GRİ ŞİİRLERİ

GRİ ŞİİRLERİ

Ozan Doğan

Dostoyevski'nin Beyaz Geceler'inde siyahla sevişirken,

''gri'' olmak zorunda mıydın?
..

Devamını Oku
Limon Ağacı

bomboş yüreğimle bakıyordum sana
gri hırçın ve de öfkeliydin.
bana inat coştukça coşuyordun
sessizdim sadece seni dinliyordun
oysa ne güzel başlamıştı herşey
ben sana gelecektim
sen beni bekleyecektin
..

Devamını Oku
Alparslan Çolakoğlu

Ömrümün en keskin dip notu olarak kalacaksın sol yanımda.İkiye bölünmüşlüğüm hüzün denizine dönüşüm suskun bekleyişim sendendir.Sendir bu azaran yarayı sağaltamayışım dalıp dalıp kayboluşum uslanmayışım arlanmayışım senden.Acıların ayrılıkların miras yedisiyim.Sendendir renksizliğim kendime küs bekleyişim çaresizliğim senden.İnce bir sızısın hiç kazanılmamış bir zaman dilimi hiç kazanılmamış bir kavga.Renksiz ışıksız yarınsız bir sevda benimkisi.Uzaktan sevmeye mahkum edilişim gündüzleri terk edişim gecelere mühürlenişim yalnızlığım sendendir.Siyaha böyle boğuluşum ah kan kusuşum senden.Alanlaramı insem yasak olduğunu bile bile üstünemi yürüsem.Ölüm orucunamı yatsam.Özgürlügümü uçurumlara bırakıp canımı azrailemi teslim etsem.Felekle cengemi dursam.İrademi satsammı uğruna.Nafile kalır bunlar.Ne diller ne eylemler ne devrimler bir adım bile yaklaştırmadı beni sana.Asiliğim sevdamdandır asiliğim adamlığımdan doğruluğumdan.Öfkemi sulara bıraksam canımı taşlara vursam çıkar gidermisin kanımdan.Sanmıyorum.Ecel gülüşlüm ana yüreklim gözlerin tapınağımdır gözlerin vebalim.Ulaşırsam ellerine dokunursam tenine sararsam seni asarlar beni.Ölümüm iradi olsun isterim.Söyle dersimin kınalı acılı bebaht kızı neden böyle suskun neden böyle durgun solgun duruyorsun karşımda.Rengin neden böyle solgun niye acılısın neden böyle gri.Eflatun akşamlarda az ezgilenmedik yıldızlara.Şarkılandık seninle türkülendik.Şimdi sessiz kalışım sendendir senden.
..

Devamını Oku
Talat Apaydın

Gözlerime kandan
resimler yapıyordu gece
mahremine değdim diye
bütün romanlardaki
kötüler ortalıktaydı işte
ve ben
bir fincan kahvede
..

Devamını Oku
Özgür Havuz

Umut(suzluk) içinde geçen günlerim,
Mısraların arasında kaybolan gözyaşlarıma benziyor...
Sen diye başlayan her söz,
Ömrüme bir nefes daha borçlanıyor…

Ben yine her cümle arasında seni susarım… Zaten sustuğum kelimeler değilmiydi, seni bilmediğim kentlerde özleten… Biliyorum ben yine sensizliğin ertesi, seni özleyeceğim… Parmak uçlarına bıraktığım aydınlık geceler şimdi beni en bilmediğim karanlıkların içinde, kendimle sınıyor… Hangi vakit aklıma düşsen, şair portresi bir yüreğe yaslanır umutlarım… Seni düşünürüm, aklına hiç gelmediğim anlarda… Ağlamayı becerebilsem, belkide ardından döktüğüm gözyaşlarıyla bir çiçeğe yeniden hayat verebilirdim, kendine gözlerini kapatan yüreğimin sessizliğinde… Kalabalığında kendimi kaybettiğim bu kent, en çokda sensizliği hatırlatıyor bana… Parmaklarımdan sızan hüzünlerimle her kapı ardında olmayan varlığınla avutuyorum kendimi… Zaten sen değilmiydin, her cümle arası dudaklarıma adını yasaklayan…

..

Devamını Oku
Herdem Ankara

Çöker duygularım ağırlığıyla gri bulutlar gibi doludur
İçini dökmek ister adı çiseleme olur rüzgar esince
Artık ne gri yazmak ister yürek ne kara
Son demde hep sarı sıcaktır hayaller
Gerçekcidir yalnızken düşünceler
Ne kırmızıdır ateş gibi ne gridir ortada kalmışcasına
Hayat artık keskindir acımasızdır gaddardır
..

Devamını Oku
Fikret Turhan

güneş..,
grileşmiş
bulutların arasından
arada bir görünür...
yeşilllerini...mavilerini...
denizin,
grileşmiş
..

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Yine uzaklardasın. Hem de çok uzak. Mesafeler değil bizi uzak kılan. Bizim kendimizle, içimizde bizimle büyüyen hislerle aramıza giren bir ıraklık bu. Kendimizden sıyrılıp dışardan korkulu ürkek gözlerle izliyoruz bizi. Yaşadıklarımızı böylece seyretmek daha mı az çekiçliyor yüreklerimizi. Gizli bir dünya bu kurduğumuz. Hiçbir insan gözü görmüyor hiçbir yürek bu dünyanın farkına varmıyor. Mesafeler fark etmiyor, aramızda yüzlerce km. ye rağmen duygularımızla dokunuyor gözlerimizde açılan hayal perdesinde kalp gözümüzün gördüğü sonsuz çayırlıkta koşuşan beyaz atların yelelerine tutunup dört nala gidiyoruz kimi zaman rüzgara bırakıp kendimizi, binlerce söz duyguya dönüşüyor, kelimelerin görünen anlamlarına gerek kalmıyor, aynı hızla aynı hazla atıyor nabzımız. Biz bize bir duygunun içinde buluşup nefes alacak kadar yakındık, özel ve güzel olan, seni bende belki beni de sende tutuklu tutkulu yaşatan buydu. Oysa şimdi km.lerden öte uzağız bize. Öyle kalmalıydı belki de hiç dokunulmadan hiçbir ses soluk bulmadan. Gözlerin ve kalplerin dünyasına hiç el uzatmadan. Bir umudu hayallerle süslü bırakmak, ama umudun yaşayacağı topraklara hiç ayak basmamak. Su üzerine yansıyanlar güzelmiş, dokunduğunda güzelliğini küçük bir fırtına savururmuş. Ruhlarımızın buluşma yerini gök kubbe de bulutlara saklamalı, yeryüzünün tozundan dumanından sakınmalıymış. Duygularımız pınarların serin suları gibi saftı, çağlaması çoşması bu yüzden olağandı, bahçemize hayat veren yeşerten suyun olduğu gibi onunla kuşaklaşmasıydı. Yüreklerimizde bir bakışın açtığı yarıktan fışkıran ve orayı artık bildiğimiz dünyanın dışında bir dünya yapan suyun o saflığıydı. Duygularımızı yıkadı önce, ağırlığından sıyırdı, ruhlarımız taşıyabiliyordu artık kendini, gökyüzü yıldızlar ay güneş onun yeni dostlarıydı. Bir çocuğun gözlerinden taşan sevinci, akıp gelen kederi, hiçbir kin bilemeden unutup yeniden diyebilen kalbi artık uzak değildi sol yanımıza. Bu yüzden erteledik hep kavuşmaları, tensel bir dokunuşun kendinden kurtulamadan girmesini istemedik dünyamıza. Çok güzel bir rüyaydı hiç uyanmak istemediğimiz bir bahar sabahında yağmurla söken şafak gibi. Kalplerimizin elleri tutunmuşken halelere, düşmek vardı çamurlu göl bataklıklarına. Tek korkumuz buydu. Kurduğumuz o dünyaya bir çamurun sıçramasıydı. Kirlenmek bir küçücük lekeyle. Yalanın yalanı doğurduğu gibi çirkin olan da çirkinlikleri çağırmaz mıydı. İyi ve temiz başlayan, kendinden bir şey yitirmemeliydi. Mesafeler bu yüzden en büyük korunağımızdı bizim. Bu yüzden hasret çekmek küçük bir bedeldi. Yasakları ve imkansızlığı bilip, dikenli tellerde sarmaşık gülleri büyütmüştük biz. Şimdi kurduğumuz o dünyadan da dikenli tellerin ardındaki yaşamdan da uzağız. Neydi bizi böylesi yetim bırakan. Ellerimizin küçük bir dokunuşu dudaklarımızın döktüğü küçük bir ses mi kovdu bizi, sürgündeyiz şimdi. Hiç konuşmadan koyduğumuz yasaları çiğnediğimiz için mi ateş aldı ormanlarımız, nefes alacak bir damla havaya muhtacız. Yavaş yavaş ikimizde ölüyoruz lakin korkumuzdan çakıldığımız topraktan kımıldamıyoruz. İnancımızdı güzel bir dünyanın kapısını aralatan, biz hep onu incitip kaçırmaktan irkilirdik. Bir gün Ademle Havva gibi aramıza giren bir isteğin ihtirasına kapılıp mesafeleri çiğnedik. Durduğumuz yerde durmalıydı her şey, sıkıca tutmalıydık, bilirdik elden kaçan bir kelebek bir daha konmazdı yapraklarımıza. Suya atılan bir çöp karışmaz onun ruhuna, su onu bırakıverir bir çakılın kollarına yada bir derenin yatağına. İhtiraslarına yenilen sen ol yada ben olayım artık ne fark eder. O pembe bulutlar dağıldı ya, gri ye boyandı ya gökyüzü, yüreklerimize kapandı ya tüm kapılar, hiçbir şeyin hükmü yok artık yasak kayıp şehirde. Beklenmedik fırtınaların yıkımları daha fazladır, kayıpları da. Nasıl başladığını anlayamadığımız gibi nasıl bittiğini de anlamak zor. Yüreğimizdeki kaynak kurumadı, bundan donakalışımız, arkamızı dönüp de bu yerlerden göçüp kaçamayışımız. Uzağız kendimize, hangi çölün hangi kumluklarındaysak ordayız işte. Korktuğuna uğramış ilk olamayanlardanız. Atıldığımız yerde bekliyorsak güneşi, geçiriyorsak geceyi gri bulutların rahmetine duyduğumuz ümitten. Uzaktan bakıyorsak birbirimize, bizden öte kendimize, korkunun yalamasından yüreklerimizi. Bir yağmur bulutunun altında yıkanıp yeniden kırmızı yapraklı güller büyütebilir miyiz bahçemizde, hala kurumamış o pınarda yüzebilir miyiz yine, arınır mı ihtirasların lekeleri, yoksa izi kalır mı. Altın ateşten korksa altın olamazdı, gümüş böylesi parlayamazdı. Ateşe el uzatamadığımız sürece korkularımız azat etmeyecek bizi. Esaretimiz sürdükçe km.lerden öte uzağız biz, bize. Bizden öte kendimize. An be an yabancılaşmaya başlayan yüreklerimize.
..

Devamını Oku
Kerem Yüce

İlk ayıydı sonbaharın,yapraklar vedalaşırken ağaçlarla gökyüzünde son anlarını yaşayan bir melek vur emriyle iniyordu hayatın tam ortasına...Akıntıya karşı kürek çekenlere bir yenisi daha ekleniyordu.Ve büyüdükçe güçleniyordu akıntının şiddeti,gel-gitler çadır kuruyordu limanın kıyısına.Emekleyerek etrafında dolandığı hayat merdivenlerinden teker teker çıkmaya başlıyordu artık,her basamakta bu oyunun bir perdesi saklıydı ve herkes gibi bir önceki basamağa dönme şansı yoktu.Bazen dönüp bakmakla yetiniyordu; ilk basamakta çocukluğu duruyordu,oyuncaklarıyla oynadığı,annesinin göğsünde derin uykulara daldığı...Bir diğerinde mavi önlükten,gri eteğine,bordo formasına kadar giyindiği sırtında çantasıyla okul günleri...Günlerin ağır ağır geçtiğini düşünürken çok yol katetmişti oysa.Sahil kıyısında; üstelik sevdiklerinden uzak geçen,kocaman görünen oysaki küçücük üniversite yılları yanıbaşındaki basamakta duruyordu,uzanıyordu fakat ne dokunabiliyordu ne de dönebiliyordu.İnsan büyüdükçe,dalgaların az olduğu küçüklüğünü özlüyordu aslında.Durmak bilmeyen hayatla birlikte büyüyordu,bazen kaybediyordu bazen feda etmek zorunda kalıyordu sevdiği şeyleri ama insan bu merdivenlerde yanında götüremiyordu en büyük sevinçlerini.Kırılırken yüreğin camları esen rüzgarla,değişiyordu odalar,bazense sığınıyordu insan arkasına bakınca kapısız odalara...Gök gürlerken uyanıyordu geceleri korkuyla,pencerenin önündeki ay ışığıyla izliyordu yağmuru usulca.Geçiyordu günler gidenlere gelenler ekleniyordu,uçsuz bucaksız bu merdivende bir basamak daha çıkma vakti gelmişti ve her adım yeni bir kapıya açılıyordu; yeni bir perdeye...Gidenlerle gelenlerin muhasebesinin yapıldığı,bir yanı çarşaf gibi,bir yanı dev dalgalarla boğuşan hayat denizinde....
..

Devamını Oku
Erdem Uçan

Nöronların yeşerdiği mevsim sonbahardır
Ağaçlarda sararıp kuruyan düşlerdir..
Buram buram bedbahtlık kokan karayel;
bomboş, gri mi gri şehrin
çatlak kaldırımlarım kenarına savurur imgeleri, simgeleri..
Kısa sürer sevgililerin solgun sevişmeleri, birleşmeleri..
Hiç istemediği düşünceleri düşündürür, sanrılı geceleri..
..

Devamını Oku
Güler Tunalı Eren

gel ki
bak
bana

rengimi belirle
'gri misin' de

..

Devamını Oku
Melis Morsallı

Yaşım ilerdi benim.Büyüdüm artık.Ya da ‘’sanırım’’ demem mi gerek bilmiyorum.Senden sonra çok şey öğrendim ben.Olgun olmayı mesela.Özlemlerimi frenlemeyi.Öyle istediğin her zaman aranmazları.Vaktim yok, vakit bulamadım demeleri.Çok yoğunum demeleri.Öğrendim sonunda.Sonra yüreğimi yakan duygunun ne olduğunu buldum.Bir akşam üzeri havanın gri bir hava olduğu zaman.Sırtına bir hırka yada dokunan bir sıcak el aradığımda fark ettim.Yüzümü hafiften kemiren rüzgarı hissedince anladım.Elimi senin elinle değil kendi elimle birleştirince anladım.Yüreğimi yakan duygunun sensizlik olduğunu.Sırtımı buz gibi balkon duvarına yaslayınca senin sıcak göğsünü nasıl özlediğimi anladım.Aldığım nefesin yaşamak için mi yoksa nefes almak için mi diye düşünmeye başladığım zaman öğrendim.

Ağustos 2005
..

Devamını Oku
Emre Yurttakalın

Sen kokuyor her esmer ayrıntı çapraz düşlerde
Şifa niyetine sarımsaktan düşünceler soğandan niyetlerle
Eksik düşünülen sohbetlerin yakıcı tadı parmak uçlarında
Geleceğe dair kaçılan gri bir şehir içinde
Sen kokuyor her esmer ayrıntı bu gece
Sen kokuyor her esmer ayrıntı çarpık düşüncelerde
Cılız kirpikler mum alevinde ıslanıyor sönmemecesine
..

Devamını Oku
Kadri Erdem

Düşen her yağmur damlasında ayrı bir hüzün var bugün. Beyaz ile gri arasındaki renge sahip bulutlar, sanki bir şeyler anlatmak istiyor düşürdükleri her damlada. Her biri başka bir anlam taşıyor düşen damlaların. Birbirilerine değmeksizin havada süzülüp bize geliyorlar. Bu günde öyle bir gündü. hüzünlü ama tatlı bir hüzün vardı düşen damlalarda,renksiz renkli bulutlarda. Aşk vardı bu yağmurda,sevgi vardı; anlamını fark ettirmeye çalışan yağmurdu, bu gün yağan yağmur.
19-08-2001
..

Devamını Oku
Burak Önder

Yalnızlığı sordular bana!

Yalnızlığı sordular bana!
Sessiz bir oda,
Bir tek sigara
Ve gri fotoğraflar…
Bunlar ne diye sorarsanız…
..

