Eskiden hayvanlar ot bulamazdı
Şimdi ot bol yayılacak hayvan yok
Köyden göç edip kaderini yazdı
Şehir havasından hasta.olan çok
27.09.2016
..
Bilseniz ruhumda kopan fırtınaları,
Görseniz göç etmeye hazır turnaları,
Ruhumda yıkılan koskoca binaları,
Hala yaşıyor musun diye sorardınız,
Belki benim için kafayı yorardınız.
..
Alelade göç değil, büyük olmalı mana.
Yeni ufuklar açıp, yol çizmeli insana.
Yeni yılda huzurlu bir hayat sürmek için,
Yarabbi! Dua ile hicret ederiz sana.
*** (14 Ekim 2015)
..
Göç etti, bu şehrin harsı yıllar boyu
Güç gitti, derman kalmadı, renkler koyu
Bir ah çekti, bin vah işitti derinden;
Taşlar oynadı, birer birer yerinden!
Viran olan beldeye baykuşlar konmuş
Yüreğimin ışığı, şamdanlar sönmüş!
..
Göç var, Safrani, eğer bilseydin
Böyle şen-şakrak geçmezdi günlerin
Kimler kaldı geriye, sevdiklerinden
Bir sızı bırakır yürekte, her giden
Bir vedâ bûsesidir çakar sinede
..
Bir göç eylemektir
Tümcelerdeki eylemlerimizin sonu
Ve eğlenceli değildir hiçbir sürgün…
Bir zengin kalkışıdır
En fakir sofralardan
Yanık şehir ağıtlarıyla
Her yıl kutlamaktır sonunu
..
Büyük bir göç var yüreğimde
İsyan niteliğinde bir göç
Yüreğim kendi kendine ceza veriyor
Yasaklarla dolu bir ceza
Büyülü aşk bile yetmiyor
Çünkü...
Aşk yasak,aşk günah,aşk ceza
..
Yaz gelende çıkam yayla başına
Kurban olam toprağına taşına
Zalim felek ağı kattı aşıma
Ağam nerden aşar yolu yaylanın (Bingöl'ün)
Hanım çıkmış soğuk pınar başına
Güneş vurmuş kemrinin kaşına
..
Severek yaşamak, sevilerek yaşamak ve ardından ihanet zincirleri ile sırtımızın yaralar içinde kaldığı, kanımızın donduğu, ağlamak sütunları ile ezildiğimiz bir bensizlik çamuru…
Kaybettiğimiz benlikler acılar içinde yıkanırken, ıslak gözlerle baktığımız aynadaki hasret bakışlarımızdaki göz bebeklerimizdi…
Kimlere acındık,
kimlerle acılandık,
her acılanmanın üzerimize gelen okları nerelerimizde yaralar açmadı…
Ve
..
Göç etmek niyetindeyim
Bilinmeyen bir yerlere sesizce
Aşkını da önüme katarak sevgilim
Senden bile gizlice
O zaman bulurum belki seni
Sensiz olduğum her yerde
..
2 Nisan 2006 tarihinde kaybettiğimiz eniştemiz anısına...
Anlatılmaz öyle birkaç uyakta
Nisan ayı yasta, duygular kaçak
Bir çınar misâli dimdik ayakta
Vedâsız göç etti Mehmet Erkoçak…
..
her zaman parçalarım bulutları nerden bileceksin
güne ben veririm maviyi aklına ne gelirse
alıcı kuşlar bana borçludur daima yüzüme gözüme sinmişliğin
filizkıran fırtınalarında bir asi çalıyım savrulmayan
acılarım göç haritasıdır aşkımın
..
Elemli şu dünyada
gönüm huzur buluyor tek kaldım tenhada
Yalnız yörüdüm vede yalnız göç edeceğim
zira alım yazımda büyle yazılı vermiş
yalnızlığı son göçe kadar hep seveceğim
çünkü bana yalnızlık önceden hissedenmiş
..
Her ne kadar tanrı düşüncesi tekleşmeye 4000 yıl önceden başladıysa da bu hiç bir zaman bu günkü anlayışa yakın olgunluğa erişmiş bir tek tanrı değildi. Ama bu adımlar, bu günkü tek tanrı anlayışına ulaşmamız için de atılması gereken başlangıç yol adımı uygarlaşmasıydılar da.
Değişen gelişen şeyin alacağı nihai şekli, o günde bilemezdiniz. Sizin o günlerde atacağınız adım, bir çeşit nihai adım gibi durur. Bu gün biliyoruz ki nihai adım yoktur. Nihai adım kendi kesikli sürekliliği içinde ancak vardır ve anlaşılırdır.
Bu nedenle İbrahim'in, Musa'nın, İsa'nın ve diğerlerinin tanrısının hepsi bir ve aynı gibi gösterilip söylense de incelendiğinde hep başka başkaydılar. Birbiriyle kesişen yanları, kendilerine aktarılan eski anlayışlardan süzülme, folklorik bilgi oluşla oturmuş olan meşruiyetlikti bir bilgi olan yanları vardır. Her süreçle yeni kılınan yeni yan, bu eski yanların üzerine oturtuluyordu. Bunun en temeli de ilahlar düzleminin yansıtılmasıyla kral tanrı, ya da rahip tanrı veya lugal tanrı anlayışıdır.
Seçme ayıklamalar yapılıp, yüzbinlerce düşünce efor sarflarıyla; oluşmuş eski, önceki güncel fikirler; şimdiki güncellikte olan ortak akla uygun hale getiriliyordular. Tanrı kavramı, hiç bir semavi dinler döneminde ve özellikle de İsa döneminde dahi bugünkü anlamına kavuşamamıştı. Bugünkü anlamı da yarınlardaki anlamının geri düzlemli ham şekli olacağı, kuşkusuzdur.
..
Totem dönemi veya totem mesleği deyip; burun kıvırıp geçmeyin. Vakıf olursak eğer bir totemi dönemin, bir totemi mesleğin nelere kadir olduğunu göreceksiniz.
Sözgelimi, geçmişin bir varoluş şekli günümüze olan bir etkidirler. Tecridi olan yalıtımlı bir totem grubun kendi içinde sosyal kültürlü iletime dili vardı. Bu iletime dili temasları olmayan diğer grubun haberinin olmamakla bilmediği bir dildi.
Yine ha keza tecridi totem dönemin sonlarına doğru her aynı zamanda ya da farklı farklı zamanlarda bir totem dönemin içinde ortaya konan bir totem mesleği vardır. Her bir görülür iş o izole totem grup içinde totem meslekleriydi.
Totem meslekleri kendisine özgü kullanılan alet edevatıyla; o işin kendisine özgü iş görme süreçlerini ve aşamalarını adlandırır dile dek söylenir sözcüklerle isimlendirmeydi. Ya da iş görme süreçleri ve aşamaları yer yer işaret sıfatları olmakla o alan içinde farklı farklı dilin olmuş olması da bu tür sürecin günümüze olan bir etkidirler.
..
1+1…
2+1…
3+1…
İçinde de..ana okulu,güzel bir çevre
Oyun alanları…
Güzeeel bir peysaj…
Depremede dayanıkı…
..
"-demek göç ediyorsunuz sizde kızım? "
"-evet öğremenim"
"üzülmüyor musun peki?
"-hayır"
"-ama seni çok özleyeceğiz"
"-öğretmenim bizde bizi bırakıp giden öğretmenlerimizi çok özlüyorduk. sonra geçiyor. vallahi"
..
Taş yerinde ağırdır derler atalarımız. Neden mi? Yerinden oynayan taşlar aşınmaya, sürekli oradan oraya yuvarlanmaya mahkûmda ondan.
İnsanoğlu da aslında kendi eşinin dostunun olduğu, doğduğu yerlerde daha da bir ağır değil mi? Her horoz kendi küllüğünde öter sözü de bu duruma güzel bir örnek olabilir.
Ancak günümüzde insanoğlu geçim sıkıntısı ile doğduğu topraklardan doyabileceği topraklara doğru bir nehir misali akıp gitmekte… Bu akışın oranı normal sınırları çoktan aşarak %70-80 sınırlarına dayanmış… Bu kadar hızla gelen göç dalgası, tıpkı delice akan bir ırmağın, delice esen fırtınaların verimli toprakları alıp ırmak yataklarına biriktirdiği erozyon belası gibi üretken insanlarımızı da şehirlere istiflemekte.
Farklı yerlerde farklı insanlarla, farklı kültürlerle yüz yüze gelen insanımız yeni düzene ayak uydurmada zorlanmakta… Bu farklılıklar kimi zaman bir girdap gibi bir yerlere sağlam tutunamayanları acımasızca içini alıp yok etmekte. Birçoğu bu yeni ortamda hiçbir şey yapamadığından hayatlarının baharında eşiyle, çocuklarıyla yaşadığı sosyolojik ve ekonomik travmalar sonucu yok olup gitmekte…
..
Kainatın tüm kuşları
uçup kirpiklerine göç etmişse,
deniz dalgaları, serin koylar yerleşmişse gözlerinin mavisine;
Bana özgürlüğü anlatmasınlar!
Öldüğümde beni, teninin kokusuyla yıkasınlar.
..
BARAK BOYU
Barak Boyunun Anayurdu:
Nuh Peygamberin oğlu Yasef, babasının emri ile Cudi Dağına gidip İt-İl(it eli, Atilla at-eli demektir) ve yayık suyunun yakasına vardı. İki yüz elli yıl orada yaşadıktan sonra öldü. Yasefin Türk, Hazar, Saklap(saka-iskit) , Rus, Ming, Çin, Kimeri(Sümer) ve Tarih(Taruh, Tarekh) isminde sekiz çocuğu vardı. Türkün oğlu Barshan söz konusu İt-İl-Yayık bölgesine yerleşti. Barshandan türeyen Baraklar ve Subarlar(Sigur, Sabir, Suvar, Sümer) ın yurdu İt-İl -Volga(nehri) civarı oldu. Bu yerleşim bölgesine Barakların totemine atfen At-İl- İt-İl(At éli, İt éli) denildiğini tahmin etmekteyiz. Oğuz Destanında Oğuzla Kıl Barak arasında geçen savaşın aynı bölgede oluşu dikkat çekicidir. (Gaziantep Yöresinde Barak Boyu. Yrd. Dç. Dr. Mehmet ali YILDIRIM ve Nuh YILDIRIM. Sf.11-12)
Saka Türklerinin Livi(LiGURlar, Lurlar, Litvanyalılar) boyunun bir kolu, Barakların da içinde yer aldığı Karluklardır. Karlukları; Pamir Sakaları, Sagay Türkleri, Kırgızların Sayak Boyu, Yakutlar(Sakalar) oluşturmuştur. ((Sadi Bayram. Kaynaklara Göre Güneydoğu Anadolu Proto-Türk İzleri. Sf.67)) (Barak Boyu) .
Barak Devleti:
..