şimdi hayatımın beni savurduğu, önüne katarak akarken nice badireleri atlatarak getirdiği, kimliksiz bir dünyada, dünyamda yaşarken anılarımla hayata tutunuyorum. can kurtaran görevini yapan hatıralarım...
benim mecram... acılı minvalim... yalnızca emanet kalmış birkaç söz kırıntısıyla yürümeye çalışıyorum... nereye kadar, nasıl dayanacağım bilemiyorum...
minvalim nereye varacak kimbilir. bilemesem de yaşadığım şu an da unutmamaya direniyorum.. unutsam kaybolacağım.. unutmuyorum, unutmuyorum...
aylardan Eylül, yaprağın beti, benzi solmuş-gün gibi aklımda-cevizlerin kör olduğu bir iklimde bir coğrafyada tanımıştım onu. ellerim ceviz karası, boş uğraş, kör çıkıyor cevizlerin tümü... gören ceviz bulma umuduyla sincaplarla yarışıyorum...
Aylardan eylül, ben onu hiç tanımıyorum. gelip yanımda bağdaş kurarak oturuyor. dostlukları gülüşlerinden tanıyoruz o coğrafyada bir de yaralarımızdan.. benim daha hiç yaram yok. diğerleri gibi o da gülümsüyor ceviz çıkarmadaki acemiliğime ve yarası olmayan çocukluğuma... büyümemişliğime... gülümsüyor...
sonra veda ediyor, ediyorlar...ben hala kör cevizleri hayatımın merkezine alarak küfrederken,kızarken, ellerimi yaralarken hiçbirşeyden habersiz kendimden dahi habersiz başka bir hayatın merkezine oturuyorum... başka bir hayatın ırmakları çağlamaya başlıyor...
o başka bir hayatın yüreğinde seller akıtıyorum. tüm anlamlarını bana yüklüyor düşlerinde..benimle dağlar deviriyor, Ferhat oluveriyor benimle...galebe çalıyor benimle.....
ben hala hiçbişeyden habersiz kör cevizlerin peşindeyim...belki de kendi körlüğümden habersiz....
kimbilir kaç kez kızdı bana düşlerinde, kaç kez tuttu ellerimi, kaç kez baktı kör gözlerimin içine....
aradan yıllar geçiyor, seneler kovalıyor birbirini... ben kalbimi yılkılara sürmüşüm, dur durak bilmeden yürüyor, koşuyor, büyüyorum... herkes gibi, yaşıtlarım gibi, karasalın kara yazgılı insanları gibi....yine bir Eylül vaktinde, yine ellerim ceviz karası ve yine elimde kör cevizlerle...
ama artık yaralarım var, artık kimliğe bürünmüş acılarım. ben büyümüşüm, ama cevizler hala kör. bir onların yazgısı değişmemiş gibi hep aynı yerde karşılıyorlar beni...
-merhaba diyor
-merhaba diyorum
-hatırladın mı beni diyor
-hayır tanımıyorum diyorum
susuyor... susuyor...
suskunluğunu anlamıyorum, ama umursamıyorum da zaten.
ben körken, körlüğümle ne çok acıttım canını kimbilir. kalbimden sürülmüş defalarca ben bilemeden. bilsem alır mıydım bilemem ama unutmazdım, tanırdım. yalnızca ona ait yaralarından, acılarından
TANIYORUM derdim..
hayat, hayatlarımız...
ne kadar çoğul görünsek de özünde yalnızlıklarımızla acılarımızla dostuz. onlarla kimlik kazanıyoruz, onlarla pekişiyor varoluşlarımız.... nedenlerimiz oluveriyorlar, onlarsız anlamlarımızın bir yanı eksik kalıyor, sözcükler susuyor, bir mana yükleyemiyorlar varoluşlarına onlarsız...
acılarımız yüz hatlarımız oluyorlar zamanla. yüzümüzün şeklini, rengini acılarımız belirliyor zamanla... hüzün yakıştırıyorlar gözlerimize bir zaman sonra.. gülüşlerimize bir yarımlık ekliyorlar vakti gelince... duygularımız, kimliğimiz kadar yüzümüz de acılarımız tarafından belirleniyor aslında... onlar karar veriyorlar yaşlanmamıza ve genç kalmamıza... biz bunun farkında olmasak da...
işte o Eylül zamanında
TANIMIYORUM dedim
tanımıyorum...
elimde ceviz karası, hangi zamandan sürgün yedi bu ilenç, bu ah, bu bir ömür sürecek can ağrısı... dinmeyen, tükenmeyen, bu denli yenilenen, delikanlı, mağrur can ağrısı... anılarımın dokunamadığım yanı...
yine bir Eylülü daha inciterek uğurluyorum. hep hüzünlü olması benden değildir bilirim, ama hüznüne layıktır yaşamışlıklarım...
gitti, gittiler... göcebe yüreklerimize bir aidiyet bırakmaya yaşadık hayatlarımızı.... hayat göçebeydi ötekiliğimin mevsiminde, bu yüzden bir kalbi yurt bildik, bir aşkta konaklanıp oba kurduk. bir kalbe sığındık yalnızca... her sevgiye, aşka, gülüşe VATAN dedik... göçebeydik...
göçebeydi ve kalbimde bir yurt edinmek, bir çadır kurmak istiyordu belki...
TANIMIYORUM dedim...
yine yıllar girdi araya...
acıları çoğaltan yıllar, sevinçlerimizi de çoğaltsa da acılar daha baskın kalplerimizde... ben de Eylüllerini hurafe belledim hayatımın, en az kör cevizler kadar... her eylül bir hurafedir, körlüğüm kadar miladımdır...
..
yine bir Eylül vakti, yine yaprak son deminde, kışlara emanet bırakıyor bahar tohumlarını..
yine ceviz mevsimi. ve acılarımdan yaralarımdan yarattığım Kimliğim... nice ablukalardan, hayatın cenderelerinden geçerek varolmuşum... yarımlıklarım, yanlışlarım, güzellerim, güzelliklerim, kıyamadıklarım, gönendiklerim ve gömemediklerimle varolmuşum... umutlarımın yanaklarına her sabah bir öpücük kondurmuşum, ufka selam durmuşum her akşam vakti... her şafağa soyunmuş yatağına girmişim... işte alın bakın bu benim KİMLİĞİM demişim... büyümüşüm... artık bir tarih yaratmışım kendime... çocukluğun acısızlığı tarihsizliğidir, geçmişinin olamayışıdır... şimdi bir tarihim var geçmişim ağır ve bu yüzden kimliğim var... büyümüşlüğüme saygılı davranıyor hayat, artık gülmüyor, gülümsemiyor acemiliklerime, gururum incinmesin diye...
yine geliyor
TANIDIN MI diyor
HAYIR TANIMADIM diyorum
bu kez tanıştırıyor hatırlıyorum kısmen
ve ekliyor;
AŞK diyor AŞK....
yapraklarım dökülüyor sanırım, hatırlamıyorum... bir çıplaklık hissidir aşk... yapraklarım dökülüyor, şimdi çırılçıplağım. bir zemheri sarıyor her yanımı, üşüyor muyum yoksa.... aşk beni çağırıyor, bir kurban daha istiyor belki, bir gülüşü daha almak istiyor büyük bir acıya karşılık. varoluşunu böyle pekiştirecek.. benden yalnızca bir gülüşümü istiyor ve bana kocaman, büyük, ağır bir acı verecek...
ama ben çıplaklığımdan utanıyorum sanırım.. bir utanç usulca konuyor yanaklarıma allanıyorum sanırım...
TANIMIYORUM diyorum ne seni ne aşkı...
belki böylesi daha kolay olmalı. sonrası yok, geleceği uzak, belirsiz her aşkın... tanımamak en kolayı tüm hayatların...
sonra baharlar giyiniyorum, geçtiğim her mevsime benziyor yüzüm zamanla... AŞK hiçbir yerde ve zamanda aşamıyor yaşanmamışlığımın acemi duvarlarını. aşk bana yenik düşüyor her tanımıyorum deyişimde... hiç farkında olmadan galebe çalıyorum ben aşka, acemiliğimle... hayata...
ben cevizler kadar körken.....
ve yine bir Eylül daha dayanıyor kapıma... cevizler yine dalında dolgun, beni mi bekliyorlar...
yaralarımla anılıyor artık ismim. kimliğimi soranlara yaralarımı gösteriyorum..
yine çıkageliyor karasalın hep ayazlara yazgılanmış yolcuları... toprak kokulu insanları ve yine o...
bu kez tanıyorum, ama aşkı tanımıyorum....
MERHABA
MERHABA
elif diyor
elif
anlamıyorum...
ömrüne başka hayatlar sığdırmaya kararlı, acılarıyla sağlamlaştırmış duruşunu, yakışıklı duruyor yaraları...
elifsin sen... yıllar önce kaybolmuş sevgilim... adı, ismi, gülüşü, duruşu, bakışı, sözleri sen... herşeyiyle an gibi aklımda olan Elif.... ama yüzünü hatırlamıyorum onun. herşeyi var-an gibi-ama yüzü yok... sen o sun, onun yüzüsün...
elifsin sen. acılarımın derin deryasında bi batık. sen benzemiyorsun sen elif sin... diyor
elif diyor
elif oluveriyorum. tepeden tırnağa elif oluyorum, karşı dursam da nafile engel olamıyorum...
hayır diyorum, ben o değilim
sen elifsin diyor
elif oluveriyorum... benzemiyorum hayır, kendisi oluveriyorum...aşkın hayatın yazgının kendisi.. her elif deyişinde bir adım daha yaklaşıyor uçurumum, bir adım daha yaklaşıyor düşme korkusu... elif oluveriyorum
elif olmak vatanı olmakmış bir kalbin, oluyorum
kendisi olmakmış bir hayatın, oluyorum...
hayır diyorum
elifsin diyor
UÇURUM diyorum
uçurum
bak düşeceğim diyorum... düşeceğim...uçurum diyorum yalnızca uçurum.....varoluşumun kavgasını veriyorum aşka karşı...
ben olmak istiyorum, uçurum... elif oluveriyorum...yeniliyorum ben aşka... uçurum oluyor sonrası tüm hayatımın... uçurumlarında dolanıyorum artık zamanın... varoluşum uçurumlarına dayanıyor hayatın... sözcüklerimde uçurumlar var artık her daim... şimdi adım yazgım Elif, yani UÇURUM... aşkın başladığı ve vardığı son nokta...uçurum...
eylüller, ah ince tülden eylüller... hüznü ömrüme uçurumlar katan eylüller...varlığımın ve yokoluşumun uçurumu eylüller...
elif oluveriyorum...
ve gidiyor hiçbirşey demeden.
kalbimde yurt tutarak gidiyor, hala öylece bekliyorum... yine cevizine asılıyorum bir dalın, cevizler görmeye başlıyor seneler sonra. her eylülde kapılarını açık bırakıyorum kalbimin, Elif oluyorum her eylülde... döner belki birgün diye...
biliyorum dönmeyecek artık asla...
yarasını emanet bıraktı bana giderken Elifi.. dönmeyecek biliyorum... dönmeyecek...
şimdi adı var, gülüşü var, duruşu, kahkahası, yürüyüşü, sesi -an gibi-aklımda...
ama yüzü yok, yüzünü hatırlamıyorum onun... belki de orada, o uçurumda bıraktığım kendimin yüzüdür hatırlamadığım...
emanet bıraktığı yarasıyla bekliyorum her eylülde, yine cevizlerine asılıyorum dalların ve akıyorum uçurumlara yolculanan mecramda...
bir yarayı, Elifi emanet bırakmak için bende birilerine......
uçurumunda bekliyorum hayatın...
ve artık o zamandan sonra hiç kör ceviz çıkmadı şansıma...
Gerçeğim UçurumKayıt Tarihi : 31.7.2012 21:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!