Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
AKPYİ ANLAMAK
Tarih ilmi kendine önem vermeyen hiçbir toplumu affetmemiştir. Tarih sadece ders kitaplarında anlatılan hikayeler değil, ulusların yaşamlarının kaynağı gibidir. Binlerce yıl öncesine baktığımızda Roma İmparatorluğunda tarihe büyük önem verdiklerini görüyoruz. 1400 yıl önce Orhun Yazıtlarında da Türk Budunun özünden nasıl koptuğu ve nasıl tutsak olduğu anlatılıyor. Demek ki bir ulus, özünden kopunca mutlaka tutsak oluyor. Dünyada hangi ulusun tarihine bakarsak bakalım tarihine ve kültürüne önem vermeyenlerin günümüzde var olmadıklarını görüyoruz. Bir zamanlar dünyada egemen olan ve çok geniş toprakların sahibi bu uluslar nereye kayboldu! Şu an Hitit, Urartu, Maya, Aztek, Mısır diye bir devlet veya ulus kalmış mıdır? Tarih nasıl kendine önem verenlere yaşam kaynağı olduğu gibi kendini unutanlara da mezar olmuştur. Dünyada kendini unutup var olmayı başaran tek ulus Türklerdir. Biz dışa çok açık, yabancı özentisi olan garip bir toplumuz. Gençler bilirler anneleri hep onlara şöyle der: “Karşı komşunun oğlu ne kadar efendi, ne kadar çalışkan, keşke sen de onun gibi olsaydın”. Bu kadar yabancı özentisi olan ve değişken bir yapıya sahip olan bir ulusun çağımızda 7 bağımsız devlete sahip olması şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü bu mantıkta bir toplumun varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Her şeyin bir istisnası vardır ya, biz de bundan geri kalamazdık. Türklerin her şeye rağmen varlığını devam ettirmesinin karakteriyle ilgisi bulunmaktadır. Rahatı seven ve tembelliği meslek edinen biz, zor zamanlarda ise inanılmaz işler başarıyoruz. Bu da bize Tanrı’nın bir hediyesi olsa gerek…
İlkokul 4. sınıftayken elime bir kitap geçmişti. Muhittin Nalbantoğlu’nun Türk İmparatorlukları Tarihi… Bu kitap o kadar güzel bir dille yazılmıştı ki en sevdiğim kitap olmuştu. Türk devlet ve hükümdar listelerini gördükçe büyük heyecan duyardım. Derdim ki işte ben böyle kahramanların soyundanım ve onlar gibi olmalıyım. İşin sonu üniversiteye illa tarih okumak için gitmeye kadar vardı. Tarihimi en ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalıştım çabaladım. Ama özel hayatımda bu düşüncelerim beni yalnız bırakıyordu. Çevremde beni anlayan tek bir kimse yoktu. Zaman geçtikçe anladım ki aslında bizim gibilerin kaderi buymuş… Sonra durumu kabullenerek dünyayı kendi mantığımdan yorumlamaya başladım. Yine sonuç olarak Bilge Kağan’ın dediklerine ulaştım:
“Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı... Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri, milleti... Türk Tanrısı... Üzerinde kağan oturdum. Oturduğumda ölecek gibi düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi dört taraftaki... dim. Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumun Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu vermiş, düzene soku vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye dik çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Gök Türk'ü düzene sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabi, Cesur imiş tabi. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabi. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefât etmiş. Yasçı, ağlayıcı, doğuda gün doğusundan Bökli Çöllü halk, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı, bunca millet gelip ağlamış, yas tutmuş. Öyle ünlü kağan imiş. Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabi, oğulları kağan olmuş tabi. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabi, kötü imiş tabi. Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, aldatıcı olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı. Türk Beyler Türk adını bıraktı. Çinli Beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edivermiş. Batıda Demir Kapıya ordu sevk edivermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi, gücü veriyorum der imiş.”
Gördüm ki Bilge Kağan’ın sözleri bugünü anlatıyor. Onun ölümünde sonra Göktürk Devleti pek dayanamadı çöktü. Yukarıdaki sözleri sadece kendisinin değil bütün ulusun anlaması lazım idi. Ama sınırları Japonya’dan Bizans’a kadar uzanan koca devlet kısa zamanda dağılıverdi. Büyük Selçuklu Devleti kurulana kadar da Türkler böyle büyük çapta bir devlet kuramadılar. Bu fetret döneminde küçük devletler kuruldu ancak asla imparatorluk düzeyine erişemediler. Ayrıca İslam’ın verdiği hızla Türkistan’a giren küçücük Arapların elinde milyonlarca Türk can verdi. İslam Tarihinde büyük kahraman olan Kuteybe bin Müslim amansız bir Türk düşmanıydı. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Abbasi halifesini kurtarmasına kadar olan süreçte Türkler ikinci sınıf Müslüman sayıldılar. Gariplik bu ya Arapların elinde yok olmak üzere olan İslam tekrar Türklerin hizmetleriyle yükselecek ve bütün dünyaya yayılacak ve doruğu Osmanlı döneminde görecektir. Mete’nin ve Bilge Kağan’ın Türkçülüğü kaybolmuş ve yerini İslam ülküsü almıştır. İyi ki de almış zira ülküsüz yaşanan zamanlarda ne büyük felaketlerin yaşandığını tarih bize gösteriyor.
Devletlerde insanlar gibidir. Doğar, gelişir ve ölür. Osmanlı İmparatorluğu da böyleydi. 623 yılın ardından çöktü. Devlet ölse de Türklük yaşıyordu. Yüce başbuğumuz Atatürk, Türklüğü tekrar ayağa kaldırdı ve yeni bir devlet, yüzde yüz Türk olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Atatürk hayatı boyunca Türklüğün dışarıdaki düşmanlarına hep boyun eğdirdi. Fakat unutulan bir nokta vardır ki, Milli Mücadele asıl içerideki düşmanlara karşı yapıldı. Yunan askerinden çok isyanlarla savaştık. Kimdi bu isyancılar hatırlıyor muyuz? Cevap çok basit hatırlamıyoruz. Hatırlamış olsaydık Şeyh Sait’in davasını güden akpyi başa getirir miydik? Bu nasıl bir akıl ki düşmanını unutuyor? Kürtçü ve İslamcı bir partiye oy verenler kimlerdi? Her gün şehit haberleriyle yüreğimiz dağlanırken şehit kanlarının üzerine basa basa kim özüne ihanet etti? Türkiye Cumhuriyeti kurulurken İngilizin kucağında zıplayan soysuzların çocuklarına kim oy verdi? Bugünlerde Kerkük’ten bahsetmek moda oldu. Tabi illa Türk’ün kanı akacak ki kendini hatırlasın! Ben de bundan geri kalmayayım. Atatürk orduyu hazırlayıp Kerkük üstüne sefere çıkacakken hangi soysuzlar isyan etti de, Türk askerinin başını kesti. Peki Türk askerinin başını kesenlerin torunu nasıl TBMM’ye başkan oldu? Hangi soydan geldiği bile belli olmayan adamlar nasıl bu devleti başına geçti? Çok fazla düşünmeyin ben hala başbakanın Gürcü mü Rum mu olduğunu anlayamadım. Anlayıp ta söyleyen biri çıkarsa onu alnından öpeceğim. Bir işe yarayacağından değil de kafamda bu soru çözülmüş olacak. Ha son bir soruda şudur ki Selçuklu döneminde Kayseri’ye 500.000 bin Rum yerleştirilmişti. Bunların Abdullah Gül ile bir ilgisi var mı? İnşallah bir gün açıklar da biz de bu meraktan kurtuluruz. Şimdi korkup açıklamazlar. Allah aşkına korkmayın halkımız ne olursa olsun peşinizden gidecek. Ne olursa olsun ihanete devam…
YAKUP ÇETİN