Garip gazel Şiiri - Akın Akça

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Garip gazel

Cihanda gördün mü sen beni kainatta?
Bir dirhem kararsa payidar, gene de kainatta! !

Lafügüzaf ile martaval bile aynı şeyler olmayabilir.
Mevlana, iyi; Sultan Veled'den 'Maarif', kainatta:

Eğitim, öğretim faydalı; tarikat amacına göre.
İki beden vahid; sonuca varsın götürsün, pür kainatta! !

:Yüreklerden dökülen çeşmeler, olur varır Vahdeti Vücud;
Kıskanamaz sevenler kendilerini ki, eser Kainatta! !

Hallacı Mansur'dan 'Enel Hak', ama da 'Fenafillah';
Vahdeti vücud coşkusu, uzana gide Mecnun tevhid, ey Kainatta! !

Ayrılamaz, istemsiz gurur yapsa da, sevdalıdan biri;
gönül gözü görmüşse sen'i ben; ben'ini senin, biz -tüm kainatta! !

Yönetimler sindiremez Mevlânâ'yı, Hacı Bektaşı Veli'yi,
Copernicus'u, ve Bruno gibi, hatta Galileo,.. bu kainatta.

Aşk olsun aşk'a; biçare da düşürebilen, yüreciği
ama bir olan ses, susmaz tüm yıldızların dili Kainatta! !

Böyle susmaz beden-insan, kendinden bir parçasıyla;
tanrıları gökte arama; Tanrı'yı içinde..,kainatta! !

Yaraşmaz susmak, kulluk hakkı en güzel nasip.
N'etsek de pır pır uçsak, daha da, böyük kainatta...

Odun, taşile; akşamütüne konu fincan şeker ile...
Yaş, gözyaşı yağmur ile; gülücükler, tüm kainatta! !

Varlığın gülbukle rüzgarı namütenahi nakarat, bazen müebbet
Yok kırat,* va ret! ! lafügüzaf, bazense martaval -hepsi, kainatta.

'Yedim sopayı, oturdum.' der Kalıbali Aşık Hikmet Paşa; **
kalkacak kalkar, uyararak tüm kainatta! ! ...

Söğüt'lü kadın haminne, Gelinderesi'nde hediyelik eşya'da;
Selçuklu atlısı da dansediyor Tuz Gölü deryalarıı-kainatta! ! ...

Yok bir derdimiz bugün, şu Kızılderili ve Afrikalı gibi, sakin;
mesulüz biz ama hala, damarlarımızda en dip! ! dünya ve kainatta! !

Vecd ile secde, göğe pikesi ise vahdeti vücud'un; duyarım, hep olan,..
olur, olsun: nakşi bir şeyhi horonda bir Cemevi'nde, kainatta:

Eriyor huzra Hacı Bektaşı Veli, yavaşça.. rahatlıyor;
mekan Hemşin, ellerde tulum’lar, altlarda geniş dere, Kainat'ta! !

:gayda da neymiş mi ki dersin ey! Fin hamamı ren geyiğine?
Kim ki Noel baba St Claus, ha lir, ha arp; tüm kainatta …

Her şey, birbiri gibi; toplum, birey, aşk ve sevgi.
Birbirin dinlemeli, çekirdek aile ve aş iki (h2) tüm kainatta! !

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 2.3.2007 20:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


