha çok pay koparma düşüncesi vardır.

İçinde çıkar çatışması, söz etkinliği kazanma düşüncesi olan hiçbir inanç, inanç değildir. “Tanrıyla kulu arasında üçüncü bir şahıs olamaz” düşüncesi esas alındığında, insanların saf ve temiz duygularının nasıl kullanıldığı, inancın Tanrı buyruğu olmaktan çıkarak insan buyruğuna döndüğünü görmek mümkündür.

Tanrı insanlara akıllarını gereksiz yere vermemiş, kullarının kendisine ulaşabilecekleri bir güç kaynağı olarak vermiştir. Israrla iddia ediyorum: “İlahi kudretin insanlara verdiği özgür inancı çıkar çevreleri çarpıtmamış olsaydı, dünya insanlığı tüm ayrıcalıklı kötülüklerden arınmış olacaktı” Dileyen benim gibi düşünür, dileyen dilediği yolu tutar. İnsan inancına saygı duymak, inanç konusunda hiçbir kimseye müdahale etmemek, inancı özgür bırakmak ve baskılardan arındırmak inanlık barışı için çok önemli bir adım olacaktır. Dünya üzerindeki tüm dinlerin gerçek ve ilahi insan sevgisini işleyemedikleri, dünyada yaşadığımız kaosun asıl nedenidir…..R. Y.