Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Fincanın Hikâyesi
Yaşlı kadın, bir antika dükkânından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu.
Hayranlıkla fincanı seyrederken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi:
— Şu an hayranlıkla baktığın ben, bir zamanlar bir avuç çamurdan başka bir şey değildim.-
Kadın kekeleyerek:
- Nasıl? Anlayamadım? - diyebildi.
Fincan:
- Demek istiyorum ki, bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr beni eline aldı. Önce ezdi, dövdü, yoğurdu. Sonra bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndürdü, döndürdü. Döndükçe de, ezip, yoğururken bağırıp yalvardığım:
-Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtarın. Dönmekten nerdeyse bayılacağım demişsem de, usta gülümseyerek, Henüz değil!
Derken sonra götürüp bir fırına koyup, kapıyı kapattı.
Fırın gitgide ısındıkça, bu adamın beni yakmaktan başka bir niyetinin olmadığını düşünüyor, gene beni kurtarması için yalvarıyordum.
Ama onun cevabı her seferinde de, daha değil oluyordu.
Nihayet bir saat sonra çıkardı ve bir masanın üstüne koyup,
Boyamaya başladı.
Ve gene fırına koydu. Tabi beni artık rahat bırakması için yalvardıkça, o henüz değil demeye devam ediyordu.
Derken bir süre sonra yanaklarından bir damla süzdürerek, fırının kapısını açıp, -işte şimdi tam olman gereken varlık oldun.
Artık yerin ayakaltları değil, vitrinlerdir.
Değerini korumasını bil evlat- deyip yanımdan ayrılmıştı.
Anlıyor musunuz ben, eğer ustam, beni öyle ezip, dövüp, gönderdi ve yakmasaydı, ben hep o ayaklar altındaki çamur olarak kalacaktım.- diye konuşur-
İşte böyle bir zamanlara kızdığımız ustalarımıza, öğretmenlerimize, annelerimize, babalarımıza, farkında olmasak ta, kim bilir ne kadar minnettar borçluyuzdur.
Saygılar
Gökmen Yılmaz Erdem