Göbeklitepe Şiiri - Hakan Gezik

Hakan Gezik
132

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Göbeklitepe

Göbeklitepe uyandı asırlık uykusundan.
Maziyi derinden duyumsayabilir
Burada her arayan.
Nazarı değince taşlara
Uzanıp girebilir zaman ve mekanın koynuna.

Maziden atiye bir yol bulur duygular.
Kendini kaybetmeden
Öylece selametle varır arayan.
Her menzilde yeniden yeşerir duygular.

Binlerce yıllık uykusundan uyanıverir taşlar.
Göz kırpar tebessümle geleceğe bakışlar.
Aslanlar, akbabalar, boğalar...
Dile gelip sorar cümle dostlar
Nerede bizi yontan eller?
Akrepler, tilkiler, yılanlar...
Hep bir ağız sanki hal hatır sorar.
Nerede saygı nöbetine durduğumuz insanlar?

Biz buradayız diye haykırır yürekler.
Gitmedik buradayız.
Hep buradaydık, bu topraklarda
Var olduk dün ve bugün.
Hep burada, sahibi olduğumuz bu vahada.

Damarlarımızda dolaşan kan delice akmakta.
Sahip olduğumuz beden, aldığımız nefes
Bir yanımız Anadolu, bir yanımız
Kutsal Ötüken ormanı.

Küllerimizden doğarız her yandığımızda.
Biz Anadoluyuz, köklerimiz çok derin.
Güçlü bir halkayız, kaya blokları kadar sağlam.
Kardeşlik duyguları küllenmez, derin.
Dört mevsim serpilip boy verir engin.

Göbeklitepe binlerce yıllık uykusundan
Uyanıp göz kırpar geleceğe.
Cümle dostlar şahit olsun o şanlı geçmişe.
Bekler evlatlarını ziyarete sessizce.
Kocaman açar kollarını, özlemle.
Binlerce yıllık uykusundan uyanmıştır mahmur.
Bak nasıl da davetkar muhabbetle uzanan o kollar.

Hakan Gezik
Kayıt Tarihi : 4.5.2019 17:30:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


