(Hikâye)
Batı Anadolu’nun tarıma elverişli, yeşilliklerle dolu bir köyünde Ailemle beraber yaşayıp gidiyordum. Ailemin tek çocuğu olmam nedeniyle, annem ve babam üzerime çok düşerdi. Başka kardeşim olmuş, doğumda veya hemen sonrası yaşamamışlar, hayat, sadece bana yaşama şansı tanımıştı. Askerden geleli üç yıl olmuş, geniş ve bereketli arazilerimizde didinip duruyor, evlenmek için hazırlık yapıyordum.
Çok yakışıklı olmasam da, eli ayağı düzgün çalışkan biriydim. İşlerin çokluğundan boş zamanım olmaz, arkadaşlarım kahveye gelmiyorsun diye kızar, ev kuşu diye alay ederlerdi. Kahve hayatını hiç sevemedim. Ortaokul yıllarımdan beri, Türkçe öğretmenimin etkisinde kalarak okumaya merak salmış, boş kaldıkça bir şeyler okuyor, televizyon ile eğleşiyordum.
Sonbahar aylarından eylül olmalıydı. Bir akşam yemeğinde babam;
-Erol, seni bu sonbaharda nişanlamayı, ilkbaharda da evlendirmeyi düşünüyorum. Aklında birisi var mı?
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman