Ellerimi ceplerime daldırıyorum…
Ceplerime avuç avuç sıkıntıları, hüzünleri dolduruyorum…
Kazıldıkça gün ışığına çıkan dertlerimi avuçluyorum…
Ceplerim dolu dolu oluyor…
Sağa sola yaslanıyorum…
Kimsesiz kaldığımı sandığım bu kesme taşlarının gözlerime battığı bu yollarda,
köşe başı sakinlerinden biriyim sanki…
Hani avuçlarını açarlar, bir şeyler isterler, insanın gözüne gözüne bakarak göz diplerine resimleri yapışır acılı bakışlarının…
Ağlamak isterler…
Serilmek isterler yeryüzü çimenlerinin üstüne…
Veremezler,
gidemezler,
bir şeyler vermek ister gidemezler, alamazlar…
karmakarışık hislerle bir avuç gözyaşı doldururlar avuçlarına, gözlerini yüzlerini sıyırarak…
Neler vermişti, kimlere nelerini vermemişti birilerine…
Sadece sevgiydi tek istediği…
Anlaşılması…
Sevilmesi…
Sevgiyi göz diplerinde görmesiydi istediği…
Kadını, kadın gibi kadını,
adamı adam gibi adamı düşünüyordu…
Ağladığını,
güldüğünü,
sesini boğarak, kal yanımda, gitme, benle ben ol, benli sen ol, senli ben olayım deyişleri ile, pişmanlıklarını bir torbaya doldurup sırtına vurmuştu…
Hayatını, yarınını, geleceğini teslim etmişti…
Oysa teslim ettiklerinin üstünden soğuk rüzgârlar esip yüzüne şamar tokatları gibi dönüp duruyordu…
Oysa hayatını tokatlıyordu sanki.
Veya
hayatı onu tokatlıyordu durmayasıya…
Kimdi bu tokatları atan?
Önemsediği, sen benim için önemlisin dediği,
uykularını yoluna sürgün ettiği,
kimsesizliklerini birleştirdiği, can, canımsın, canımlasın deyip, her gün ilk sesini duymak istediğini…
Yudumluyordu hayatının geri kalan birkaç yudumluk zamanını hiç yokuna yudumluyordu…
Oysa ne kadar açtı sevgiye…
Sevmeye,
Uğrunda ölünecek olana ölmeye…
Hayatını zorluyordu,
Dar zamanlarının son havasını dolduruyordu içine…
Harman rüzgârlarıyla sanki…
Mezar taşlarından tozlar uçuşuyordu yüzüne…
Gözleri kararıyordu…
Ölüm kokusunu duyuyordu…
Ölümle sevgi arasında kalmak istiyordu…
Kadın gibi…
Adam gibi…
İnsan gibi…
Hak edilen sevgiyi avuçlarında tutar gibi…
Sevgi hayranlığı, sevgi seli açıyordu ardına dek yüreğini…
Sevmeyi, sevilmeye tercih ediyordu…
Gel dese adamı gidecek,
Kal dese kalacak, kalacak ömür boyu mezarlık bekçileri gibi sevgide…
Zorlanıyordu yıllarına…
Avuçları ile hasreti tutmak, atmak istiyordu…
Göçleri ardında bırakıp, barklanmak, sığınağına çekilip beklemek istiyordu adamın dediği adamı…
Yoluna sevgi olurum…
Yoluna ölürüm…
Yolundaki taşları tırnak uçlarımla söker atarım, yeter ki kimsesizliğimi unuttur bana…
Ben seninle hayatı zorluyorum…
Hayat beni zorlasa da,
damarlarımdaki kanları döküp alsalar da, bu can senin ey yar…
Bu güneş sen ışıkları ile dolu…
Ve kararmış pencerelerimi benimle aç artık…
Göçe zorlama beni…
Göç dolu yüreğim…
Göç tozu ayak tabanlarımda…
Senin yokluğun göçe zorluyor beni…
Zor iş bu zor…
Zorlama gülümsemeler…
Mutluluğu biraz olsun içinde hissetmek…
Mutluymuş gibi kabullenmek kendini…
Hayatın boş zarflarından çıkan boş mektup kağıtları gibi…
Oysa,
düşünceleri doldursan içine kağıtlara sığmaz…
Gülümsemeleri zorlatır bu düşünceler tekrar…
Döner durur bu döngü…
Bir an yakaladığın mutluluk bedene saplanan bir bıçağın çevrilerek çıkarılması gibi…
Bütün gazellerin son mısrasında bulursun kendini… Tekrarlatır bu anlar bir bir renksiz eski fotoğraf kareleri gibi…
Unutulamayan sevda bir çekiç olur yüreğinin vuruşlarına eş vuruşlarıyla…
Canın acıdıkça acır…
Her vuruş darbesi titretir bedenini göç yolunda…
Koşmak istersin. Koşarak gitmek istersin ama labirentler şaşkına dönüştürür dimağları…
Gelmiş geçmiş ne kadar kal gitme, gidersen halim nicedir diyen şarkıların her satırı sanki seni anlatır…
Hayat zor gülüşleri hediye etti bize derken bile sızlar yüzündeki kaslar…
Yüzünü aşağıya doğru çeker, çektikçe gerilirsin…
Çaresizlik kollarını yana doğru açtırır. Kavuşturmak istersin avuçlarını…
Bir de taban diplerinin yırtılma acıları hissedersin içinde…
Ve
tekrar tekrar gerilir yüzündeki kaslar…
Bir feryat sesini koyverirsin yavru kuzuların dolandığı yeşil bayırlara doğru…
Kuruyan yaprakları,
yeşeren yaprakları,
taş diplerinden fırlayan taş delen çiçeklerini bile fark edemeden boş bakışlarını savurursun doğaya doğru…
Bir pişmanlık,
bir aymazlık,
bir vurdum duymazlık,
bir umarsızlık yaşamak istersin… Ama nafile…
Bir kez,
hayat seni çok sevmek isterdim demek istersin ama umarsızlık gelir oturur bir yumru gibi boğazına…
Nefesin daralır ve korkuların seni sonsuzluğun derinliklerine götürür…
Aniden içinden yeniden göç etmeliyim dersin, zorlama gülümsemelerle…
Acı acı yüzünün kasları yeniden kömür tozları yüzüne yapışmış gibi simsiyah olarak olarak gülme zorlamalarını yapıştırırsın yüzüne…
Bu hayat gülmeleri aldı yüzümüzden, dersin…
Ve
Göç zamanını yeniden sindirirsin içine…
Benim kaderim göç ile zorlanır dersin…
Ve
adını koyarsın kendi kendine kulağına üfleyemeden…
Göç Kızı…
Benim adım göç kızı…
Dersin…
Şafaklar söker üstüne,
tan alacapembeliğe uzanır,
karanlıkları delip geçen sesler yüreğine yapışır…
zor sabahlara zor günlere uzanırsın…
Taban diplerindeki yanmaları geceleri daha çok hissedersin…
Yüreğindeki acı tebessümleri hisseder, ip ince bir sızıyla…
Belki belki de bir gün güneşin ışıkları yüzümdeki gülücükleri zorlamadan gösterir…
Ben
Göç Kızı…
Gecelerin derinliklerindeki ses…
Hiç affedilemedin benden diye kulaklarına doluyordu…
İçinde duyduğu ise,
Hiç af dilemek gelmedi sana dilimden çıkan bir sözle…
Hiç içimden af dilemek göndermek gelmedi sana…
Bunca zamanlar geçti,
düşüne düşüne seni…
Bunca zamanlar geçti,
acı acı güldüm senin için…
Bunca zamanlarda gözlerimden akan yaşları tutamadım içimde…
Yıllarımı yoluna döktüğüm,
acılarımı,
yıllarımla kaybettiklerimin hiç ardına bakmadım…
Seni hatırladığım her an için yanarım dedikçe,
içim hep kor doldu…
Yolları soracaklar bana, taşları, camları, kırıkları, sesleri, bakışları, seni beni soracaklar…
Güleceğiz…
Dumanlı koyu bir çay bardağının gölgesine düşünce gözler anlayacaklar bizi…
Anlayacağız bizi… Sevgimizi sevdiğimizi…
GECEDİR
BAZAN ALACAPEMBEYE ATAR KENDİNİ...
Gecelerin
sesi,
gecelerin sessisliği,
gecedir adı,
GECEDİR
BAZAN ALACAPEMBEYE ATAR KENDİNİ...
Karanlıktır...
Uzat ellerini...
Korkuyorum...
Korkuyorum...
Sensizlikten...
Senden...
Bir de bensizlikten...
Korkuyorum...
Hayat yaşanmış hikâyelerle doludur...
Bazıları efsane gibi görünse de,
verdikleri acılarla hatırlanır...
Ve
bu acılar hiç bitmez...
Yıllar ve yıllar geçtikçe,
sadece ince bir sızıyla hatırlanır,
bedenin derinliklerinde...
Bu belki de bir kaçıştır sevgiden, sevmekten, sevilmekten...
göçe zorlar insanı bu kaçışlar...
İlden ile... Ve kaldırım taşlarına taban diplerini yırtarak...
Geceden geceye... Ve tanşafaklarına atar kimsesizliği...
Ve bu göç belki de hiç bitmeyecek yaşamda...
Yalnızlığını kimsesizliğine gömüyordu…
Hani dersen bana gene göçtesin. Neden göç kızısın diye… Desene…
Çünkü seninle yaşanan yerler acı veriyor bana…
Her ilde her sokağında dolandırıyorum acılarımı…
Heybemdekilerle…
Bu sensiz benli acı zinciri bu göç yolculuğu…
Bu göç kızlığı… GÖÇ KIZI…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 10.6.2009 15:49:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hayat yaşanmış hikâyelerle doludur... Bazıları efsane gibi görünse de, verdikleri acılarla hatırlanır... Ve bu acılar hiç bitmez... Yıllar ve yıllar geçtikçe, sadece ince bir sızıyla hatırlanır, bedenin derinliklerinde... Ve bu göç belki de hiç bitmeyecek yaşamda...
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/06/10/goc-kizi-deneme-3.jpg)
hayat seni çok sevmek isterdim demek istersin ama umarsızlık gelir oturur bir yumru gibi boğazına…
Nefesin daralır ve korkuların seni sonsuzluğun derinliklerine götürür…......kimi hancı kimi yolcu yaşanır sonrası anılar....kaleme saygıyla....+...+......asena
namık cem
TÜM YORUMLAR (7)