Kırmızı, insana en eski duygusunu hatırlatır: var olmanın sıcaklığını. Fakat filozofun gözünde bu renk artık sadece bir duygu değil, bir düşüncenin tonudur.
“Filozof kırmızısı” derken kastettiğim tutkudan arınmış bir tutku, dinginliğe dönüşmüş bir ateştir. O, yanmayı bilir ama yakmaz; varlığı aydınlatır, gösterir, ama gösteriş yapmaz.
Filozof kırmızısı, insanın içsel geriliminin rengine benzer. Bir yanda arayışın ateşi, öte yanda bilginin soğuk berraklığı. Bu ikisi çarpıştığında ortaya çıkan ışıltı, kırmızıyla gri arasında salınan o ince çizgidir. Düşünür, bu çizgide yürür. Çünkü o bilir ki hakikat ne tamamen soğuktur, ne de tamamen yanık bir tutku. Hakikat, dengeyi ister ve o denge çoğu zaman kırmızının sükûnetinde bulunur.
Bir filozofun kırmızısı kanın değil, düşüncenin dolaşımıdır. Her fikir kalpte doğar, ama zihinde olgunlaşır. Bu yüzden filozof kırmızısı ne aşkın kör ateşidir, ne de aklın donmuş beyazı. O, ateşi düşünceye çevirmiş bir bilincin rengidir.
Belki de insan olmanın en olgun hali budur: duyguların taşkınlığını söndürmeden onları anlamaya çalışmak; coşkuyu bastırmadan ona yön vermek. Filozof kırmızısı, insanın kendi ateşini ölçmeyi öğrendiği andır.
Bir mum gibi yanar, ama duman bırakmaz.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta