Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Karlı havalarda
Telefondaki ses, “Kar yağıyor” dedi. “Altında yürümek isterdim seninle... Ne zaman geleceksin? ”
Kadın, Atlas Okyanusu’nun şah dalgalarını maviliğinde ışıtan gözleri düşündü bir an. Sonra hınzır aklı, Ettore Scola’nın La Terrazza filminde, unutamadığı o sahneye kaydı.
Ancak çürümeden önce en koyu rayihayı salan, lezzetin doruğuna dalından düşmeden önceki an ulaşan meyveler gibi, olgunluğun zirvesindeki Giovanna, o sahnede hamilelik sırrına ortak ettiği arkadaşına, “Düşünebiliyor musun? Bu yaşta...” diye ağlardı.
Telefondaki sese, onun da “Düşünebiliyor musun? Bu yaşta...” demesi gerekirdi belki de. Ama hâlâ beğenilmenin büyüsünü yok etmek korkusuyla, diyemedi.
“Şubat sonunda geliyorum”la yetindi. Bir an durup, kupkuru yanıtın soğukluğunu, “Belki o zaman da yağar...” diye ısıtmaya çalıştı.
“Bilemem” diye sürdürdü telefondaki ses. “Kar yağıyor ve ben şimdi yürümek istiyorum seninle. Yıllardır aynı yağmurlarda ıslandık, ama kar hiç böylesine güzel yağmadı. Fazlasıyla bekledim...”
Bir avcıyla karşı karşıyaydı.
Av tablosunu çok yakından tanıyor, fetihlerini tek tek biliyor, avlanmak için peşinden koşanları görüyordu. Aynı tuzağa düşmesi mümkün değildi, her şeyden önce zekâsına hakaret olurdu. Üstelik, “Bu yaşta...” diye geçirdi içinden.
“Başkasını beklemediğine emin misin? ” diye alay etti.
“Randevulaştığımızı sanmıyorum.”
“Yanılıyorsun” diye güldü, adam. “Sana söylemiştim, nasıl hatırlamazsın? Sen ve ben, bir gün mutlaka buluşacağız... Yalnızlığını bekliyorum yıllardır. Yalnız kalmanı. Özgür olmanı. Beni seçmeni. Anlamadıysan eğer, gerçekten ya çok saf ya da düpedüz aptalsın.”
***
Demek böyle avlıyordu, ötekileri de. Yine de bir kuşku düştü içine. Genç kızların yüreğini hoplatan “olgun erkek” liğin doruğunda, çok yakışıklı olmasına karşın, hep kendi yaşında, entellektüel birikim ve kariyer sahibi kadınlarla birlikte olmuştu. Onun peşinden koşmakta hiçbir çıkarı yoktu. Yaraladığı kadar yaralandığı çapkınlıklardan yorulmuş, palamarı dingin bir limana bağlamak arzusu gerçek olabilir miydi, acaba?
Bilemedi. Kendi duygularını da çözemedi.
Maceracı değildi. Cilve yapmayı beceremezdi. Gözükaraydı, evet; ama ancak yüreği ürperdiği zaman. İster miydi gerçekten tanımadığı yeni denizlere -hem de böylesi enginlere- açılmak, ötekinin artık ezbere bildiği benliğini yeni birine açmak, gizlerini, yaralarını, zaferlerini ve yenilgilerini bir başkasıyla paylaşmak?
İstiyor muydu gerçekten her şeyi başa sarmak, yeniden anlatmak bir başkasına, hayatını ve sinemalarını?
Asla vazgeçmeyeceği karısını, hiç durmadan, metronom dakikliğiyle aldatan bir erkeğe, neden sürekli yeni bir sevgiliyi gereksindiğini sorduğunda, aldığı yanıtı anımsadı: “Onun çok dinlediği öyküleri yeni bir kulağa anlatabilmek için...” demişti arkadaşı.
Bir de kadınlar konuşmayı daha çok sever derler. Oysa onun için, tam da böylesi, aynı öyküleri hep yeniden, yeniden anlatmaktı, yorucu olan.
Üstelik öteki vardı, hep ve hâlâ. Öykülerini başka dişilerin kulaklarına yeni baştan anlatan, ama giderek içinde onun yer almadığı öyküler bulmakta zorlanan ve ondan asla vazgeçemeyecek, çünkü yalnız ona gerçekten âşık olan, zor adam.
Öylesine çok öyküyü paylaşmışlardı ki, anıları ortaktı artık. Hatırlamak için tek bir sözcük yetiyor, nedense hep aynı sözcükte kahkaha atıyor, aynı sözcükte hüzünleniyorlardı. Nedense mi? Böylesine uzun ve derin bir izin, nedeni sorgulanır mıydı ki?
Evet, heyecandırmıyorlardı birbirlerini artık. Ama hâlâ eğlendiriyorlardı. Ve öylesine rahattı ki bildiğini bildiğine emin olduğun sevgiyle eskimek.
Atlas Okyanusu’nun vahşi kıyılarına açılan o gözlerin mavisi, iç gıcıklayıcı heyecanlar vaat ediyordu, evet. Ama birden, o bilinmez derinliklere dalmaya üşendi.
Üşendi.
“Aptal ya da safım belki. Ama hâlâ onunla birlikteyim. Bekleme...” dedi.
Bir an sessizlik oldu.
Tekrar konuştuğunda, telefonun öbür ucundaki adamın sesi, biraz kırık, biraz öfkeliydi: “Kar tipiye çevirdi. Göz gözü görmez oldu, bilmem altında dolaşılır mı zaten, artık...”
Kadın içini çekti: “Burada lapa lapa yağıyor, henüz. Ama dışarı çıkmayacağım. Camın ötesinden daha güzel görünüyor...”
Mine G. Kırıkkanat/Vatan Gazetesi(03.02.2010)