Gösterdiği hareketleri yapışımı Fizyoterapist, Herr Majda dikkatle izliyor. Arada bir mü-dahale ediyor. “ Şöyle yap, böyle yapmalısın.” diye. Az sonra da,” Tamam şimdi kalkın ve be-
nimle gelin.” diyor.
Yatırıldığım hasta tedavi masasından yavaş hareketlerle kalkıyorum. Herr Majda önce bekliyor. Ben koltuk değneklerimi alıp ilk adımımı atana kadar bakıyorum o, yürüyüp gitmiş.
Karmakarışık, acemi adımlarla ona yetişmek için gereksiz yere acele ediyorum. Bu yüz-
den de düşme tehlikesi geçiriyorum. Uzun koridorun en sonunda, solda bir odaya girdiğini görü-
yorum.
Daha ben oraya varmadan o, yanında biriyle kapının önüne çıkıyor.Yaklaşmamı bekliyor.
Beni yanındakine tanıtıyor.” Herr Er “ Eliyle işaret ederek,” Bu da Herr Binder.” diyor.El sıkışı-
yoruz. Herr Majda bana bakarak,fakat Herr Binder’e hitap ederek konuşuyor: “ Her gün saat on da
sıcak çamur banyosu,öğleden sonra ışın tedavisi,hasta jimnastiği uygulanacak.” diyor,çok ciddi bir biçimde. Cevap beklemeden kısa ve çevik adımlarla yanımızdan uzaklaşıyor.
Herr Binder’in,” Beni takip edin! “ emriyle hareketleniyorum.O, önde, ben arkada önünde
konuştuğumuz kapıdan içeri giriyoruz.
Duvarları beyaz fayanslarla kaplanmış büyükçe bir odadayım.Sağ tarafta parafinli, killi ça-
muru yumuşatıp kalıplara döken bir aygıt görüyorum. Kalıplara dökülmüş çamurları istenen ısıya
getirecek bir elektro fırın var.Bir bankonun üstünde, aluminyum kalıplar,tutucu,kesici,kazıyıcı araç
gereçler, parafin kalıpları,raflarda kutu, kutu çeşitli malzemeler görülüyor.İçerisi nemli ve olabildi-
ğince sıcak, bataklık gibi kokuyor.
Perdeleri çekilmiş bölmeler görüyorum.Bazılarından sesler geliyor.Boş bölmelerden birine-
de beni alıyor. Herr Binder, bu kez daha yumuşak bir üslupla: “ Soyunup sırtüstü masaya yatın.Ter-
liklerinizi,çoraplarınızı,pantolonunuzu da çıkarın.” diyor.Ben söylediklerini yapmağa çalışırken o,
masaya bir battaniye,üstüne yanları yere sarkan beyaz bir örtü seriyor.Bana dönüyor.Konuşmasına
fırsat bırakmadan yavaşça ve dikkatle sırtüstü yatıyorum.
Herr Binder sıcak bir çamur kalıbı alıp bana geliyor.Getirdiğini omuzlarımla,kalçalarım ara-
sı boşluğa yerleştiriyor.Beyaz örtünün yere sarkan uçlarını toplayıp,bebek kundaklar gibi sıkıca sa-
rıyor beni…Başka bölmelere geçmeden önce: “ Saati yirmi dakikaya kuruyorum.Herhangi bir şey
olursa bana seslenin,burada değilsem kendiniz kalkabilirsiniz.” diyor.Diğer bölmelere geçmek için
perdeyi aralayıp çıkıyor.
Kadın hastalarla çene çaldığını duyuyorum.Yüksek sesli konuşmaların yerini arada fısıl-daşmalar alıyor.Ardından kahkahalar top gibi patlıyor.Herr Binder’in kadınlarla dedikodu yap-mayı seven,onlarla her telden çalan,onlarla senli benli olan geveze bir tip olduğunu görüyorum..
Üstüne yatırıldığım sıcak çamurdan,sımsıkı sarılıp sarmalanmaktan tere batmıştım.Diğer
bölmelerden gelen sesler kesilmişti. Herr Binder ortalarda görünmüyordu.