GÖBEKLİTEPE TARİHİN BİLİNEN EN ESKİ TAPINAĞI DEĞİL BİR NEKROPOL (ÖLÜLER ŞEHRİ) ALANIDIR Şanlıurfa il sınırları içinde bulunan Göbeklitepe ilk keşfedildiği günden bugüne dek dünyada büyük bir heyecan yarattı. On iki bin yıllık dikilitaşların oluşturduğu yapılar topluluğu bilinen en eski abidevi özelliğe sahip tarihi buluntulardı. Göbeklitepe bir tapınak değil o bölgede avcı toplayıcı olarak yaşayan insanların geleceğe bırakmak istedikleri bir anıt kabir, ölüme meydan okuyuşları, sonsuzluk arzuları, bir kutsal sığınak, düşmanlarına karşı uğrunda seve seve ölüme koşacakları bir kutsal alan, bir nekropol, ölüler kenti ve ruhani bir kaledir. Obsidyen aletler, geyik boynuzları ve çakmaktaşları kullanarak 50-60 tonluk kayaları nasıl kesmiş ve nasıl şekillendirmişlerdi. Yaklaşık olarak 6 metre uzunluğundaki bu dikilitaşları nasıl taşımış ve hangi teknolojiyle bu ıssız arazideki yerlerine sabitlemişlerdi. 2019 yılı “Göbeklitepe Yılı” ilan edildiği günlerde konu hakkındaki düşüncelerimi tarih süzgecinden geçirerek kaleme almak ve bir tarihçi gözüyle olaylara bakmak istedim. Konu hakkındaki düşüncelerimi paylaşarak bir beyin fırtınası gerçekleştirmek ve farklı düşünceleri öğrenmek niyetindeyim. Ayrıca bu konuyu tartışmaya açarak konunun gündemde kalmasını sağlamak, gerçeklere ulaşmada mesafe almak istiyorum. 1998…1999 yılları arasında Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine bağlı Sırataşlar “Vahna” Köyünde asteğmen öğretmen olarak bulunurken bu bölgenin zengin tarihi dokusunu yakından görmüş ve hayran olmuştum. Yıllar sonra Amasya’da tesadüfen karşılaştığım bir arkeoloji öğrencisine Peygamberler Şehri Şanlıurfa’nın çok önemli bir kent olduğunu mutlaka bu bölgenin çok iyi araştırılması gerektiğini söylemiştim. Sırataşlar Köyünde yer altında, kayalara oyulmuş muntazam bir işçilik eseri olan çok sayıda kaya mezarı bulunuyordu. Bunların bir kısmının köy halkı tarafından geçmişte sarnıç olarak kullanıldığını öğrenmiştim. Fırat kıyısında mağaralar bulunuyordu. Bazıları birkaç kattan oluşan bu mağaralar yakın bir döneme kadar bölge halkının barınma ihtiyaçlarını karşılamıştı. Temiz su kaynaklarına ulaşımın kolay oluşu, gözlerden ırak olması, iklimin elverişli oluşu, Fırat’ın beslenme imkanı sunması (Balıkçılık faaliyetleri) gibi nedenlerle burada bulunan çok sayıdaki mağara asırlar boyunca barınak olarak kullanılmıştı. Köyde konuştuğum pek çok kişi geçmişte bu bölgede çok sayıda mezar bulunduğunu üstlerinin yassı taşlarla kapatıldığını bu yassı taşları kaldırdıklarında iskeletlerle ve bu iskeletlerin başucuna bırakılmış hediyelerle karşılaştıklarını söylemişlerdi. Parmak büyüklüğündeki küçük cam şişelerden bahsediyorlardı. Bu bahsedilen şişeler ölü yakınları tarafından bir üzüntü belirtisi olarak sevdiklerinin yanına bırakılan gözyaşı şişeleriydi. Bu şişeleri çerçilere sattıklarını karşılığında mandal, leğen, çatal, kaşık vb. aldıklarını söylediklerinde hayıflanmış, kaderine terk edilen bir coğrafyada bulunduğumu bir kez daha hatırlamıştım. Köydeki kaya mezarları içinde durum bundan farksızdı. Bir dilekçe ve yanına iliştirilen fotoğraflarla durumu Şanlıurfa Müzesi yetkililerine iletmiştim. Kendilerinin durumdan haberdar olduklarını Şanlıurfa merkezde bulunan bazı kaya mezarlarının fosseptik çukuru olarak kullanıldığını üzülerek bana söylemişlerdi. 2019 yılında Göbeklitepenin yıldızı parlamıştır. Bu yıldızın daha da parlayacağı yıllar bizleri beklemektedir. Yaklaşık beş yıldır Göbeklitepe üzerinde düşünüyor ve her yeni buluntuda daha fazla heyecanlanıyorum. Karşımızda on iki bin yıllık bir tarih duruyor. Ve bu tarih bugüne kadar bildiklerimizi gözden geçirmek durumunda bizi bırakıyor. Arkeologlar bu alanın dünyanın en eski tapınağı olduğunu iddia ediyorlar. Kafamda canlandırıyorum söylenenleri. Evet insanlar buraya geliyor ve ibadet ediyor tanrılarına şükranlarını sunuyorlar. Yüzyıllar sonra hak dinini yayan bir peygambere tabi olup bu alışkanlıklarından vazgeçiyorlar ve Neolitik devrinde daha öncede karşımıza çıkan örneklerde olduğu gibi yapının üzerini toprakla örtüp buradan ayrılıyorlar. Bu sayede insanların bu putlara tapmalarının da önüne geçmiş oluyorlar. Yıllardır düşündüğüm ve kafamda canlandırdığım hikaye bu. Birkaç gün önce Herodot Tarihinde yer alan bir bölüm aklıma gelince olaya farklı bir açıdan bakmak istedim. Pers Kralı I. Darius (MÖ 522-486) İskitler üzerine bir sefer yapmıştı. Yerleşik yaşama geçmiş Perslerden farklı, avcı-toplayıcı bir yaşam süren göçebe İskitlerin lideri Kral İdanthyrsos ile aralarında şöyle bir diyalog geçmişti. Herodot Tarihinden aldığım ifadeler aşağıdaki gibidir: “Uzun süren takipten sıkılan Darius, İskit Kralı İdanthyrsos’a bir mektup gönderdi. Bu mektupta şunlar yazıyordu: “Seni anlamıyorum! Neden böyle kaçıp