Bir zamanlar çok uzaklarda diye bahsedilen bir yerde bir Gezgin yaşarmış. Sırtında ağır bir çanta ile diyar diyar gezip köylerde konaklar, erenleri dinler ve gün ışığıyla yol çıkıp, tan ağırınca bir kuytuya çekilirmiş.
Aklından hiç eksiltemediği, bir hikaye varmış... “Zümrüd-ü Anka ve etekleri bulutların üstünde olduğu rivayet edilen Kaf Dağı” Her insanın mizacına göre bir hayali olur ya, Gezginin hayali, bu dağı ve Zümrüd-ü Anka’yı bulmaktan öte hiçbir şey değilmiş. Gel zaman git zaman, Gezginin bu merakı gizli bir sevdaya dönüşmüş. Nasıl tuhaftır ancak yaşayan bilir; sadece masallardan duyduğun bir şeylere sevdalanmak... Gezgin bu, aradığını illaki bulacak.
Bir gün yolu içerisinde yalnızca erenlerin yaşadığı bir köye düşmüş. Konaklamış, Güzel bir şeyler olacak ya... Oranın erenleri yamaçları insan yüzüne benzeyen, zirvesine hiç kimsenin ulaşamadığı, en tepesinden suyunun hayat verdiği rivayet edilen Yorgun Nehirin kaynadığı bir dağdan bahsediyorlarmış. Bir ümit belirmiş Gezginin içinde. Oradaki her bir kimseye sormuş bu dağın adını, ancak sorduğu herkes sadece gezginin gözlerinin içine bakıp susmayı tercih ediyorlarmış. Bu durumu çok garipsemiş gezgin, gizem arttıkça, içerisindeki sevda aşka dönüşmüş. En sonunda dayanamayıp köyün en yaşlı ve en bilgili erenini yanına varmış. Son bir ümitle sormuş:
“Ey Erenlerin En Bilgilisi! Bir masaldır alıp başını gidiyor, ola ki en büyük ümidi burada yakaladım. Nedir bu dağın ismi? ” Eren Gezginin gözlerinin içine bakmış... bakmış... bakmış... ve yüreğinde bir kor haline dönüşen aşkı görünce cevap vermiş:
“Kaf Dağı.” Gezginin ömrüne sanki bir ömür daha katılmış, göğsünde huzur dolu bir nefes dolmuş ilk kez. Sormuş:
“Zümrüd-ü Anka orada mıdır? ” Eren cevap vermiş:
“Zümrüd-ü Anka Yalnızca Gönlünde aşk olana görünür ve yardım eder.” Gezgin son sorusunu sorar:
“Peki ya bu dağ nerededir? ” Eren bir an duraklar, on düşür bir söyler hale gelir, Lakin cevap verir yine:
“Hiçbir vakit düşünmediğin, batıl olanın her daim aksinde olan bir yerdedir...”
Gezgin müsaade almış ve ayrılmış Bilge Eren’in yanından.Gün ışığıyla yola çıkmış. Köye geldiği yoldan geri giderek başlamış Kaf Dağı’nı aramaya. Yedi diyar gezmiş, yedi kış geçmiş aradan, yedi büyük dağ ile karşılaşmış, fakat hiç biri masallardakine benzemiyormuş. Bir an gelmiş ki artık takati kalmamış aramaktan. Ziyan olmanın tam kapısına varmışken, Erenlerin köyüne dönmeye ve Bilge Eren’in huzuruna tekrar çıkmaya kararını vermiş. Bu esrarengiz dağın yerini bir daha soracakmış.
Başlamış gerisin geri yürümeye. Geçtiği diyarı, yediği ayazı on dört etmiş. Erenlerin köyüne varmış nihayetinde. Tam köye girecekken ne görsün, meğerse köyün öbür yanı Kaf Dağı imiş. Meğerse gezgin daha ilk başından ters yola gitmiş. Kırk kahır etmiş cahilliğine, on destur çekmiş içinden ve köye uğramadan koyulmuş Kaf Dağı’nın yoluna.
Kaf Dağı denince herkes bilir yedi dipsiz vadiyi. Gözü karadır Gezginin ve yüreğindeki aşk daha da bir hırpalamaktadır içini.patika yolları bir bir arşınlamaya başlamış, Dağın eteklerine varmış ve ilk dipsiz vadinin başına gelmiş. Zorbela, bin bir ah ile geçmiş ilk vadiyi. Lakin çok düşmüş, sayısız yuvarlanmış, esvabı parça parça olmuş. O kadar yükseğe çıkmış ki köyler karınca gibi görünüyormuş. İkinci dipsiz vadiye gelmiş. Bir bakmış ki, gidilecek gibi değil, aşılacak gibi değil. Gönlündeki o Zümrüd-ü Anka aşkı yok mu? Hallerde hallere sokmuş gezgini, fakat O bunun farkında bile değilmiş o ana dek. Zor çıktıkça aşk büyümüş aşk büyüdükte yük ağırlaşmış, yük ağırlaştıkça derman azalmış.
Derken bir rüzgar çıkmış ki dile gelmez, bir yağmur başlamış ki ele değmez. “Bittim artık” diyecekli olmuş ki, Zümrüd-ü Anka çıkmış karşısına.Güneş açmış birden, çiçekler boy vermiş.
“Merhaba Gezgin,” demiş “Ben Zümrüd-ü Anka.” Gezgin bir aşk ile ayaklanmış, bin sevdaya eş değer bir damla göz yaşı dökmüş:
“Zirve...” sözleri dökülmüş dilinden Gezginin ki mana verememiş bu söze daha sonraları. Bilinen o ki; Zümrüd-ü Anka her daim uçar ve asla konmazmış. İlk kez konduğu söylenirse pek bir mübalağa edilmemiş olur.
“Nasip... Ben yardım edeceğim sana” demiş Gezgine.
Yolcu yolunda, hancı hanında gerek. Gezgin Zümrüd-ü Anka’nın üç adam boyu büyüklüğünde olan kanatlarına binmiş ve göz açıp kaypayıncaya kadar geçmişler o dipsiz vadileri teker teker. Hiç durmamışlar işin aslı. Nice bulutları yarmışlar, nice cesetlerle karşılaşmışlar. Gezgin bir ara sormuş:
“Nedir bu cesetler, kimlerindir? ” Zümrüd-ü Anka’nın yüzü buruşmuş, gönlü bulanmış birden;
“Onlar” demiş, “Zirveye, Zümrüd-ü Anka’sız aşık olanlar,” demiş.
Gezgini başka bir soru sormamış. Erenin sözü gelmiş aklına “Zümrüd-ü Anka yalnızca gönlünde aşk olanlara görünür ve yardım eder.” Aşkın kıymetini o vakit anlamış Gezgin. Nihayet yedinci dipsiz vadinin başına gelmişler. Zümrüd-ü Anka konmuş bir tepeye, gezgin korkuya bağlanmış ansızın
“Aman” demiş, “Burada yabani varlıklar vardır, sana zarar verirler. Sen bilmez misin buraları? ” diye figan etmiş üslubunca.
“Bilmem” demiş Zümrüd-ü Anka “Biz otuz idik, her biri Yorgun Nehir’in kaynağını bulmak için yola çıktı, lakin dönen olmadı hiç, bir ben kaldım ve her zaman korktum yükseklerden ve Zirveden.”
“Peki ya” demiş Gezgin, “Şimdi, neden geliyorsun benim.... o her zaman korktuğun zirveye.” Zümrüd-ü Anka’nın başı öne eğilmiş. Ah diyetinde bir damla süzülmüş yanaklarından. Titrek bir sesle:
“Benden buraya kadar,” demiş. “Senin Zümrüd-ü Anka’ya olan aşkın altı dipsiz vadi heybetindeydi. Belki farkında varmadın ama, senin aslolan aşkın zirveyedir.” Gezginin huyudur ya, az soru sorar çok düşünürmüş.
“Eyvallah” demiş, “Gün ışığıyla yola çıkarım o zaman.”
Her ikisi de birer köşeye sızıvermişler. Tam uykunun rehaveti anında bir çığlık kopmuş. Gezgin fırlamış yerinden. birde ne görsün! ... Ne üdüğü belirsiz yabaniler üşüşmüş Anka’nın başına. Bir hışımla saldırmış Gezgin, yabanilerin üzerine, her birini kovalamış, tuttuğunun canına kıymış. Ortalık sükuta ermiş. Zümrüd-ü Anka kan revan olmuş, ölümle kalım arasında bir çizgide seçimle baş başa kalmış. Gezgin bu hali görünce çok müteessir olmuş. Lakin dövünecek vakit değildi. Gezginin aklına Yorgun Nehir gelmiş. Kaynağından çıkan suyun hayat verdiği, ucunun nerede olduğu bilinmeyen Yorgun Nehir.
Zaman aciliyete vermiş kendini. Bırakmış çantasını ve Zümrüd-ü Anka’yı sırtlamış Gezgin. Kara olan gözü daha da bir kararmış. O an, sırtındaki ağır yük umurunda değilmiş. Bir ümitle girmiş yedinci dipsiz vadiye. Bin bir yabaniyle haşır neşir olmuş yolu. Lakin tuhaf olan, yabanilerin hiç biri yaklaşmıyormuş Gezgine, hatta kaçıveriyormuş O’nu gören, kuytu köşelerine.
Perişan hali sayısızca katlanmış, sanırsın ki bin yıllık bir yolculuğun ta ortasında kalmış. Her bir takati sona erdiğinde, mana veremediği bir güç daha eklenmiş dizlerine.
Olacak olacağına varır ve varmışlar, O! Ulaşılamaz denilen yüce dağın zirvesine. Yorgun Nehir’in kaynağını aramaya başlamış ve bembeyaz kayaların olduğu bir yere varınca bulmuş, o şifalı nehrin kaynağını. Zümrüd-ü Anka’yı yıkamış, esrarı esrarında gizli olan suyla ve nehrin kaynağına bırakmış Ankası’nı. On bir gün geçmiş aradan. Ne bir açlık, ne bir yorgunluk, ne bir uykusuzluk kalmış Gezgin’in üzerinde, Lakin Zümrüd-ü Anka’nın, sessiz bir soluğundan başka hiçbir şey yokmuş.
Bir şey eksik, “Acaba” demiş Gezgin “Yorgun Nehir dedikleri sadece masaldan mı ibarettir? ” bir yorgunluk çökmüş o an üzerine, uykuya durmuş ansızın. Erenlerin en bilgesini görmüş rüyasında, elini omzuna değdirmiş Gezgin’in “Seni aradığın esrar nehire şifayı verende gizlidir oğul, zirvenin de sahibi vardır...” demiş. “Kim” demeye kalmadan sıçramış uykusundan Gezgin. Varmış Zümrüd-ü Anka’nın yanına. Düşünmüş... düşünmüş... düşünmüş... en ümitsiz kaldığı anda açmış ellerini göğe doğru ve yükü kendinden ağır bir himmetle dua etmiş, Zümrüd-ü Anka’nın hayatı için, “Diyeti ne ise razıyım,” diyerek, taa gönülden.
Birden bulutlar kaplamış gök kubbeyi, içerisinden kristallerin peyda olduğu bir yol açılmış ucu görünmeyen. Yoldan, bembeyaz kanatlarıyla melekler inivermiş. Zümrüd-ü Anka ile Gezgini alarak, o kristallerin peyda olduğu yoldan göğe doğru uçmuşlar.
Arkalarında, yirmi dokuz tane ceset bırakmışlar ki bunlar gezgini olmayan Zümrüd-ü Anka’lar. Birde göğe yükselirken, Zümrüd-ü Anka’nın kanadından kopup, Yorgun Nehir’in kaynağına düşen, mavi bir tüy.
On üç diyarda, on üç asır boyunca, on üç nesil de anlatılmış bu efsane. Bilge Eren yine var imiş o vakitlerde de. Kaf Dağı’nı bir daha gören olmamış, her bir nehir’e Yorgun Nehir denmiş ve her bir kuş tüyüne denk gelindiğinde bu büyük aşk gelmiş akıllara...
(29.03.2005 - İstanbul)
Selman Faris KaraköseKayıt Tarihi : 19.5.2005 00:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Selman Faris Karaköse](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/05/19/gezgin-anka-ve-kaf-dagi.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)