Devamını Oku
Talat Apaydın

Gözlerime kandan
resimler yapıyordu gece
mahremine değdim diye
bütün romanlardaki
kötüler ortalıktaydı işte
ve ben
bir fincan kahvede
..

Devamını Oku
Ufuk Nazım

Gri...
Yeşildi yüzün
Yoktu dağların
Denizlerin gri soğuk
Adın bataklık...
Betondan köşkler
Uzaklarda içinde
..

Devamını Oku
Kristal

iyidir iyi,
siyah iyidir,
gri gibi,
sadedir, yalnızdır,
değildir kırmızı gibi,
fazlaca yoğun, fazlaca kalabalık,
en güzeli yalnızlık, gri yani,
..

Devamını Oku
Pervin Cankaya

Gün bu kadar gri,
Gece bu kadar kara olmuş muydu hiç?
Güneş doğmamazlık,
Yıldızlar çıkmamazlık yapmış mıydı?
İçimdeki 'BEN'in
sisler içinde kayboluşunu izlerken,
Dışımdaki 'BEN';
..

Devamını Oku
Hikmet Çavdar

Neden soruyorlar ki adımı durmadan? Bir dakika, şimdi hatırlayacağım… Tam da dilimin ucunda, ama bekleyin… Sahi, benim adım neydi? “Hadi söyle adını” diye ısrar etmelerinin nedeni ne olabilirdi? Ben hala uyuyor muyum ya da uyandım mı? Sanki bir salıncakta sallanıyor gibiyim. Her taraf tam aydınlık değil, hava sisli mi, yoksa güneş artık gri mi doğuyor? Gördüğüm rüya neydi ve ben neden hala aynı rüyayı görüyorum ya da bu rüya değil ve ben uyanmaya başlıyorum. Rüya bile olsa neden hiç kimse yok ve ben neden hiç kimseyi göremiyorum. Acaba uyansam mı, yoksa bıraksalar da ben olduğum gibi mi kalsam? Ha bire sağımı solumu çekiştiriyorlar. Canım yanıyor mu bilemediğim gibi, yoksa farkında olmadığım yabancı bir kentte miyim? Karanlığından bir türlü çıkamadığım sisler içinde yüzüyor gibiyim. Hem konuş diye ısrar ediyorlar, hem de dinlemiyorlar.

Peki, neden sesimi duymuyorlar benim? İkide bir yüzüme doğru eğilen ve soluğunu hissettiğim hatta ilk defa değişik gelen kokusunu bile soluduğum bu insan kim? Uzun uzun yollar, geçemeyeceğim kadar derin su kanalları, bir türlü berraklaşmayan bulanık sular ve ben hep içindeyim sislerin ve beni boğacak kadar coşkulu akan bulanık suların. Peki, bedenim ve ruhum aynı değil mi ya da ayrı ayrı mı duruyorlar? Sislerin içindeki bu yabancı yüzler kimin? Evet; derin, merdivensiz ve dipsiz bir kuyunun içindeyim ben. Çıkmam mümkün değil, hiç bir umut yok benim için…

Ne kadar ölen akrabam varsa hepsi bir arada… Tanıdık, tanımadık kim varsa beni çekiştiriyorlar. Kimi bırakalım gitsin, kimisi de gelmiş, gitmesin madem geldi diye bırakmak istemiyorlar. Bir yandan da ha bire beni uyandırdığını sanan ama benim canımı yakanlar da kim? Ben ne yapayım şimdi? Gitsem mi, kalsam mı, kime sorayım ki? Her taraf uçan hayaletlerle dolu… Beni de alıyorlar aralarına, beraber uçuyoruz, benim bilmediğim ama onların uçtukları yerlere…

Sisler dağılmak yerine sanki tüm dünyayı kaplıyorlar. Ben gri güneşi istemiyorum. Çıkarın beni buradan, hadi açın kapıları ya da perdeleri… Ya da nerede aydınlık varsa beni oraya götürün. Yoksa yüzümü keskin gagasıyla gagalayan ve keskin pençesiyle yavru kuzu sanıp, kokmuş leş gibi kaldırmak isteyen ve canımı yakan bu kartalların kanatlarının gölgesinde uçmak yerine onların pençelerinde can vereceğim.
..

Devamını Oku