duruyorsun? Bana karşı duracak gücün varsa silaha sarılıp meydana çık. Gücünüz yoksa bu kaçışın size ne faydası olacak? Hakimiyetimi kabul ettiğinize dair bir işaret; su ve toprak yollamanız ve görüşmek üzere efendinizin huzuruna gelmeniz kafidir.” İskit Kralı İdanthyrsos, Pers kralına şu cevabı yolladı; “Pers Kralı Darius, sen beni anlamıyorsun. Bugüne kadar hiç kimseden korktuğum için kaçmadım. Bu yaşam tarzı benim için sıradandır. Ben göçebe bir yaşam sürerim. Ülkemde evlerimiz ve şehirlerimiz bulunmaz. Bunlara zarar geldiğini görmek beni savaşa sürükleyebilirdi lakin bunların hiçbirisi mevcut değil. Mutlaka savaşa girmek ve kan dökmek istiyorsan sana yapman gerekeni söyleyeyim: Atalarımızın mezarlarını bul ve onları yok etmeye çalış. O zaman bizim savaşıp savaşmayacağımızı görürsün. O gün gelinceye kadar kavgadan uzak duracağım. Canım ne vakit arzu ederse o vakit seninle savaşırım. Efendim olmana gelince; ben ceddim olan Zeus ile Hestia dışında hiç kimseyi efendi olarak tanımam. Sana su ve toprak yerine daha uygun hediyeler yollayacağım...” Olaylara farklı bir açıdan bakmamı sağlayan işte bu ifadeler oldu: “Mutlaka savaşa girmek ve kan dökmek istiyorsan sana yapman gerekeni söyleyeyim: Atalarımızın mezarlarını bul ve onları yok etmeye çalış. O zaman bizim savaşıp savaşmayacağımızı görürsün.” Henüz yerleşik hayata geçmemiş insanların tapınaklar inşa edip buralarda ibadet ettikleri fikrini benimsemiyorum. Bu durum yerleşik yaşama geçmiş insanlar için geçerli bir düşünce olabilir. Sürekli hareket halinde bulunan insanlar uygulamada işlerine yaramayacağı böyle bir işe ve zahmete kalkışmazlar. Göbeklitepe sulak ve verimli alanlardan uzak bir yerde kendini gösterir. Burası bir tapınak değil ölülerinin huzur içinde uyuyabilecekleri bir vahadır. Bir ölüler kentidir yani nekropol alanıdır. Öbek öbek karşımıza çıkan bu dairesel yapılar güçlü bir halkayı, kan bağını ve o klana bağlı olanları betimlemiş olabilir. T biçimli taş bloklar birer mezar anıtıdır ve başsız insanları simgelemektedir. Burada hatırası yaşatılmaya çalışan insanlar akrabalarıdır. Bu insanlar ölüdür bu sebeple T şeklindedir ve başları yoktur. T şeklinde olmaları onların ölmüş oldukları anlamına gelir. Bu hatırası yaşatılan insanlar ölmüş ve bir nevi heykelleri dikilmiştir. Başları olmayan insan resimlerine daha önce dokuz bin yıllık bir geçmişe sahip olan Konya Çatalhöyükte de rastlıyoruz. Yerde yatan başsız insanlar ve üzerlerinde dolaşan akbabalar… Göbeklitepe de bulunan kafatasları geçmişte bu sütunların üzerine asılmış olabilir, bedenleri yırtıcı hayvanlara sunulmuş... Kendilerini tanrılarının katına çıkaracak hayvanlara… Mezar taşlarına işlenmiş olan o hayvanlar: Akrep, tilki, aslan, yılan, akbaba, leopar, örümcek vb olarak karşımıza çıkıyor… Her taş blok o klan için önem arz eden güçlü bir savaşçıyı veya şeflerini sembolize ediyor olabilir. Yontulmuş kaya blokları üzerindeki hayvanlar ise birer sembol. Yaşamı av hayvanlarının varlığına bağlı olan bir toplumdan başak resimleri çizmeleri beklenemezdi veya üzüm salkımları… Kendileri için yaşamsal öneme sahip olan hayvanlarla yine kendilerini derinden etkilemiş olan canlıları son yolculuklarında belki de bir minnet ifadesi olarak anmak istemişlerdi. Bir minnet duygusu belki öteki dünyada kendilerine yardımcı olacak bir güç, şefaatçi, belki de tılsım… Biz bunu daha sonraki dönemlerde de mezar taşları üzerinde görüyoruz. Orhun yazıtlarının kaidelerinde, Akkoyunlu mezar taşlarında, Karakoyunlu mezar taşlarında, Roma veya Osmanlı mezar taşlarında vs… Toplum neye değer verirse mezar taşları üzerine o işlenir. Bu at olabilir, silah, sancak, hilal, svastika (gamalı haç) bir tılsım veya bir ayet olarak kendini gösterebilir. Mezar yapıları her dönem insanoğlu için vazgeçilmez birer abidevi eser olmuştur. Bugün dahi kaybolup gitmek istemez insanoğlu yaşadığına dair bir iz bırakmak ister adının yazılı olduğu bir mezar, bir kitabe, duvara kazılı bir isim vs… Eski Mısır da piramit olarak kendini göstermiştir bu anıt mezarlar, Halikarnasos da bir kral mozolesi olarak (Mausoleum/ Mozole) Günümüz Türkiyesinde Anıtkabir olarak… Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki gelenekler kesintisiz olarak günümüze kadar bir şekilde zincirin halkaları gibi birbirine kenetlenerek bazen de başkalaşıma uğrayarak fasılasız devam eder. Göbeklitepe bu bağlamda bir tapınak değil o bölgede avcı toplayıcı olarak yaşayan insanların geleceğe bırakmak istedikleri bir anıt kabir, anıt kabirler topluluğu, ölümsüzlüğe ulaşmak istekleri, ölüme meydan okudukları bir kutsal sığınak, İskitlerde olduğu gibi düşmanlarına karşı uğrunda seve seve ölüme koşacakları bir kutsal alan, bir nekropol, ölüler kenti ve ruhani bir kaledir. HAKAN GEZİK/ARAŞTIRMACI YAZAR/TARİHÇİ

