Gün zayıftı, yeterince gülümsemedi, omuzlarında gitti yabancı temizlikçilerin... Griler öne çıktılar, susmadık, öyküler bıraktık yaşayanların arasında. Hafızaları kaplayan keskinlik... Onların ülkesinde yalnızca birer yudum almıştık sonbahardan, diğer armağanlara hiç dokunmadan. Ne çok sarılmıştık birbirimize. Ne çok sevmiştik... Tarih küçülmek zorundaydı. Doğu ve batı oluyorduk ışık hızıyla çoğalırken. Resimlerinin altında yoksul ateş bekçisiyim bugün. Nerelere uzanabilirim okumaklarla, düşünmeklerle geçmeyen zamanlarda? Nasıl konuşabilirim duvarların ötesinden? Unutuyorum, her şeyi unutuyorum senin varlığından başka... Uyan artık sular çekilmeden, uyan ne olur. Gömülsün şeytanların çöplüğü, kapansın acılı bekleyişler. İşkence adasında hazırlık, kumsalda uzayan cehennem zincirleri ve içimde açılan güneşin göz rengi sayfalar... Son gemiye bir adım kaldı, kendimi ele geçirmek için. Haykırsam en yükseklerinde yeryüzünün, rüzgarın çiçekleriyle buluşsam ve infazını mırıldansam acılarımın. Ne değişebilir ki? Tanrılar bile mutsuz, kaygılı. Her yolun başında kıyamet sancıları ve her saniye fırlayan felsefe tohumları. Gel sen sığınakta şiirler oku, gel sen gök mezarlığında yüreğini soğut.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta