I.
Bazen bir pazar yerinde, gürültünün tam ortasında,
Eteğine dünya tozu bulaşmamış bir gölge geçer.
Kimse görmez.
Gözler etiketlere, ellere, renklere takılıdır,
Oysa o, zamanın yırtık cebinden düşmüş bir inci gibidir.
Yürürken toprağı incitmekten korkar,
Basarken nefesini tutar taşlar.
Sırtında, görünmez dağların yükü,
Gözbebeklerinde, daha keşfedilmemiş galaksilerin sükûneti.
Bir "Hû" der,
Rüzgâr yönünü şaşırır, kuşlar kanatlarını kilitler.
II.
Onlar ki;
Karanlığın en zifiri olduğu yerde kandilsiz tutuşanlardır.
Ne oduna muhtaçtır ateşleri, ne de bir kıvılcıma.
Göğüs kafeslerinde çırpınan o et parçası değil,
Kabına sığmayan, kıyıları olmayan bir okyanustur.
Dalgaları arşa vurur da, dışarıdan bakan durgun bir göl sanır.
Susarken konuşurlar,
Dudaksız, dilsiz, harfsiz...
Bir bakışla demiri hamur gibi yoğurur,
Bir tebessümle kışı bahara çevirirler.
Ama sorsan; "Hiç"tir adları.
Kimliklerinde silinmiş harfler,
Adreslerinde "Lâ Mekân" yazar.
III.
Asasını yere vursa, su değil, nur fışkırır topraktan.
Ama o, susuzluktan çatlamış dudaklarla gezmeyi seçer.
Hırkası yamalıdır, dikişlerinde sabır ipliği...
Her yamasında bir peygamber kıssası gizlidir.
Yakup’un hüznünü düğmeler,
Eyyüp’ün yarasına merhem sürer gizlice.
Yürüdüğü yol, haritalarda bulunmaz.
Pusulası şaşmış gemilere fener olur yüreği,
Fırtınada, en güvenli liman;
Bir evliyanın duasına sığınmış o incecik sandaldır.
IV.
Onlar, zamanı büker parmak uçlarıyla.
Dün, bugün ve yarın;
Tek bir anın içinde erimiş kurşun gibidir avuçlarında.
Buradayken oradadırlar,
Maddedeyken manada.
Bedenleri bir kafes gibi dar gelir ruhlarına,
Yine de "Emir" büyük yerden diye,
Bu çamurdan kalıbı taşırlar omuzlarında.
Dünya onlara dar, onlar dünyaya bol gelir.
Şehre inerler bazen,
Kalabalıklar onları meczup sanır, divane sanır.
Bilmezler ki;
Kâinatın direğidir o kambur duran sırtlar.
V.
Gece herkes uykunun koynunda bir ölüye dönerken,
Onların secdesinde güneşler doğar.
Gözyaşları, kurak topraklara yağmur duasıdır.
Bir damlası düşse yere,
Çorak tarlada başaklar secdeye kapanır.
Onlar, ölümden önce ölenlerdir dostum.
Kefenlerini pazar bezinden değil,
Takva libasından biçmişlerdir.
Azrail (a.s) geldiğinde,
"Hoş geldin" diyen, düğüne gider gibi giden,
Vuslatı bekleyen o aşıklar onlardır.
VI.
Ve gittiklerinde...
Bir boşluk kalır ki alemde,
Ne dağ doldurabilir o boşluğu, ne deniz.
Sadece bir koku kalır geriye,
Gül değil, misk değil;
Hakikatın o tarifsiz, o efsunlu kokusu.
İsimleri silinir mezar taşlarından belki,
Ama gökyüzüne isimleri,
Yıldızlardan daha parlak harflerle kazınır.
Görünmezler, ama her yerdedirler.
Duyulmazlar, ama en gür ses onlardadır.
Onlar; Allah’ın yeryüzündeki sırları,
Onlar; Gönül tahtının taçsız sultanlarıdır...
Hasan Belek
Balıkesir. 27 11 2025
Altınkum
Kayıt Tarihi : 27.11.2025 10:17:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Selam ve dua ile ??
TÜM YORUMLAR (2)