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Hakan Gezik
    Hakan Gezik

    Şanlıurfa’da karşımıza çıkan gizemli olarak nitelendirilen yapılar hakkındaki düşüncelerimi fırsat buldukça paylaşmaya bu konu hakkında yorumlarınızı almaya devam edeceğim.

    Arkeofili isimli siteyi takip ediyorum. Arkeolojiye ait son bilimsel bulguları biz okuyucularıyla paylaşan bu sitede bugün gözüme çarpan bir bilgiyi paylaşmak istedim. "Ural Dilleri Doğu Baltık Bölgesine Sibirya’dan Geldi." Başlıklı yazıda yer alan bir fotoğraf karesi dikkatimi çekti. Bu fotoğrafın altında; Kuzey Estonya’da Tunç Çağı’na ait taş mezarlar. İbaresi bulunuyordu. Burada mezar yapılarının birbirine yakın ve dairesel şekilleri dikkatimi çekti. Bu görsel bana Göbeklitepe’de yer alan dairesel yapıları hatırlattı. Daha önceki örneklerde de gördüğümüz üzere gerek taş devri insanları gerekse maden devrinde yaşayan insanlar için dairesel mezar yapıları inşa etmek bir gelenekti. Bu gelenek türbe ve kümbetlerde de kendini gösterir. İslami dönemde karşımıza çıkan bu yapılarında dairesel olması son derece ilginçtir.

    Göbeklitepe’de 20 adet dairesel yapı kalıntısı bulunuyor. Ortalarında yer alan iki abidevi dikili taşın Güneş ve Ayı sembolize ettiğini düşünüyorum. Etraftaki büyüklü küçüklü dikili taşların ise yıldızlar ve gezegenleri bana hatırlatıyor. Dairesel yapı gök kubbeyi içindekiler ise gök kubbede karşımıza çıkan gök cisimlerini... Birer anıt mezar olarak düşündüğüm bu yapıların ortasında ve kenarlarında yer alan dikilitaşların gökyüzündeki resmin bir yansıması olduğunu, buradan hareketle o toplumun ölülerini onurlandırdıklarını, her klanın kurucularını merkeze aldığını etrafında ise o boyun ulularının yer aldığı fikri bana akla yatkın görünüyor. Henüz insanoğlunun emekleme çağında olduğu bir dönemde 20 adet tapınağı yan yana inşa edip buralarda tapındıkları fikri oldukça yanlış bir görüş olarak geliyor. Kim insanoğlunun göçebe bir yaşam sürdüğü bir dönemde 20 adet tapınağı yan yana inşa ettiği ve burada ibadet ettikleri fikrini benimser? Bir tarih öğretmeni olarak bu düşünce bana kelimenin tam manasıyla akıllara ziyan bir düşünce gibi geliyor. Bu bir mahallede yan yana yirmi cami inşa edip burada ibadet etmeye benzer. Bir tek cami bu işin yeterliyken hangi akıl yan yana yirmi camiyi ibadete açar?

    Son söz olarak Göbeklitepe de karşımıza çıkan yapılar birer tapınak değil her biri birer mezar anıt, birer anıt kabirdir. Bu alan kısaca bir nekropoldür.

    Cevap Yaz
  • Hakan Gezik
    Hakan Gezik


    On iki bin yıllık geçmişiyle Göbeklitepe dikkatleri üzerine çekmeye devam ediyor. Göbeklitepe ile ilgili düşüncelerimi bu kez maddeler halinde ortaya koymayı uygun gördüm.

    1. Avcı ve toplayıcı bir halkın tapınak yapmak ve bu tapınak etrafında bir ömür sürmesi beklenemez. Yiyecek kaynaklarının tükenmemesi adına avcı toplayıcılar sürekli yer değiştirmek durumundadırlar. Bu durum onların toprağa yerleşmesini ve sabit kalmasını imkansız hale getirir. Hal böyle iken bu insanlar neden belki de hiçbir zaman kullanamayacakları tapınaklar inşa edip ardından yüzlerce yıl sonra bu tapınakları toprakla örtüp gitsinler? Neolitik devirde (Cilalı Taş/ Yeni Taş) karşımıza çıkan bu uygulama o mahalde bulunan ölülerinin rahatsız edilmemesi, sonsuza dek huzur içinde uyuması amacıyla yapılmış olabilir mi?


    2. Şanlıurfa’da dünyanın en büyük nekropol (mezarlık bölge/ ölüler kenti) alanı bulunmakta. Burası Kale Eteği ve Kızılkoyun Nekropol alanlarıdır. Burada yüzün üzerinde iki bin yıllık kaya mezarı bulunmaktadır. Bunun dışında Şanlıurfa genelinde çok daha eskilere dayanan kaya mezarları vardır. Şanlıurfa geneli için düşünüldüğünde bu bölgede dairesel planlı mezar alanlarından kaya mezarlarına geçiş yapıldığını düşünüyorum. Önce her ailenin veya klanın bir arada yaşaması için inşa edilmiş yapılar vardı. Tonlarca ağırlıktaki kayaların taşınması insanoğluna zor gelmiş olacak ki daha pratik olan kayaların oyulup ölen yakınlarını buralara yerleştirmişlerdir. Sonuç olarak iki yapı da da mantık aynıdır. Ölülerini onurlandırmak ve sonsuza kadar ruhlarını bir arada tutmak.