Önce bir iki zil sesi,ardından çekilen perdelerin sesleriyle,gülüşmelerle Herr Binder’in teşrif ettiklerini fark ediyorum.Bütün bölmelere duyuracak şekilde yüksek sesle nerede duş ya-
pabileceğimizi söylüyor. Ve öğleden sonra da kimlerin, saat kaçta tekrar geleceklerini…
En son benim bulunduğum bölmeye geliyor.Bana: “ Sende geleceksin.Nereye geleceğini
göstereceğim.” derken kalkmama yardım ediyor.Altımdan soğumağa yüz tutmuş çamur kalıbını
alarak gidiyor.Ben giyinip bölmeden çıkınca karşıdan eliyle bana gel işareti yapıyor.Koridora çı-
kıyoruz. On adım sağda bir odayı göstererek: “ İşte oraya gideceksin! “ diyor.Yine yanıt bekle-
meden dönüp gidiyor.Uzun hastane koridorunda yürürken göremediğim birine bağırarak bir şey-
ler söylüyor. Ne dediğini anlamıyorum. Boş görünen koridor da cevap gibi şuh bir kadın kahka-
hası çınlıyor.
Herr Binder, orta boylu oldukça kilolu, düşük omuzlu,siyah dalgalı saçlı, Orangutan gibi
çok iri bir başı var.Madeni çerçeveli kalın bağa gözlüklerinin ardında gözleri olduğundan da bü-
yük görünüyor.Fırıl fırıl dönüyor, projektör gibi etrafı tarıyor.Burun delikleri olağanüstü genişle-miş.Bunun için olsa gerek, görene yumruk yemiş boksör hissi veriyor.Ama yüzünde acının izle-
rini göremiyorsunuz.Aksine,yüzüne safça bir gülücük gelip oturmuş,bakınca siz de tebessüm et-
meden yapamıyorsunuz. Dudakları etli ve kalın…İki dudağı arasında tükürükten beyaz iplikçik-
ler oluşmuş.Konuşurken bazıları uzayıp kopuyor.Dudağının bir başka kenarında hemen bir baş-
kasının oluştuğunu görüyorsunuz.Astım hastaları gibi sık nefes alıyor. Çoğunlukla balıklar gibi
ağzını açıp kapatarak, nefes yollarından yeterince alamadığı oksijeni, ağız yolundan almağa ça-
lışıyor.
Adeta bir davul gibi şiş göbeği beyaz iş gömleğinin ortada iki düğmesini gerdirmiş.Koptu
kopacak. Beyaz ortopedik sandaletlerini yere sürterek yürüyor. Sol ayağı topuk kısmında dışa ba-
sılmaktan ezilmiş. Aksanlı bir Almanca ile ve peltek, peltek konuşuyor. Lafı insanın ağzından alıyor. Belli ki dinlemekten çok konuşmağa alışmış.
Öğle yemeğinden sonra koridor da biraz yürüme egzersizleri yapıyorum.Koltuk değnek-
leriyle yürümek ne zormuş meğer, onları doğru kullanmağı öğrenmem gerek.
Asansörle yer altı katlarına iniyorum.Labirent benzeri koridorları geçerek kimseyle karşı-
laşmadan fizik tedavi odasına geliyorum.Herr Binder kapının ağzında karşılıyor,buna göğüslüyor
desem daha doğru olacak. “ Bekle burada! İçerisi dolu..” Bu sert emir karşısında sekerek bir adım
geri gidiyorum.Kapının yanına yerleştirilmiş sandalyelerden birine ilişiyorum.İçeriden kısa,uzun,
ince, kalın kadın kahkahaları aksediyor. Tedavi odası değil, koca bir kuş kafesi sanki cıvıl, cıvıl…
Herr Binder bir taraftan içeriyi kollarken göz ucuyla da beni kontrol da tutuyor. Tepkimi
görmek,bilmek istiyor.Benim hafif alaycı bakışlarımın farkında…Göğsünü şişirmiş,düşük omuzla-
rını kaldırma gayreti içinde,başını dik tutarak,bakışlarını sertleştirmiş.Çok komik görünüyorsa da
o,bunun farkında değil.Mareşal havası basıyor.İnceleyen bakışlarımdan tedirgin olmalı ki,hiçbir-
şey demeden dönüp içeri giriyor.Eğilerek arkasından bakıyorum.Bölmelerden birine girerek perde-
yi çektiğini görüyorum.Fakat yüz ifadesi beni şaşırtıyor.Sönmüş bir balon, munis bir kedi oluver-
miş anında, pes doğrusu diyorum içimden, kahkahamı bu sefer ben tutamıyorum.
Devamlı girip çıktığı bölmelerin sonuncusunda,kapıdan içeri başımı uzatmış bakan,hala-
da beklemekte olan beni görünce: “ Tamam bir bölme boşaldı,hadi gel bakalım! “ diyor. Hayret!
Dışarıya hiç çıkan olmadı ki.Belki başka bir çıkış vardır.Bu yüzden görmemiş olabilirim diye dü-
şünüyorum. Kalkıyor, içeriye giriyorum.
Sıra ile,perdeleri çekilmiş bölmelerin önünden geçiyoruz.En dipte bir cihazın önünde duru-
yoruz.Amerika’da idamların infaz edildiği elektrikli sandalyeye benziyor.Tek değişiklik,bu cihaza
oturulmuyor,sırt üstü yatılıyor.Kemerler,düğmeler,göstergeler vs…” Sırt üstü uzanır mısınız şura-
ya? “ diyor.İstenileni yapıyorum.Geniş bir kemerle önce belimden uzandığım yere bağlıyor.Vücu
dumun serbest kalan üst yanını da koltuk altlarımdan ayrı bir kemerle sabitliyor.Ayaklarımı yirmi
beş,otuz santim yüksekliğinde, kırk,elli santim boyunda çok sert silindir şeklinde bir yastığın üstü-
ne kaldırıp koyuyor.Bu arada Herr Binder görüş açımdan çıkıyor. Baş ucuma geçtiğini hissediyo-
rum.Çıkan seslerden birtakım düğmelere basıldığını,ayarlar yapıldığını anlıyorum.Bekliyorum.Bu
korkulu(?) daha çok meraklı bekleyişimin ortasına birden o, koca kafası ve gövdesinin bütün haş
metiyle giriyor. Biraz evvel göremediğim kör noktadan üstüme doğru eğiliyor: “ Ne o korktun -
mu? Korkma,korkma! Eliyle havada geniş bir kavis çizerek,diğer cihazları işaret ederek: “ Bu ve diğerleri,bunlar benim oyuncaklarım. Bu dev oyuncaklar adam öldürmez. Bugüne değin kimse öl-
medi burada, sen de ölmezsin…” diyor. Ardından gevrek bir kahkaha atıyor. Bölmelerden gülüş-
meler geliyor.
“ Korktuğum falan yok.Cihazın şekli,görünüşü bana elektrikli sandalyeyi hatırlattı.” diyor,
aynı anda yüzüne bakıyorum. İrkiliyor. Kara bir bulut geçiyor sanki yüzünden. Ağzı açık aptalca
bir bakışla bir bana,bir, az önce ayarlarını yaptığı cihaza bakıyor.Konuşamadığını görünce: “ Ba-
na ne faydası olacak, ne yapacak bu cihaz.? Nasıl bir tedavi yöntemi bu? “ diye soruyorum. Önce
kararan yüzü şimdi sararmış,nefes alış verişi düzensiz,titreyen sesiyle: “ Vücudunun üst kısmı sa-
bit duracak. Boynun omuzlardan geriye doğru çekilirken, kalça ve bacaklar da belden aşağıya doğ-
ru gerdirilecek. Bu işlem ritmik bir şekilde yirmi dakika sürecek…” diyor, güç bela…
“ Orta Çağ’daki; gerdirerek,ayak,bacak,kol,bel,boyun,kafa koparan işkence dolapları gibi
desene…” diyorum. O, “ Korkma bu cihaz bir tarafını koparmayacak,seni öldürmeyecek. “ diyor.
“ Ölmekten korkmadım hiç.Şöyle veya böyle,şurada ya da burada,bir gün nasılsa ölmeye-
cekmiyiz? “ dememle üzerime eğilen yüzü bir defa daha allak,bullak oluyor.Bu defa tüm vücudu
sara nöbetine tutulmuşçasına sarsılıyor.
“ Tanrım sen koru, İsa, Meryem aşkına! İstemem olmasın, burada olmasın böyle bir şey…
Ölülerden çok korkarım ben…” diyerek, çılgınca bağırıyor, kaçarcasına uzaklaşırken: Hz.İsa’ya,
Hz.Meryem’e, bütün Azizlere dualar ediyordu.
Çekilen perdelerin çıkardığı seslerden başka bölmelere girdiğini anlıyorum. Vücudumu çe-
kiştiren, geren cihazın yeknesak mırıltıları ile baş başa kalıyorum.
Şimdi bana bir şey olsa Herr Binder kalp sektesinden gider herhalde diye düşünüyor,içim-
den kıs, kıs gülüyorum.
Herr Binder,uzun ve derin bir sessizliğin ardından çıkıp geliyor.Hiç farkına varmadım.Ci-
haz durmuş. Kemeri, elektrotları ve diğer bağlantıları çözüyor. Yüz yüze geliyoruz. Konuşmak ister gibi bir hali var.
“ Eee,nasılsın bakalım Herr? Neydi? “ diyor. “ Er “ diye cevap veriyorum. Herr Binder,şa-
şırmış,gözleri sorgu dolu: “ Nee! Bu kadar mı? “ diyor. Ben de,” Ne bu kadar mı? “ diye karşı so-
ru soruyorum.
“ İsmin.Yani bu isminin kısaltılmışı mı? Devamı? “
“ Yooo! Kısaltılmış falan değil, ismimin hepsi bu…Şaşacak ne var bunda? “
Ne demesi gerektiğini düşünürcesine bir an susuyor. Ben de fırsattan istifade pat diye so-
ruyorum: “ Sen İtalyansın değil mi? “
“ Oooh! Mamma Mia! Tanrım! Nereden,nasıl bildin? “ diyor. Fısıltı gibi bir sesle,etrafı-
na bakınarak.Başkalarının bilmesini istemediğini fark ediyorum.Soran gözlerle bana bakmağa
devam ediyor. “ Aksanından anladım.” diyerek sorusunu yanıtlıyorum. Bu konu onu çok rahat-
sız etmiş olmalı ki, sorusuna yeni bir soru ekliyor.
“ Çok mu belli oluyor? Şimdiye kadar bana hiç sorulmadı yabancı olup olmadığım.”
“ Ben bilirim, demek belli oluyormuş.” diyerek biraz bilgiçlik taslıyorum.
Göğsüne iliştirilmiş küçük isim şildini işaret ederek yılgın bir ses tonuyla; “ Alman bir kadınla evliyim.Onun adı bu Binder.Benim adım Françesko Donato “ Konuyu kapatmak için,
“ Söyle, sen nesin peki? “ diyor. “ Gördüğün gibi, senin gibi bir insanım işte..” diyorum.
“ Hayır, hayır öyle demek istemedim.” derken özür diler gibi bir hali var. “ Ya ne demek istedin? “
“ Yani hangi millettensin demek istedim.” Hata yaptığını kabul edenlerin mahcubiyeti
içinde ne diyeceğimi bekliyor.
“ Şimdi oldu. En başta niçin sormadın? Ben Türk’üm! “ dememle birlikte,” Vay canına
Türk’sün demek.” diye hayret ederek, devam etmek istiyor konuşmağa, ben lafı ağzından alıyo-
rum. “ Ne var bunda bu kadar şaşacak? “ diyorum.
“ Başında şey yok! (Eliyle fesi tarif etmeğe çabalıyor.) Uzun kara bıyıklarında yok. Bı-
çağını göstersene bana…” derken yaptığı el, kol hareketlerine,mimiklerine gülmemek elde değil.
“ Senin anlatmağa çalıştığın,ya da düşündüğün Türk’ler tarih sayfalarında kaldı. Filmler-
de görürsün artık. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm.” diyorum.
