Sivas 1997 doğumluyum, ilk ve orta öğreniminin bir kısmını memleketim Sivas’ta, 7. sınıftan itibaren Kayseri’de sürdürdüm. Lise tahsilimi imam hatip lisesinde bitirdim. Şu an Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne devam ediyorum. Sevgili dayım Dilek BUZ ve benim fikri rehberim annem Saniye DAĞLAR sayesinde merak saldım yazma çizme işlerine. Çocukluğumdan beri yazar çizer bir şeyler karalarım kendimce. Güzel şeyler yapmaya, yaptıklarımı da geliştirmeye çalışıyorum…
Bir tepenin eteklerinde oturur ya insan. Akar hani tenin çatlaklarında meltem. Öylesine bakar ya, dalga dalga yatıp kalkan başak okyanusuna. İşte böyledir sevmek. İçinde böyle şeyler oluyorsa kardeşim, büyük ihtimal seviyorsun. Ancak unutmamak gerek, her sevgi bir nefrete gebe. Başaktan akıntısının ortasında ki çınardan ada gibi tek başınadır nefret. Gölgesinde içilen sularla beslenir. Korur gölgesindekini meraklı gözlerden. Sığındıkça kararan gökyüzünden.
Tebessümün getirir hüceste-i baharı,
Güle sevda, bahara gelmek yaraşır.
Özüm dili döküldü hoş bir sedaya,
Yokluğun bana vuslat odur ki selaya.
Sahi değil, anlatmaya söz yetmesin,
Güneş doğarken uyandı. Perdenin gölgesi, açık pencereden giren meltemle duvarda dans ediyor ve hemen yanı başında sabit kılınmış masanın üzerinde duran su bardağının içinde ki boşlukta, dantelin arasından giren ışık hüzmeleri hareketleniyordu. Yatağın karşısına düşen elbise dolabının bitiminden sonra bir manzara resmi yer alıyor, krem rengi duvarın boşluğunu yok ediyordu. Doğrulurken üstünden attı mavi yorganı. Eli gözüne gitti, henüz dağılmamış uykusunu çehresinden söküp atmak için. Kenarı yırtık pijama altıyla aynanın karşısına geçip "sabah oldu uyan artık" dedi. Odadan çıkıp doğruca banyoya yöneldi. Uzun koridorda yürürken sırayla salon, mutfak ve oturma odasının önünden geçti. Kilidi bozuk kapıyı hafifçe aralayıp sıyrılarak geçti eşikten. Titreyerek akan suyla yıkadı yüzünü. "buraya bir lamba almalıyım artık. Kaç gündür unutuyorum, hiç kafa yok bende de" diye geçirdi aklından. Banyodan çıkarken yanmadığını unutarak açtığı anahtarı kapattı. Mutfağa yöneldi. Ocağa dolu bir demlik koyup demlenmeye bıraktı. Haşlanmış yapraklar kabarırken kaynar suda, balkona çıkıp yeşillerle döşenmiş boş araziye baktı. Bu derinlikte bir sigara yakılır diye düşünüp çaktı bir tane zehir zemberek tütün sarması. O sırada kapı çalındı. "çay!" diye irkildi. Kenara koyup sigarasını ilerlerdi kahverengi çelik kapıya. Açtığında elinde paspas ve çöp poşeti olan 45-50 yaşlarında, bıyığı taş kınası ile kapkara boyanmış ancak saçlarında ki ak tanelerine müdahale edilmemiş, yüzü çizgili ve kederli bir ifade ile asılmış apartman görevlisi dikilmişti. "Selim Bey! Ev zaabınız kirayı ilk yövmiyede getsin yoğsa gozüğün yaşına bahmam, ona göre hareket etsin, didi. Bir de yönetici de aidatlara faiz işletiyom söyle sonra vay niye böyle oldu, benim habarım yoğdu dimesin, didiler." diye o zamana kadar hiç çıkartmaya cesaret edemediği kadar gür bir ses çıkardı." Peki, Atıf Efendi hallederiz, bana bir poşet ver, evde kalmamış, çöpü çıkartayım akşama. " Yaşça büyük adam olumsuz bir ifadeyle" Valla kusura galma Selim Bey virmesiğe viririm amma yönetici aidat geciktirenlere apartmanın bütün avantajlarını yasahladı. " dedi."Tamam! " deyip kapattı kapıyı Selim. "Yavşak herif! yevmiye diyemiyor ama avantaja dili dönüyor." Yanan çaydanlığın kokusu sarmıştı etrafı. Aceleyle attı çeşmenin altına kararmış metali. O an aklına sigarası geldi. Zıplar gibi adımlarla hızlı hamlelerle balkona çıktı. Sigarası yoktu ortada yanan bir şeyde göremiyordu. Aşağı düştü herhalde diye geçirdi aklından. Arkasını dönüp balkondan ayrılırken kulağını tırmaladı çığlığa benzer bir ses "Selim! Kör olasıca kaç defa dedim atma şu zıkkımı aşağıya diye" Gözlerini kapattı ve o an anladı başına gelecekleri. Artık susmayacağını biliyordu o kadının. Ne yapacağını bilmez halde bir özür savurdu boşluğa ve çarptı balkonun kapısını. Attı kendini yatağa. "Keşke" dedi. "Keşke ölsem, o zaman kimse rahatsız olmazdı benden." O gün öğle vakti olmadan öldü Selim çok istemişti çünkü ölmeyi, en az yalan yaşayanların, ölmemeyi istediği kadar.
Elimden gelen bu,
bir okul, bir aşk, biraz mürekkep.
Elimden gelen toprak, bana ise lazım su.
Elimden gelen cehalet, bize lazım mektep.
Bir ceket var üstümde kol düğmeleri eksik.
"Erdim" dedi. Etraftakiler dikkat kesildi gür sesli genç adama. Sarfettiği sözle alakası yoktu görünüşünün. "Ermek kolay iş değil" diye geçti hepsinin aklından. Birbirine düşman bu ideolojik unsurlar yek vücut oldu fikri anlamda, erdiğini söyleyen badem bıyıklıya. En günahkar olanı sordu "Ne demek erdim? Biz burada neyiz?" diye. Genç heyecanla baktı, sakalla dolmuş, sürmesi gözünde piraye parlak sıfata. "Erdim, nitekim fıtratın kötülük olduğunu bildim"
Eski bir mahalle. İğde ağacının rayihası sarmış çakıl çakıl anı dolu patikayı. Terliğe batan çakıllardan değil, hafıza saplanan hatıralar dolu bir yol. Sonu okula bağlı, durağı ise sade bir mahalle camisi. Yeşillerle döşenmiş ferah bir cennet, çimenleriyse her daim ıslak. Kutsal kitabın okunduğu, hoparlöründen Ankara havası çalınan, imamının kızdırıldığı mahalle mescidi. Yaşlıların meclisi, çocukların olmayan parkı.
Arkası dönük bir mehtabın gecesin de sevdim seni. Yıldızlarını sana benzettiğim muazzam bir derya. Doğusunda göğümün açılırken rengi lacivertten maviye, geldi haberin. Bilmişsin sevdamızı ihanet. Bizim diyorum çünkü bu sevda seninle benim, her ne kadar sen hakkını almasanda bence bu işte payın büyük. Büyük olmasa geçen 12 yıl unuttururdu seni bana. Ne de olsa unuturdum ben seninle ilgili olmayan her ne varsa.
Kapı eşiğinde baka kaldı ufka doğru kızaran gökyüzüne. Uçan kuşların telaşı, onunda kalbine nüksetti. Heyecan duydu sebepsiz. Ritmi değişti haliyle. Dalgın gözlerin ardındaki fikir vücuda yayılıyordu. Ağza vardığında taştı "Akşam olunca neden kuşlar düşüyor telaşa?" Yanında ki alakasız adam "bilmem?" dedi. Cevapladı eşik bekçisi "belki giden güneş bir daha gelmez zannediyorlardır" diye. Bu efkara dayanarak yaktı bu kez zehir zemberek ot sarmasını. Giden güneşin gelenden farklı olduğunu bilmiyorlar mı kuşlar? Yoksa biliyorlar mı? Daha kötüsü insanlar gibi onlarda biriktiriyor mu sahip olamayacakları kadarını?
Yağmurlu bir akşam varken dışarıda, alev alev yanıyordu gencin içi. Bordo bir tentenin altında içiyordu zehir zemberek tütün sarmasını. Islanmış terliklerine bakarak verdi nefesini ve "yazmam gerek" diye geçirdi aklından. Saçını geriye attı sol eliyle. Oturdu kendine en yakın iskemleye. Başladı yazmaya ama boş cümleler karalıyordu kalemi. Aradan geçen dakikalar fayda etmemişti aklında ki boşluğa. Bir türlü dolduramıyordu fikirlerin içini. O an düştü aklına bir şimşek. Aklına geldi yazmasını amacı. "Yazmalıyım" diye irkildi bilinci. Başladı ardı ardına cümleler. Bitirici noktayı koymasıyla okunması bir oldu yatsı ezanının. "Vaktim geldi" dedi yanında ki siyah giyimli adam. "Nereye? " dedi genç. Karanlıkta ki ağzıyla buyurdu "vasiyetimi tut, hak çiğneme. Kibirli olma." diye adam ve bir nefesin havada erimesi gibi kayboldu gözden. Gözünü sildi genç adam çünkü o zamana kadar zor tutmuştu kendini. Ağlasaydı babasının acısına, gelmezdi bir daha. En azından geliyordu yanına, o her öykü yazdığında.
Memento Mori yani O'ndan geldik, O'na döneceğizin latincesi. İnsanlığın binlerce yıllık birikimi, farklı dillerde, farklı kültürlerde aynı yankılarla süregelmiş bugüne. Anlayış biçimi değişmemiş insanın. Ne görüyorsa onu görmüş dünden bugüne, ne diyorsa aynısını demiş. Sadece esinlendiği şeyler değişmiş. Dün yıldırıma Zeus demiş tapmış, bugündeyse kağıda para deyip.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!