    3. Göbeklitepenin hac merkezi olduğunu ve buranın insanlar tarafından ziyaret edildiğini söyleyen bilim insanlarına soruyorum. Peki neden susuz bir alan seçildi bunun için. Yüzlerce insanın su ihtiyacı nasıl karşılanıyordu ve burası inşa edilirken neden bu göz ardı edildi. Neden sulak bir alan değil de ıssız ve çorak bir alan seçildi? Burası yaşayanların değil de ölülerin mekanı olduğu için olabilir mi? İkinci olarak burası bir tapınak bölgesi ise neden insanlar burayı dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi yerleşim yeri haline getirmediler? Mekke de Kabe ve etrafında bir yaşam alanı oluşturdular neden bu bölgenin üzerini kapatıp gittiler o halde? Üçüncü olarak bir tapınak değil de neden dar bir alana yirmi tapınak inşa etmek durumunda kaldılar? Şöyle bir soru sormak lazım. Bir mahallede yaşıyorsunuz ve bu mahalleye ibadet etmek için yirmi tapınak inşa ediyorsunuz. Dar bir alana yirmi tapınak olmaz lakin yirmi adet aile mezarı olabilir. Yirmi tapınak fikri…Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım mıdır sizce?


    4. Bugüne kadar Göbeklitepe’de yirmi civarında tapınak? (Doğrusu: Aile mezarı/ Açık hava kaya mezarı) keşfedildi toplamda tonlarca ağırlıkta iki yüzün üzerinde sütun. Bunlardan tespit edilen on beşi açılmayı bekliyor. 150 yıllık bir zaman diliminden bahsediliyor kazı için gerekli olan zamanı. İlkel bir hayat süren avcı toplayıcılar bu yirmi ayrı tapınağı????? Yapmak yerine bir tek tapınak yapıp orada ibadet edemezler miydi veya bu ibadetlerini dışarıda açık havada yapamazlar mıydı? Yaklaşık otuzlu yaşlar o dönem için ortalama ömürdür. Çok genç yaşta sayılabilecek yaşlarda hayatını kaybeden bu insanların öldükten sonra ruhlarının yaşayacağına inandıklarını düşünerek kan bağına veya yakın ailevi ilişkilere sahip insanların bir çember içinde yani aynı kümede yaşamaya devam edecekleri bir sonsuz yaşamın varlığı daha inandırıcı geliyor bana. Daha sonraki dönemlerde inşa edilen kaya mezarları da yine bu bir arada yaşama düşüncesinin devamı niteliğindeki bir gelenektir. Bugün dahi aile mezarlıklarının oluşturulması mezarlık alanlarda anne baba ve çocukların bir arada bulunması için çaba gösterilmesi bu geleneğin bir devamıdır.


    5. Son söz olarak Göbeklitepe’de ölen insanların ruhları onurlandırılmıştır. T şeklinde ölü insanları sembolize eden devasa mezar taşları bize bunu gösteriyor. Onlara kurbanlar kesilip geçmiş günler yad edilmiş olabilir. Bu ritüeller o bölgenin tapınak olduğu anlamına gelmez. Bu fikir bugün Müslüman mezarlıklarının aynı zamanda birer tapınak olduğu düşüncesi gibi sakat bir düşünceyi yanında getirir. Ölülere verilen değer başkadır bir tapınak inşa ederek orada din adamları sınıfının eşliğinde günlük ibadetleri sürdürmek ayrı bir konudur. Bu bağlamda bu konunun daha sağlıklı düşünülüp daha mantıklı bir sonuca ulaşılması arzusunu taşıyorum.




    Hakan Gezik/ Araştırmacı Yazar/ Tarihçi

    09/05/2019

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Hakan Gezik