Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
“ AKILCI ” AYDIN SORUNU...............bilmek güzeldir
Dünyaca ünlü Princeton Ünüversitesi’nin geniş arazilerini dolduran binalarından biri vardır ki, dış mimarisinin çekiciliği ve vitraylarının güzelliğiyle ziyaretçilerin merak ve ilgisini uyandırıyordu. Binanın haşmetli kapısından içeri girilince loş ışık huzmeleri arasında, eski çağların büyük bilginlerinin resim ve heykelleri göze çarpar. Bu heykellerden biri diğerlerinden farklı giyim tarzıyla, daha uzaktan dikkatleri üzerine çekecek niteliktedir.
Yanına yaklaşanlar “Al-Hâvi” yazılı taş kitabın açık sayfalarına eğilmiş mağrur bir başla karşılaşırlar. Bu baş Arap dilinde yazılmış en önemli tıp yapıtlarından birinin yazarı olan ve ünü, ortaçağ dönemi boyunca Batı’yı saran ve on birinci yüzyılın bilim adamlarından sayılan Ebû Bakr Muhammed Bin Zekeriya al Râzı’nın değerli bir heykeltıraş tarafından taşa kazılmış başıdır.
Sadece İslam dünyası değil, asıl Batı dünyası ona çok şey borçludur. Kadim Yunan düşüncelerini ve özellikle eskiçağın en büyük bilginlerini, örneğin Gullen’i, Hipokrat ve Democritis’i ve daha nicelerini Batı’ya tanıtan biri, muhtemelen ilk kişi olduğu için; o dönemin bilim çevreleri al Râzı’yı, din kalıpları ve din baskısı dışına taşabilen ve gerçek ilmi, özgür düşünce ve deneyler sisteminde aramak isteyen bir kimse olarak görmüş ve yüceltmiştir. Batı Ünüversiteleri ve bilginleri onu, bu özellikleri nedeniyle kendilerine örnek edinmişlerdir. Princeton Ünüveristesi’nin bu bilgine böyle şerefli bir yer ayırmasının nedeni budur. İbn-i Sina, ortaçağda Batı’nın hayranlık duyduğu diğer bir İslam bilginidir ki, “Al-Şifâ” adlı ünlü yapıtıyla tanınır. Adı yine dünyaca tanınmış Paris Ünüversitesi’nin Tıp Fakültesi binalardan birinin giriş kapısının kemer taşlarına işlenmiştir. İbn-i Farabî ki, o da Türk Asıllı bir İslam Bilgini, bu serinin önemli diğer simalarından biridir. Bu örneklere İbn-i Rüşt, İbn-i Haludun al-Birunî, İbn-î Arabi… Daha nicelerini eklemek mümkündür. Ve bu saydığımız kimseler, onların sayısız denecek kadar çok benzerleri, çeşitli bilim dallarında eski Yunan’dan ve özellikle Aristo’dan Platon’dan (Eflatun) Sokrat’tan, Galen, Hipokrat ve Democritis gibi müspet bilim kurucularından akılcılığın ürünü olan yapıtlarından yararlanmışlardır.
Bunlar genelde akılcı olmakla beraber, hiç değilse bu eski “akılcı” dönemin bilimsel verilerini ya da düşünce ve mantığını (yanlış dahi olsa) yansıtabilmişlerdir. Temsil ettikleri özellik, her ne kadar şeriata bağlıymış gibi görünmekle beraber Eski Yunan kaynaklarına başvurarak iş görmüş, düşünce üretmiş olmalarıdır. Örneğin Farabî ki, yapıtlarından birinde Aristo’yu iki yüz kez okuduğunu iftiharla söyler. Bu nedenle Aristo’nun baş yorumcusu olmuştur. O’nun bu yorumları sayesindedir ki, nice bilginler Aristyo’nun yapıtlarını anlayabilme olanağı bulmuşlardır.
Bundan dolayıdır ki, İslam bilim çevreleri Aristo’yu “Muallim-i Evvel” diye değerlendirirken Farabî’yi de “Muallim-i Sani” isimleriyle yüceltmişlerdir. İbn-i Sina Aristo’yu kırk kez okuduğunu fakat anlayamadığını, ancak Farabi’nin yorumları sayesinde anlamaya başladığını itiraf etmiştir. İbn-i Rüşt daha sonraları Aristo’nun en yetkili ve etkili yorumcularından biri olarak ortaçağ bilginlerinin hayranlığını kazanan bir başka ünlü düşünürdür.
Bu düşünürler Batı dünyasının bilim verilerini din kitaplarından ziyade akıl rehberliğinde arama olanağına kavuşmasında önemli rol oynamıştır. Batılı bilim adamları, özellikle 13. yüzyılda, onun adıyla bir düşünce okulu ve kendisini “Averroist” diye çağırı olmuşlardır. (Bilindiği gibi İbn-i Rüşt’ü Batılılar Averros olarak tanırlardı) Yine aynı şekilde Muhyi-d Din Arabi “Sevgi Benim Dinimdir” derken Eski Yunan’dan, özellikle Areisto’dan örnek almaktaydı. Batı, ortaçağının en büyük şairlerinden Dante Eski Yunan düşüncesine Arabî sayesinde kavuştuğunu söylerken, ona şükran borcu olduğunu söylerdi.
Denilebilir ki, başta Aristo olmak üzere Eski Yunan’ın en büyük bilginleri ve bilim kaynakları, hep bu kalemler sayesinde önce İslam dünyasının ve sonra Batı dünyasının bilim ve kültür gelişmesinde temel malzeme işini görmüşlerdir. Onlar sayesindedir ki, ortaçağ Batı’sı Eski Yunan’ın akılcılığına kavuşabilmiş ve böyle saplanmış bulunduğu “dogmalara” karşı “Hayır” diyebilmiş, aydınlıklara ulaşabilmişlerdir. Eğer bu İslam bilginleri Eski Yunan’ın söz konusu kaynaklarını ortaya vurmamış, ya da yorumlamamış olsalardı ne İslam uygarlığı ve ne de Batı uygarlığı diye bir şey doğamazdı.
Ne var ki, Batı’yı Eski Yunan’ın bilim hazinesine kavuşturan ve böylelikle karanlık çağdan kurtulma olanağı yaratan, sınırsız aşamalara yönlendiren İslam düşünürleri kendi öz toplumlarına “özgür düşünce” ve “akılcılık” alanında aynı nimetleri verme başarısını sağlayamamışlardır. Her ne kadar ortaçağ Batı’lıları onları Eski Yunan akılcılığının temsilcileri gibi görmüş ise de yanılmışlardır.
(Yazının son bölümü, yarın kaldığımız yerden devan edecektir.)
Prof. Dr. İlhan Arsel … (Aydın ve “Aydın”) İsimli eserinden alınmıştır.