Gelincikler boy vermiti toprakta

İlyas Kaplan
1264

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

Gelincikler boy vermiti toprakta

Çok küçükken yetim kalmış bir şehit çocuğunun hikayesi bu ...
.

yol büküle büküle ilerlerken
heyecan, korku ve tereddütler düştü zihnimi sırayla
en sevdiğim mevsime denk gelmiştim
böyle olurdu bu şirin kasabada sonbahar
balkonlarda dizili biber ve patlıcan kuruları
ufak korunun içinden geçerken
çam ağaçlarının altını kaplayan kozalaklar
kuş sesleriyle beraber
rüzgarın insanı yoklayan esintisi

belli ki tutuşan ateş henüz küllenmemişti
babamın dediği gibi
kora üflememek lazımdı
keşke babamın da yıllardır üflememek için
soluğunu tuttuğunu birileri anlayabilseydi
demek ki bu yol
bir daha yürünecekti

sıra sıra gelincikler boy vermişti toprakta
uzakta bir küçük çocuk
birini işaret ediyor gözleriyle
ne kadar da bana benziyor
karşıda belli belirsiz bir siluet
sanki sislerin içinde ya da dumanlar sarmış etrafını
bir şey var beni ona çeken
bir koku geliyor
tütün kokusu olmalı
içimi sızlatıyor

kesik parçalarla bazı görüntüler saniyelik geliyorlar gözüme
aniden kayboluyorlar
o bilinmeze doğru yürümek istiyorum
adımlarım ilerlemiyor
seslenmek istiyorum
soluğumu toparlayamıyorum
sis ya da duman
her neyse, dağılırken
içindeki de ufak ufak belirginleşiyor artık

en fazla otuz beş yaşında
üzerinde üniforma
sol omuzundan kan damlıyor
her damla kan
topraktan gelincik olarak baş veriyor

o gelincik tarlasının ortasından bana bakıyor
şaşırıyorum
aynı çiçeği büyütüyoruz kanlarımızla
sonra ellerim geliyor aklıma
bakıyorum, avuçlarım tertemiz
büyümüş ellerim ama
bir yetişkin olmuş
hatta biraz da yaş almış gibi

neden yürüyemiyorum
tamda hayıflanırken
eliyle karşımda biri
gelme diyor
zorluyorum bacaklarımı
demirden birer külçe sanki
kımıldamıyor ikisi de

etrafıma onlarca ben toplanıyor
hüzün akıyor her birinin yüzünden
niye gitmiyor
bakıyorlar sitem eder gibi
kollar görüyorum ayak bileklerime dolanmış
sitemle bakanların kolları
kendine çekiyorlar beni

son bir gayret
olacak gibi
baba …
bu ses ürkütünce içimi
kalıyorum olduğum yerde
gitmekten vazgeçiyorum
artık her yer aydınlık
oldukça net görüyorum etrafı

şu an
iki dünya arasındayım
zihnimde çocukluğumun yarım yamalak
tamamlanmamış düşlerin kırıntılarını toplarken
karşımda bunların bütünleşmiş hali
öylesi girift
bir o kadar bağımsız zaman, mekan ve duygu
ayıramıyorum birbirinden
istiflenmişler
yıllara ayrılmışlar

hasret ve hüzünlerim
raflarından fırlamış halde
koşuşturuyorlar bulunduğum yere
tüm yaşlarımdaki benler
eşlik ediyorlar kendilerine ait duygularıyla

babama ne kadar da benziyor...
karşımda bekleyen kişi
tam da düşlediğim gibi
lacivert takım elbiseli
altın rengi saati
türk bayrağı motifli yüzüğü...
kalın bilekleri, geniş omuzları ve tütün kokan elleri

babamın en çok aklımda kalan yönleri
gerisini fotoğraflardan
annemden ve yakınlarımdan dinledim
kahkahasını
coşkusunu
yumruğunun kaviliğini
işittikçe içime ne çok duygu sızardı
hiçbirine isim koyamazdım o zamanlar

bir tek şey biliyordum
adına baba diyordum
korkuyorsam
yalnız hissediyorsam
üşüyorsam tek adı vardı
o da babamdı

fısıltılı cümlelerden duyuyordum
gökte uçan kuşlar bile ona ağladığını
hatta dedemin omuzlarının çöktüğünü
iç çekerek anlatırlardı
benden çok mu üzülmüştü acaba kuşlar
üzülmek için ağlamak mı gerekiyormuş
kuşlardan utanmış
beni görmemeleri için dua etmiştim
aylarca

çocukken ağlayamadıklarım
anlayamadıklarımdanmış meğer
etrafımı saran onlarca duyguyu
yerli yerine oturtmakla meşgulken büyüdüm
büyüdükçe öğrendim
babama ağlamayı
ve kuşları seyretmeyi

en çok tütün kolonyasını severmiş babam
gömlek yakalarının kolalı
pantolonlarının jilet gibi ütülensin istermiş
annem anlatıyor ara ara bunları
nasıl gözü kara olduğundan bahsedildiğinde
boynuma şampiyonluk madalyası takılmış gibi gururlanırdım
o vakitler

biri sevdiği şarkıdan bahseder
bir başkası neye çok öfkelendiğinden
o da annesini erken kaybetmiş
benim ten rengimi benzetirlerdi
kardeşiminse gözlerini

bense olay yerinden delil toplar gibi
itinayla küçücük zihnime ona dair cümleleri alır
resimler çizerdim
mekanlar oluşturup ikimize ait düşler kurardım
asker hali fotoğrafları en sevdiklerimdi
o resimlerde ilk önce sol omuzuna bakardım
bizden ayırmak için hedef aldıkları yeri
sol omuzu...
babamın bizi taşıdığı tarafı…
belki benim
belki kardeşimin başını yaslayacağı yer

insanın geçmişe dair hayal kurması
nasıl bir şey bilir misiniz
olmayan bir gerçeği var etmeğe çalışması
hayallerin kokusu olur mu hiç
canı yanar mı düşlerin
benim hayallerim bir gece tütün
bir gece kolonya kokardı

onu düşleyeceğim günler
ellerime sevdiği kolonyayı döker
avuçlarımı burnuma yaklaştırarak uyurdum
o ise uykumda bana eşlik eder
sabaha yakın bırakıp giderdi de
ben, kalbim acıyarak uyanırdım

büyüdükçe hayallerim azaldı
boşluklarım her zamanki yerlerinde duruyorlar
o tarafımı dolduramayacağımı bilerek yol alıyorum hayatta
ne ertelenmiş
ne kıymeti bilinmemiş zamanlarım oldu hiç

pişmanlık duyacağım bir hissim de yok
çünkü ellerimde
harcayamadığım
öylece kalmış zamanların
kullanılmamış posası var sadece
boş bir köşe
eşyasız bir oda gibi...

çıkmaz bir sokak ama asla tenha değil
öfkemi çocukluk günlerimde bıraktım
babamın başındaki bayrağın dalgasına
bu dünyaya ait hiçbir hissi konduramadım
bugün ne uykum diğer günlerdeki gibi
ne de düşlerim

bugün hayallerimin kontrolü de bende değil
yılların özlemine sıkıştırdığım ne varsa saçıldı etrafa
babam o
biliyorum
karşımda seyrederken
bugünkü ben değil
dünde bıraktığım benler zorluyor
ona gitmem için

anlıyorum ki,
çocukluğumun hisleri yaklaştırırken babama
şimdi ise köklerimden uzayan dallar sıkı sıkıya tutuyor beni
belime bağlanmış uzun bir halatla
çekiyorlar bedenimi parmak uçlarından
baba…baba…baba…
bu sesler koparıyor ara ara beni
bu esrarengiz alemden

farkındayım
kalbim, ruhum, tüm varlığım
baba diye seslenen tarafta
bunu babam da biliyor
arkasını dönerek ağır adımlarla benden uzaklaşıyor

şimdi sağ tarafıma çocukluğum geçti
sol yanıma ise çocuklarım
ihanet mi ediyorum yıllarıma
vefasız mı davranıyorum taşıdıklarıma
hesaba çekiyorum kendimi

yanağımdan birkaç damla yaş süzülüyor
babamın arkasını dönüp gidişini seyrederken
bir el dokunuyor yüzüme
bana muhtaç bir sıcaklıkla alıyor gözyaşımı

hafif araladığımda gözlerimi
kızımın bir eli yüzümde
diğer eli sol elimi
sıkı sıkı kavramış oturuyor başımda
beni bekleyenlerin neler hissettiğini
en iyi bildiğim şeydi bu

çocukken şu sorular cevap diye tırmalardı zihnimi
sağ kolumuz niçin daha kuvvetli
sağ elimiz diğerine göre niye çok fazla aktif
yaptığımız işlerin yükünü neden hep sağ tarafımız taşıyor
sonra kendime göre buldum cevabını
çünkü sol yanımızda görünmez yüklerimiz vardı
emanet gibi...

ne paha biçebiliyor içindekilere
ne de yerine aynısından koyabiliyoruz
iyi taşımak
muhafaza etmek
incitmemek lazımdı o yanımızı
belki babamı bizden koparan
emanetlerini taşıdığı tarafına
sol yanına
o kurşunu sıktıklarındandı

hey yetim kalan tarafım
var git yoluna artık
kora üfleyip de
ateşi üzerime sıçratma
beni ağlatma
tekrar …tekrar

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 29.5.2024 14:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!