Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
ÇUKUROVA Nurhakdağı Net Muhabiri Gönül Özkocaman‘ın Yazdığı Hikaye'yi Sizlerle Paylaşıyoruz! !
Gözünüzün önüne, bir idam mahkumunun son saatini getirin.
Şişman, oldukça çirkin ve biraz sonra ölecek olan adamın yanında dostları toplanmış; onun son sözlerini dinliyorlar.
Dostların her biri çok değerli ve beyin kapasiteleri çok yüksek.. Biraz sonra şişman adamı kaybedecekleri
için ağlayanlar görülüyor aralarında.
İdam mahkumu ise hiç oralı değil; Dünyanın yuvarlak olduğunu anlatıyor yakınlarına. İnsanların, bu yuvarlak
dünyanın uzay boşluğunda durabilmesi için hava gibi bir desteğe ihtiyacı olduğunu sandıklarını söylüyor.
Oysa, hiç bir şey taşımıyor dünyayı; diğer gök cisimleriyle çekme ve itme gücü ]]]]
sayesinde boşlukta durabiliyor.
Yani 21. yüzyıl biliminin bize öğrettiği şeyleri, günümüzden 2500 yıl önce akıl yürüterek buluyor.
İdam mahkumunun adı Sokrates.
Cellat zehri bir kapta eritiyor ve içtikten sonra yürümesini söylüyor. Ne zaman ayakları ağırlaşırsa o zaman yatağa
uzanacak ve ölümü bekleyecek. Ama o bu sınırlı zamanı, dünya ve insan hakkında düşünmekle ve
çevresindekilerin zihnini aydınlatan sorular sormakla geçiriyor.
Zehir ezen adam, Sokrates’in dostlarından Kriton’a, idam mahkumunun fazla konuşmaması gerektiğini
çünkü çok fazla konuşulduğunda beden sıcaklığının arttığını; bu ısının zehri bozacağını ve artan heyecan
yüzünden zehri bir kaç kez içirmek zorunda kalacağını söylüyor.
Ama Sokrates aldırmıyor bu uyarıya.
‘Onu boşver’ diyor ‘Bırak kendi işinin sorumluluğunu üstlensin; gerekirse iki ya da üç kez zehir vermeye hazır olsun.’
***
Çevresindekilerin ağlaması üzerine Sokrates onlara üzülmemelerini söylüyor. Çünkü o ölüme sevinçle gitmektedir.
(Büyük Mevlana da aynı şeyi söylememiş miydi!)
İkili bir sevimçtir bu: Hem bedeninin ağırlığından kurtulup salt düşünce haline geleceğinden, hem de ölümden sonra yaşayacağını bildiğinden.
Birinci durum için söyle diyor:
‘Beden, beslenme arzusuyla bizleri sürekli yoruyor; üstelik hastalandığı durumda gerçeklik arayışımızdan bütünüyle uzaklaşacağız.
Tutkuları, istekleri, korkuları, arzuları ile sürekli zihinlerimizi meşgul eder ve düşünce eylemini bizim için tümüyle olanaksızlaştırır.
Beden ve istekleri, çatışmaların, savaşların ve ayrılmaların tek nedenidir; çünkü tüm savaşlar para kazanma uğruna
çıkar ve bizler de bu uğurda zorlanmakla geçiririz hayatlarımızı. Ona hizmet eden köleler oluruz(…)
Gerçeğe ulaşmak istiyorsak bedenin tutsaklığından kurtulmalı ve olguları sadece ruhun gözüyle görmeliyiz.
Bu yüzden bilgeliği yaşarken değil, öldükten sonra kazanacağız gibi görünüyor.’
***
Gerçek felsefeciler ölümün izinden gidenler diyerek, ölümü ruhun özgür kalması için bir kurtuluş olarak gören Sokrates’e itirazlar da gelir.
Derler ki. ‘ İnsanlar, ruhun bedeni terk ettikten sonra hiç bir yerde varolamaycağından, insanın öldüğü an
ruhunun da yok olup gitmesinden korkarlar. Bir insan öldükten sonra ruhunun var olmayı sürdüreceğini,
belli bir düşünme yetisi ve gücü olacağını iddia etmek için pek çok tasvire ve akıl yürütmeye ihtiyacımız var.’
Ölümü yaklaşan ve ayakları ağırlaşmaya başlayan Sokrates, bu haklı soruyu cevaplamaya girişiyor.
Diyor ki: ‘Bu sorunun cevabını bulmak isityorsan, soruyu hayvanlar, bitkiler kısacası doğmuş olduğu söylenen
tüm canlılar için irdelemelisin. Tümünün karşıtları olması durumunda, sadece karşıtlarından doğmuş ya da
yaratılmış olup olmadıklarını inceleyelim.’
Sonra dünyada karşıt olan herşeyin, birbirinden doğduğunu anlatmaya girişiyor. Güzel çirkinin, haklı haksızın,
büyük küçüğün, zayıf güçlünün, yavaş hızlının, kötü iyinin, azalış artışın karşıtıdır diyerek bunlar arasındaki ilişkiyi irdeliyor.
Geçirdikleri dönüşümü anlatmak için bir kelime bulunmasa bile, gerçekte her birinden ötekine bir yaratma
sürecinin olması gerektiğini anlatıyor.
Sonra soruyor:
‘Mesela uyanık olma hali uykunun karşıtı olduğuna göre, buradan yola çıkarsak yaşamın karşıtı bir şey var mıdır? ’
‘Tabi ki var! ’ cevabını veriyorlar.
‘Nedir o? ’
‘Ölüm! ’
‘Birbirlerinin karşıtı olduklarına göre, birbirlerinden yaratılmıyor mu bu ikili? O halde,
iki oluşum sürecine şahit oluyoruz öyle değil mi? ’
‘Hiç kuşkusuz! ’
‘Yaşam ölümün karşıtı değil mi? ’
‘Evet’
‘Birbirinden yaratıldıklarını söyleyebilir misin? ’
‘Evet! ’
‘O halde canlı olandan yaratılan şey nedir? ’
‘Ölü olan! ’
‘Ve ölü onlandan ne yaratılır? ’
‘Tek bir şey söyleyebilirim-yaşam.’
Bu diyaloglar sonunda Sokrates öğrencilerine ve dostlarına, doğada herşeyin zıddıyla birlikte
varolduğunu ve birbirini yarattığını ispatlıyor ve doğanın bir tek yaşam-ölüm karşıtlığında tek yanlı
bir örnek yaratmayacağını anlatıyor.
***
Platon’un kitabını okuyanlar, Sokrates’in burada özetlemeye çalıştığımdan çok daha güçlü bir
akıl yürütme ile, ölümden sonra yaşam olduğunu ispatladığını görecekler.
Karşımızda 2500 yıl önce dünyanın yuvarlak olduğunu ve gök cisimleriyle çekme itme gücü sayesinde
boşlukta durduğunu düşünen bir beyin var.
Platon’un ‘Phaidon’un son cümlesinde söylediği gibi ‘O, tanıdığımız insanların en iyisi, en adaletlisi ve en bilgesiydi.’
Ama Atinalılar Sokrates’i idam ettiler.
Çünkü hem seçkinlerin yönetimine karşıydı, hem de halk kitlelerinin cehalet karanlığını yırtmaya ve
onları sorgularıyla aydınlatmaya çalışıyordu.
Dolayısıyla ondan iki kesim de hoşlanmadı. Aradan geçen 25 yüzyılda insanlık, onu öldürenlerin değil de
Sokrates’in izinden gitseydi, bugün daha mutlu ve daha aydınlık bir dünyada yaşıyor olurduk.
GULAÇİYAN