Aklına düşmüştü yine.. Geçmişin sayfaları arasında dolaşırken, geçmişe dair tüm duygulanımlarını ve yaşanmışlıklarını hatırlayıp sorgularken o da gelmişti aklına....Hatta ilk gelenlerden olmuştu...Onca sevinç acı, doğru yanlış, sevap günah varken hayata dair, aşka dair yaşadığı, aradan sıyrılıp düşüncesine oturmuştu birden...Bu bir tesadüf müydü yoksa son zamanlarda dostluğu yine sorgulamasından mı kaynaklanıyordu...Bilemedi...
Dostluk...En sevdiği kelime, en sevdiği ve en güvendiği anlamlı kavram...Ruhunu ısıtan...Onu çoğaltan...Bazense yıkıma götüren, hayata küstüren...Boşuna değildi dostluğu aşktan öte yaşadığını söylemesi...Dostluğa yüklediği anlamlar aşktan da öteydi, dostluk onun için sevginin en üst noktasında aşktı gerçekten de...Dostluk aşkı...Aşk...Bazen diğer sevgilerle kesişip birleşen yada çakışıp çatışan...Boyutunu kendi bile bilemediği, tek bir duygulanımla sınırlandıramadığı...Kimi dostu arkadaş ötesi değerle yüreğine yerleşmişti...Kimisi o değerin de ötesine geçip kardeş sevgisine bürünmüştü, kimisi aile...Adlarını ve yoğunluklarını koymakta zorlandığı zamanlar çok olmuştu...Ama hepsi yoğundu...Hepsi derinden...Ama o başkaydı...O en yoğunuydu...Arkadaştan hatta kardeşten öte dediğiydi, ailesinden sonra gelen kişi dediğiydi...Onca zamana, onca şeye ve hatta ona rağmen hala dediği...Tüm darbelerine rağmen hala değer verdiğiydi...Ama artık uzaktan...Yıllardır uzaktan...Ama hep yakından, çünkü yürekten...
Neydi bu uzaklığın sebebi? Kopuşun nedeni neydi? Yıllar öncesinde tüm hatayı kendi kendisine yüklemişti, onu herşeyden, herkesten ve hatta kendisinden bile korumak amacıyla...Onu kendinden önce tutmuştu...Ama o zamandan bugüne taşınan tek gerçek tükenişti...Bir çırpıda tükeniş...Daraltılmış zamanlara sığdırmaya kalkışmışlardı o en yoğun dostluğu...Dört nala paylaşımlara yelken açmışlardı temelsiz, dengesiz...Öncesini ve sonrasını hesaba katmadan o anı yaşamışlardı...Zamanla, ağır ağır, sindire sindire paylaşarak çoğalmak, çoğaltmak yani üretmek yerine bir anda tüketmişlerdi...Dış çevrenin etkisiyle de birleşince kopuş kaçınılmaz oluyordu maalesef...
Dış çevre...Acı acı gülümsedi birden...Beyoğlunun buram buram kirletilmişlik, yozlaşmışlık, çirkef koktuğu; insanın değil başkalarından, kendisinden bile koptuğu bir ortam olmuştu dış çevreleri çoğu zaman...Beyoğlu olmuştu hayatlarını sarıp sarmalayan...Sarıyer Taksim dolmuşlarının güzergahında başlayıp güçlenmiş sonra da tükenmiş, tüketilmiş bir dostluktu bu...Şiirlerine konu olan...Bir resim gibi gözlerinin önünde yanıp tükenen bir dostluktu bu, Beşiktaş’ta bir çay molası arınılmışlığında...Karşının ışıkları yanarken dostluk türkülerinin susmasıydı kulaklarda... Işıklı hüzün gecesinde biranın olduğu kadar dostluğun ve sevginin de ucuza satıldığı, sulandırıldığı bir Rock Bar’ın kapaniş şarkısıydı arda kalan...Orhan babanın şarkısına eşlik edişti yüreğe akan gözyaşlarıyla...Batsın Bu Dünya deyişti...Ve düşünce sarhoşu yürekleriyle İstiklalde son bir yürüyüştü...Yan yana...Ama uzak...Uzak ama yine de yakın...Tükenen ama bitmeyen...Bu cümleler kadar garip ve karışıktı işte onların birbirlerine vedaları...Ve bu yüzden kopamamışlardı galiba birbirlerinden, uzunca bir süre...Uzak ama yakın, yakın ama uzak olmuşlardı tüm korkularına, acılı anılarına, hatta zamana ve kıtalara yayılmış mesafelerin ayrımına rağmen...Kendilerine rağmen kopuşu ertlemişlerdi...Sevgi ve saygıdan vazgeçemedikleri için...Paylaşımlar azalsa hatta tükenişe geçse de birbirlerine verdikleri değer onların kopuşunu ertelemişti...
..
Vakit tamamdır,ne erken nede geç
Ya kalk,yada her şeyi içine sinsir
Bunlar ellerinden gelse
Hürriyetlere vuracaklar zincir
Menzil uzakta değil işte orada
Sanıyorlar artık ölüm yok karada
..
İntizarı feryatları duymayan
Karnı doysa bile gözü doymayan
İhlal edip kanunlara uymayan
İnsanları bir,bir saya sım geldi
Onurum gururum türküm askerim
Vatanın uğruna kurban her birim
..
Rakip küçük yada büyük, farketmez,
Şahinlerimizin bileği, asla bükülmez,
Bu yeşil sahalarda, bilin ki yenilmez,
Güneydoğunun şahini Gaziantepspor...
Gazi kentin gururu, heyecanı bu takım,
Gelin başarılarını, ayakta alkışlayalım,
..
ŞANLI Urfa,
KAHRAMAN Maraş,
GAZİ Antep
ve ŞEHİT İstanbul...
...........
Yıkılan saltanatın hanedanından, sokağa düşmüş bir güzel sultan; İstanbul...
..
Hatırladığım deniz mavisi gözler var geçmişe dair.çok yaşlı olmasına rağmen altı yaşında ki bir kız çocuğunun hayran kaldığı çökmüş,nurlu ve yakışıklı bir yüz.şakaklarındaki kısacık beyazlamış saçları,zayıflıktan elmacık kemiklerinin altına saklanmış yanaklar,gülünce çıkan harika gamzeler…hep hatırımda kaldılar.
Hasta yatağında bile çıkarmadığı gazi madalyasını,son nefesini verirken can havliyle elini göğsüne atıp,madalyasını nasıl sıkıca kavradığını anlatmıştı annem.yıllar geçmesine ve defalarca aynı şeyleri anlattırmama rağmen aklıma yerleştirdiklerim hep ilk duyduklarım.
Köye yaptığımız ziyaretler de kışın çıtır çıtır yanan odun sobasının başında göz yaşlarıyla ve gururla anlattığı savaş hikayesi,aşkına olan özlemi,yedi yıl süren esirliği dilinden düşmezdi.
Hafızamı zorlayıp bu güzel gözlü adamı ilk nerede gördüğümü düşündüm.o nurlu yüzü ilk anımsadığım an dedemin (yani güzel gözlümün,güzel gözlü oğlu) o eski, mavi mercedesiyle dağ bahçede ki zeytinliğe gittiğimiz gündü.
..
çorabın teli kaçık
uhu getir yapıştır
sodanın gazı uçuk
daha götür depiştir
dün mavi bugün sarı
sert idi ıslak zarı
..
Mayınlı tarlanın kanlı telini
Hudutlarda nöbet tutandan öğren
Mermiyle silahla kuşanıp belini
Şu Dağlara pusu atandan öğren
İmandan yürektir çelikten beden
Ülkesi uğrunda can feda eden
..
Vatanı canından aziz bilensin
Ona yan bakanı ezip silensin
Uğrunda severek canın verensin
Yurdumun bekçisi şanlı Mehmetçik
Yıldıramaz seni bölücü düşman
Yüreğinde dolu Sevgiyle iman
..
Acı ya da tatlı söz çekmiyorsun
Başıma geleni dert etmiyorsun
Sen, Allah aşkına yüzüme bakıp
Bundan sonra benden ne bekliyorsun
Ne var ki elimde görmuyor musun
Sağına soluna sormuyor musun
..
Ne Haşhaşi’yi bildim, Ne de bir Bektaşi’yim
Ne Arap’ a sinirlendim, Ne asil Habeşi’yim
Ne de karanlıkların sönmeyen güneşiyim
Kendi karanlığımın en güçlü umuduyum
Sen ne isen ben o yum, Âdem’e gider soyum
Âlem okyanus olsa; ben küçücük bir koyum
..
Altaylardan tunaya uzanır yolum
Hiç bir düşman bükemez kolum
Genetik olarak Türk oğlu Türküm
Ortasyada,anadoluda ata yurdum
Aralda tunada atalarım atını suladı
Ejdadım çanakkalede geçit vermedi
..
Üzgünüm kızgınım deliriyorum
Eşkıya kahraman olmuş yurdumda
Dargınım, küskünüm geriliyorum
Her taraf toz duman olmuş yurdumda
Kalmadı cesaret, kalmadı azim
Şu pısırıklara ne demek lazım
..
HAKİM DEVLET YERİNE HADİM DEVLET
Yavuz Sultan Selim’in Hakim’le -Haremeyn değil Hadim ’ül- Haremeyn ikazı burada devreye giriyor. Bu tarihi ikaz bütün zaman ve mekanlaradır. Ve evvela kutsal belde olan Mekke ve Medine’ye yönelik bu ikaz aslında Hakkın aynası olan halka yönelik olmalıdır.
O halk ki Yaratıcının sıfatlarının tecessüm mekanı, zübde’i- alem olan insandır. Şairin ‘Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin efendim/ Merdüd’i- Dide’yi- ekvan olan Ademsin sen’ dediği insandır ve hürmete layık olan en önemli yaratıktır. Ona hizmet Hakka hizmettir. Hakka hizmet ise ibadettir. İbadet: kulluk yaratılış nedenimizdir.
İşte insana hizmeti hakka hizmet bilen bir medeniyetin sahibi bizler ne oldu nasıl oldu da halka eziyet ve zulme dönüşmüş bir despot yönetime layık görülmüş, hakim devlet yakıştırmasıyla zalim devlete dönüşmüştür. Hakim devlet zihniyeti Firavunların yönetimidir. Bu Firavunist yönetimler ilahi dinlerden uzaklaşan toplumların uğradıkları akıbettir.
Hak ve hukukun değil de güçlünün ve kuvvetlinin hakim olduğu yönetimler adaletten uzak zulüm yönetimleridir ve insan tabiatına aykırıdır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın diyen Osman Gazi yerine Romanın kanunlarını, faşist, komünist ve dikta yönetimlerin tavrı gündeme gelir ki birkaç kişi ya da topluluğun keyfi iktidarları başlar ve geniş halk tabakaları tam bir mutsuzluk uçurumuna yuvarlanır.
..
*
Gazi er anlatsın, dinleyin bakın.
Sorular yöneldi hep akın akın.
Bir volkan misali patlamam yakın,
Söz değil, içimden kopan bin parça.
..
Biber gazı portakal
Çakal olmuşum çakal
Bağışıklık bu işte
Karpuz kavun hoşça kal
Kaşık tencere tava
İyi geldi bu hava
..
Tencere dibin kara
seninki benden kara
Gariban alkım unutuldu
yarasını kim sara.
At içsin çayı
parsayı götürür dayı
..
Bir gün kalbim bırakırsa beni
Ayırır sevdiklerimden beni
Durur gazı bitmiş motor gibi
Ayırır sevdiklerimden beni
Sakın ha bana suçu atmayın
Sorumlusu ah şu var ya kalbim
..
Yeryüzüne küsmüş, güneş doğmuyor.
Kendi öz yurdunda tutsaktır dağlar.
Bahar uzaklarda, yağmur yağmıyor,
Efkarından gazi nehirler ağlar…
Kükreyen arslana, yakışmaz ölüm,
Onu kurşun değil, öldürür zulüm…
..
Bizler
Ulusal Önderimiz
Mareşal Gazi
Mustafa Kemal Atatürkün
Özgürlük savaşçılarıyız
Bizler
İstiklal savaşımızda
..