“ Başını önüne eğiyor.O meşhur Mareşal tavrı,edası gitmiş.Yüzüme bakarak konuşmak-
tan kaçınıyor. Alnında ter tanecikleri oluştuğunu görüyorum. Henüz silmeği akıl edecek durum-
da değil, aklı karışık. Özür dilemek için sözcükler seçmekte zorlanıyor olsa gerek. Bir müddet
sustuktan sonra: “ Sen Türk’sün, ben İtalyan onlar için fark etmez, (Alman’ları kastediyor.)
neticede adımız yabancı bizim. İşte! Alman’la evlenmekle, adımı değiştirmek, onu gizlemekle
bir şey değişmiyormuş meğer.
“Ev de durum nasıl? ” Bu soruma cevap vermekte isteksiz görünüyor.Suratını buruşturu-
yor.Kısa bir tereddüt devresi geçiriyor.Ardından anlatmağa başlıyor:
“ Karım ev de bana konuşma yasağı uyguluyor.Beni aşağılamak fırsatını kaçırmaz.Geçim-
siz,bencil ve despot bir kadın.Üstelik çok başına buyruk davranıyor.İstediği zaman,istediği yere
gidiyor.Müsaade almak şöyle dursun,nereye gittiğini dahi söylemek gereğini duymuyor.”
“ Tipik bir Alman kadını yani anlaşılan.” diyorum.Hemen itiraz ediyor.
“ Bu düşüncenize katılmıyorum. Çünkü buraya gelip,giden kadınlarla çok rahat ilişki ku-
ruyorum.Onlar Alman değil mi? Onlarla,yemek tariflerinden,giyime,saç şekillerine kadar her ko-
nu da konuşabiliyorum.Burada benim sözüm geçiyor.Aşağılanmıyorum.Bugüne değin bunların
arasında karım gibisine rastlamadım hiç.” Bu defa ben susuyorum.
Ona göremediği gerçeği anlatsam dünyası kararacak. Çünkü o karısının kötü bir rastlantı,
çirkin bir örnek olduğuna kendisini inandırmış.Hastanede tanıdığı kadınların hangi nedenlerle iyi
davrandıklarını anlayamayacak kadar saf. Zavallı Françesko!
“ Peki, erkek hastalar? Onlarla aran nasıl? Bana pek iyi gibi gelmiyor. Ne dersin?
“ Haa! Bak bu doğru işte.Alman erkekleri kendilerinden başkasını sevmezler.Karşısında-
kini küçük görür,önemsemezler. Sana tepeden bakarlar ve hep kendi dediklerinin doğru olduğu-
nu savunurlar. Böyle olunca ne konuşayım onlarla? Biraz spor, tedavi ile ilgili bilgiler ve ıvır,
zıvır.
“ Söyle bakayım bana sen nesin yahu? Beni nasıl da konuşturuyorsun? Hiç kimseye an-
latmadım ben bunları. Soranda olmadı ya aslında…Gazeteci misin yoksa söyle?
“ Yok, hayır değilim. İşçiyim ben. “ diyorum. Fakat bakışlarından bana inanmadığını
anlıyorum.
Herr Binder omzumdan tutup sırtımı döndürüyor.Masaj masasına doğru hafifçe çeke-
rek götürüyor. Yüzükoyun yatırıyor.Elektrotların deriyi kızarttığı yerlere torpilli bir masaj
yapıyor.
“ Şimdi nasılsın? Ağrıyan başka yerler varsa söyle…” derken yüzündeki ifade beni
şaşırtıyor.
“ Teşekkür ederim. Kendimi harika hissediyorum.Şu an ağrım sızım yok.Ama bu hal
ne kadar devam eder merak ediyorum.”
“ Dur bakalım, dün bir, bugün iki, seanslar çoğaldıkça çok daha iyi olacaksın.Yarın be-
den hareketlerine, su altı jimnastiğine başlayacağız diyor, gülerek bölmeleri işaret ediyor.
“ Beni sorgu,suale çekecekler,garantisi var.Seni merak etmişler,kimsin,nesin,necisin?
“ Sen gerekenleri söylersin.Hakkımda bir sürü bilgi edindin.Bugün çok yoruldum.İlk
gün,ağrılar,merak,endişe,tedavi yöntemi vs.yorgunluğumun sebepleri,az şey görüp yaşamadım.
Hoşçakal! “ deyip ayrılıyorum.
Kayıt Tarihi : 7.11.2008 13:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hastane günlüğümden bir traji komik anımdır.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!