-** AÇIKLAMALAR VE BİLGİ KISMI **türerme karakter :) *kırat, kuyumcudaki ölçü anlamında geçiyor ordyani para cinsi meta. 'va ret' ise, 'kırat' harici bişeyler 'varet' anlamında (ya da yoksa -kıratsa- 'var reddet' gibi mesela) fenafillah: tanrı'yla bir olmak (anladığım kadarıyla enel hak'dan bir derece daha tolerans kapabilitesi yüksek bir ton, başkalarınca) enel hak: deyip ben tanrıyım diyorsa da tanrının içinde, O'ndan bir parça olmak vs... -- Sultan Veled Mevlana'nın ortanca oğlu. - anadolu türk edebiyatının ilk örneklerini vermiş edebiyatçılardandır. ayrıca mevleviliği bir tarikat olarak kuran kişidir. eksisozluk -- Hallaççı Mansur'u bu yüzden astırmışlar okuduğuma göre, vakti zamanında... “enel hak” demiş. Astırılmış mı yoksa taş ve gül mü atılmış? Mevlana'yı Hacı Baktaş'ı ise zor durumda bırakmışlar ya da buna yeltenmişler ama onlar gene de yılmamış - Eksisozluk açıklamaları Hallaç:pamuk üretiminin bi safhasında kullanılan alet.. bi çubuğa iki tarafından bağlanan iplerle yapılıyo, yay gibi pamuk hallaç pamuğu gibi atılıyo hani güreş filan esnasında da derler ya, hallaç pamuğu gibi atmak Hallaççı Mansur kimmiş: enel hak diyen ilk kişi. ayrıca yurt yayınlarından çıkmış bir tarihi roman. aslı hallaççı mansur'dur.. hallaç kullanmaktır mesleği... (bkz: hallaç pamuğu) tasavvufun en önemli temsilcilerinden... bu anlayışta tek gerçek aşk allah'a duyulan aşktır ve bizler tanrı'nın yansımaları olarak bu dünya üzerinde yaşamımızı süreriz.. mansur ise yaşamı boyunca öyle bir noktaya gelmiştir ki bütün bu soyut kavramların anlamlarını kendisinde hissetmiş ve enel hak diyerek kendisini tanrı olduğunu değil, bu felsefedeki anlamıyla yaşamın bir parçası olduğunu anlamıştır... zaten öldürülerek tanrı'ya kavuşma özlemini de gidermiştir... dine körü körüne bağlı olup, işin içine girdikçe düşünceleri tamamen değişen insanlardan. hallac-ı mansur'un bu değişiminde ismaililerin ve zerdüştilerin büyük rolü vardır. (bunu okuyunca aklıma faust’un mefistofelesi geldi her nedense) turbesi geliboluda bulunan kisi 'tavasin' isimli çok ilginç bir kitabı var. mevlana celalettin'in aşağıdaki sözüne mevzu bahis olmuş eren 'onun söyledikleri bizim söylediklerimiz yanında çok hafif kalır; fakat biz sır tutmasını bildik ve kurtulduk.' (buradan anladığımsa şu, Mevlana hem onu övmüş derinden derine, hem de belirsiz bir kişilik olduğunu anlatmak istemiş olabilir.) mansur el-hallac, şöyle dedi: belirli ad, belirsiz ada ilişkin anlayışın içindedir. belirsizlik, ermişin işaretidir, bilgisizlik de onun yöntemi. gizemin dışa vuruşu, anlayışlardan uzaktır, ama onlara döner. ermiş, nasıl tanır o’nu mademki “nasıl” yok? nerede tanıdı o’nu, madem ki böyle bir “yer” yok? nasıl ulaştı o’na; birlik kavramı yoksa? nasıl ayrıldı o’ndan; ayrılık yoksa? katıksız belirlilik, sınırlı ya da kısa ömürlü bir amaç olamaz; onun, sürdürülmeye gereksinimi yoktur, yok edilmeye de. gizem, öte kavramının ötesindedir; uzamsal sınırın ötesinde, niyetin ötesinde, alışılmış yöntemlerin ötesinde ve algının ötesindedir.çünkü bunların tümü, varlıktan önce ortaya çıkmazlar ve bir yer içinde var olurlar. o, varoluştan hiç uzak-laşmamıştır; nicelikten nedenlerden ve sonuçlardan önce vardı, ve var. öyleyse bu nicelikler o’nu nasıl içerebilir, ya da sınırlar o’nu nasıl kuşatabilir? kimisi der ki: “ ben tanrı’yı, o’ndan yoksunluğumla bilirim.” o’ndan yoksun olanlar, o’nun sürekli varlığını nasıl bilebilir? kimisi şöyle der: “ ben o’nu kendisine ilişkin bilgi yokluğumla biliri.” bilgi yokluğu, yalnızca bir perdedir ve tanrı bilgisi, bu perdenin ötesindedir. yoksa bir gerçekliği olmazdı. kimisi der ki: “ ben o’ nu adının yardımıyla bilirim. “ ad, adlandırılmış’ tan ayrılamaz; çünkü o, yaratılmış değildir. kimisi şöyle der: “ o’ nu, kendisi aracılığıyla bilirim. “ bu, tanınacak iki varlık kabul etmek demektir. kimisi der ki “ o’ nu yaptıkları aracılığıyla bilirim.” bu, insanın yapılanlarla yetinmesi onları yapan tek’i aramamamsı anlamına gelir. kimisi şöyle der: “ ben o’nu, kendisini bilme konusundaki olanaksızlığımla bilirim. “ bu kişi, ayrılma gücüne sahip değildir; bağlı olan, nasıl o’ nu bilebilir? kimisi der ki: “o beni bildiğinden, ben o’ nu bilirim. “ bu biçimsel bilgiden (ilm) yararlanmak ve tanrısal öz’den farklı bir bilgiye ulaşmak demektir. öz’ den ayrı olan, öz ’ü kavrayabilir mi? kimisi der ki: “ ben o’ nu, kendisinin kendi hakkında verdiği bilgiyle tanıyorum.” bu, bilinmesine izin verilenle yetinmek, doğrudan bilgi yoluna başvurmamak demektir. kimisi şöyle der: “ ben o’ nu, karşıt sıfatlarıyla biliyorum.” oysa bilinen, ne sınırlandırılmaya uygundur, ne de bölümlenmeye. kimisi: “ amaçlanan (tanrı) bilir yalnızca, kendisini.” diyerek ermişlerin, kendi farklılıklarına bağımlı olduklarını; çünkü amaçlanan’ ın, kendisini kendinde tanımayı hep sürdürdüğünü doğrulamaktadır. ey mucize! insan, kendi bedeninin bir kılının nasıl karadan aka dönüştüğünü bilemezken, her şeyin yaratıcı’ sını nasıl olur da bilebilir? özetlemeyi ya da irdelemeyi bilmeyen; ilk’ i ve son’ u, değişmeleri, nedenleri, gerçeklikleri, hayalleri bilmeyen insan, süreklilikte var olan o’ nun hakkında bilgi edinme olanağına sahip değildir. hamd olsun o’ na ki onları ad’ la sınırlamayla, belirtiyle örttü. onları bir sözcük altında, bir koşul, yetkinlik altında, ve öncesiz- sonrasız var olandan gelen güzellik altında gizledi. yürek bir et parçasıdır; bundan dolayı tanrı bilgisi, orada yer almaz, çünkü tanrısal bir şeydir. anlayış, iki mantıksal ölçüye sahiptir; uzunluk ve genişlik. dinsel yaşamın iki kuralı vardır: sözlü kurallar ve yazılı kurallar. yaratılmışların tümü, göklerde ve yerdedir. ama tanrısal giz, ne uzunluğa, ne de genişliğe sahiptir; ne göklerde ne de yerde bulunur; dışsal biçimlerin içinde değildir, ayrıca sözlü ve yazılı kurallarla ulaşılan içsel hedeflerde de değildir. “ben o’ nu, kendi gerçekliğiyle biliyorum” diyen bir kişi, kendi varlığını, amaçlanan’ ın varlığından üstün kılar; çünkü bir şeyi, asıl gerçekliğiyle tanıyan kişi, ondan daha güçlü olur. ey insan! yaratılmışların içinde, zerre’ den daha küçüğü yok ve sen onu algılayamıyorsun. zerreyi bile tanıyamayan insan, bu zerreden daha algılanamaz olan o’ nu tanıyabilir mi? dışarıda bırakılan şey, ölümlüler tarafına gider; içeride bırakılan da, öz bilgisinin tarafında kalır. gizem, kendi özünü gizlemiştir. düşüncelerden, saptırıcı amaçlardan ve unutkanlıktan kopuk ve uzak kalır. gizeme erişmek isteyen, onlardan korkar ve onlardan korkan, kendini onlardan kurtarır ve uzaklaşır. gizemin doğu’ su batı, batı’ sı doğu’ dur. yeri ise, en yüksek dünyanın yukarısında değildir; en aşağı dünyanın aşağısında da değildir. gizem, var olan şeylerden uzaklaşır; hep tanrısal süreklilikle birliktedir. patikaları dardır ve hiçbir yol ona ulaşmaz. anlamları belirgindir ama ona götüren bir kılavuz yoktur. duyular onu hissetmez ve insanların tamamlamaları ona erişemez. ona sahip olan, yalnız kalır; onunla karışan kuralların dışına çıkar; ondan soyunan, kör olur ve kendini ona bağlayan yıkıma uğrar. onun parlaması, kesintisiz akan su gibidir, kaynayan bir pınardır; esintisi boldur; oku delicidir ve fırlatıldığında gücü kesilir. ondan korkan, dünya işlerinden el çeker ve dikkatsiz seyirci olur. onun çadır ipleri, ermişler ve tırmanma araçlarıdır. (bu son cümle ve öncesindenki geliş w.blake’in “cennet ve cehennem”deki lafların gidişatını anımsattı) gizemin kendinden başka benzeri yoktur. tanrı’ nın, kendinden başka benzeri yoktur; ve o, gizeme benzer. o, gizemi ve kendini andırır; gizemin, kendini andırması gibi. tanrı, yalnız kendine benzer ve gizem, yalnız kendine benzer. gizemin binaları, kendisinin destekleridir; destekleri de kendisinin binaları. ona sahip olanlar, ona sahip olanlardır ve onun yapıları kendisinindir, kendisindedir ve kendisinin ürünüdür. o, tanrı değildir; tanrı da o değil. ama ondan başka tanrı yok; ve tanrıdan başka o (gizem) yok. tanrıdan başka tanrı yok. gizemci, “gören kişi”’ dir ve gizem, “ kalıcı olan” ‘da kalır. gizemci, kendi tanıma eylemiyle durur; çünkü kendisi, kendi hakkındaki bilgisidir ve bu bilgisi de kendisidir; gizem, onun ötesindedir ve amaçlanan, onun daha da ötesindedir. öykü anlatmak, öykücülerin işidir; gizem ise seçkinlerin ilgi alanı; gösterişli davranışlar, kişilerin işidir; konuşma ise, yalancıların, ilgi alanı; derin düşünme, umutsuz insanların yaptığı şeydir; ilgisizlik ise, yaban insanlara özgüdür. tanrı tanrıdır. evren de evren. çirkin ve kötü yok. kaynak: 'tavasin enel hak' kitabi görmek ve edinmek isteyenler icin: http://www.kitapyurdu.com/...4512930032004&logid= (mra, 03.01.2003 18:11 ~ 30.03.2004 14:56) #2127447 ! ? (bkz: vahdet i vücud) çok büyük bir mutasavvıftır. 10. yüzyılda yaşamıştır. kişiliğiyle pek çok müslümanın deneyimlerini, ülkü ve özlemlerini dile getirdiği için kimilerinde hayranlık ve kimilerinde de öfke uyandırmıştır. hallac, pamuk satıcısı anlamına gelir, fakat bunun sebebi kendisinin babasının bir hallac olmasıdır. büyükbabası zerdüşt dinine bağlıdır ve sahabilerden ebu eyüb’ün soyundan gelmektedir. mutasavvıfların büyük baskı altında olduğunu da göz önünde bulundurursak, hallac-ı mansur’un da ne kadar kötü bir şekilde öldürülmüş olabileceğini tahmin edebiliriz. onun ölümü, ekonomik, din ve siyasi alanlarda sorunlar yaratmıştır. onun bedeni gitmişti fakat öğretileri kalmıştı. bu da insanlara yetiyordu ve devlet adamlarına korku salmaya yetiyor da artıyordu bile. hallac’ın yolculuk tutkusu, onun “kendinden önce çevreni tanı, sonra kendini tanırsın” fikrinin büyük bir simgesidir. tanrı ruhunun insana girmesi, hallac’ın felsefesinde çok yaygındır. hallac’a göre insan, özü bakımından tanrısal bir varlıktır. tanrı insanı kendibiçiminde yaratmış ve melekleri ona göre secde ettirmiştir. hallac’ın öğretisini benimseyenlerin bir bölümü, onun öldürüldüğüne inanmamışlar ve bir benzerinin öldürüldüğünü düşünmüşlerdir, aynı hz. isa gibi... (spincrus, 01.05.2003 00:05 ~ 23.05.2004 17:04) #2744073 ! ? enel hak dediği için taşlanarak öldürülmeye mahkum olan büyük mutasavvıf. ahali yağmur gibi taş yağdırırken bir dostu da gül atıyormuş. demiş ki hazret: -düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yaralar beni. ---- A. şiire meraklı dostlar bu adrese mutlaka baksın. gazel ve kaside ve daha cok sey güzelce açıklanıyor http://www.edebiyatalemi.com/nazim_sekilleri.htm 1.buyukarıdaki şiirimi 18 beyitle yazmışım. Normal gazeller5-15 beyit arası. Kasidelerse, 33-99 beyit arası. 2. …ve ilk beyit 'matla, son beyit 'makta' deniyor; gazellerde makta kısmındadır asıl, mahlas -yani mahlas; şairin lakabı, ismi veya da soyadı ama benim 13. beyitte olmuş, yani adı önceden yazdığım için orda geçirmişim. Ek bilgi. Gazelle kasidede aynı görünen iki unsur; her ikisinde de “matla” ve “makta” aynı yerlerde. İlk beyit matla, son beyit makta. Fark şurda, “mahlas” gazelde son beyitte veriliyor; kasidede “tac beyit” denilen yerde. Gazel, aruzun uzun beyitleriyle yazılıyor, mesnevi’den farklıca.. aa, ba, ca, da, ea, fa “Gazeli oluşturan mısraların ortasında iç kafiye varsa buna musammat gazel denir. “Kamu bimarına canan deva-yı derd eder ihsan ihsan Niçin kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı” ÖRNEK “ Gazelde, “En güzel beyit ise beytü'l-gazel adı ile anılır. Konu bütünlüğü olan gazele yek-ahenk, her beyti çok güzel olan gazele yek-avaz adı verilir. Divan şiirine en çok kullanılan nazım şekillerindendir. Bu sahada Fuzulî, Baki, Nedim gibi şairler mükemmel örnekler vermişlerdir.” http://www.edebiyatalemi.com/nazim_sekilleri.htm Kaside: “Kaside: Herhangi bir konuyu veya kişiyi övmek maksadıyla yazılmış, aa, ba, ca, da, ea, fa... kafiye düzeniyle süren 33-99 beyitli manzumelerdir. İlk beyte matla, son beyte makta, şairin mahlasının geçtiği beyte tac beyit, en güzel beyte beytü'l-kasid denir. Kasidenin giriş kısmına teşbib veya nesib denir. Övgüye başlanan beyte girizgah, denir. Diğer bölümleri medhiye (övgü) , fahriye (övünme) ve duadır. Kasideler ya nesib veya teşbib bölümüne göre. bahariye, şitaiye, ramazaniye; redif veya kafiyesine göre Su kasidesi, kaside-yi raiyye, kaside-yi mimiyye vb. isimler alır. Konularına göre tevhid, münacat, na't, mersiye gibi adlar verilir. Baki, Fuzulî, Nef'î bu sahada güzel örnekler vermiştir” Yukarıdaki, açıklamalar’dan “A” bölümünden aşağıya, çift tırnaklılar doğrudan alıntıdır http://www.edebiyatalemi.com/nazim_sekilleri.htm 1.buyukarıdaki şiirimi 18 beyitle yazmışım. Sora 19’a çıktı. Normal gazeller5-15 beyit arası. Kasidelerse, 33-99 beyit arası. 2. …ve ilk beyit 'matla, son beyit 'makta' deniyor; gazellerde makta kısmındadır asıl, mahlas -yani mahlas; şairin lakabı, ismi veya da soyadı ama benim 13. beyitte olmuş, yani adı önceden yazdığım için orda geçirmişim: iki hatam var görünürde şiirimde. Diğer yönlerden nasıl sizce. Sevgiler dostlar

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ahmet Erden
    Ahmet Erden

    Ben Ahmet ERDEN
    Az önce Hallaç ile ilgili yazdığım açıklamada bu siteye yakışmayacak yazım hataları yapmışım.Bu da yazdığımı okumamaktan ve acamiliğimden kaynaklanmış olup,herkesten bağışlanmamı dilerim. Saygılarımla.

    Cevap Yaz
  • Ahmet Erden
    Ahmet Erden

    Özür dileyerek bir açıklama yapmak istiyorum.Bazı kişilerin Hallaçla ilgili açıklamalarını okudum bazılarını eksik bazılarını da yanlış buldum.
    HALLAÇ: Eskiden Yorgan ve yataklarımızın içerisine konulan pamukl zanala yatak ve yorkan kullanıldıkca sertleşir bir birine yapışırdı. belirli zamanlarda bir veya iki sene baze 3 sene aralıklarla bu yatak ve yorganlardaki pamuk kılıflarından çıkarılır ve bir süre güneşte bekletilirdi.daha sonra hallaç denilen ( Bu kişiler mahalle aralarında gezerken Yokmu Pamuk atttııraan diye bağırarak iş arardı.Yapyıkları işe gelince Ok atmaya yarayan yayı bilirsiniz onun devasa boyunda bir yay.Buyayı bir ağaç veye duvara sabitlemek için bir uzun sopa birde o yaya gerili ipe (Yanılmıyorsam kiriş derlerdi) -kalın iple tel arası bir nesne- bu tele vurmak için kullanılan şimdiki bovling tahtalarına benzeyen onlardan gövdesi daha da kalınca tokaçla pamuk yığınının üzerinden belli bir mesafede vurarak pamuğu çırçır fabrikasından yeni çıkmış hale getirirlerdi.İşte bu işleme Pamuk attırmak denirdi. Hallaç ta bu işi yapan ustaya denirdi.Teknolojinin gelişmesi ile tüm benzeri zanaatlar gibi hallaçlıkta yok olup gitmiştir.Saygılarımla.Ahmet ERDEN [email protected]

    Cevap Yaz
  • Akın Akça
    Akın Akça

    teşekkürler turhanemmi. gazel konusuna ikinci eğilişim bu ve kasideyi de biraz biraz algılamaya başladım ucundan yakasından.. az da araştırmam oldu. sevgiler dilerim

    Cevap Yaz
  • Turhan Toy
    Turhan Toy

    çok güzel olmuş eline sağlık birde tuz gölü deryaları geçen beyitte çift ı vurulmuş

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Akın Akça