Alırlar gece; “malı”
İster, gündüz..
“Kanun adına” canı
Gaye, korumak;
Köhne düzeni.
Uymasa da sisteme
İzanı..
İbrahim ne yapar?
Hiç mühim değil.
Hasta ana aç yatar
Emir, onun değil.
Hemen zindana atar.
Baba gitti..
Suçu: fikir
Aç bilaç kalmışsın
Zira cezayı;
Dünyaya gelmekle almışsın
...
Kapı, geniş
Hücre, dar
Kilit arkasında
Ayrı dünya var.
Hemen çabuk
Yeni şekle uymalısın,
Çileyi beyninde duymalısın
.......
Dışarı zulmette;
Beyinler taş
Rutubetli zindanda;
Aydınlık, loş
Nefes almıyor
Hava, leş
Verilmiş, hüküm
Ümitler sönmüş
Bakışlar, boş
Elinde el işi Murat;
Neye, niçin koş..
Toprak yeşile hasret
Gelmez ki bir kuş.
Elveda...Kaçıncı, veda?
Bir kez etmiş, gerisi boş
Selam mı..?
Belki hayali, geride..
Medrese-i Yusufiye-Ulucanlar - 1983
Kayıt Tarihi : 16.3.2006 21:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
At Ahırlarında bir umut! 28 Haziran 2006 –Ankara Bu gün gazeteleri tararken Yenişafak gazetesinde 'Türkiye'nin en ünlü Cezaevi tarih oluyor ' başlıklı bir haber özellikle dikkatimi çekti. İçine hüzün oturdu. Ve bu gün nice zamandır uğramadığım [email protected] adresimi açtım. Şiir Evreni’den mesaj var. Çeşitli zamanlarda yazdığım şiirleri göndermiştim. Sağ olsunlar bunları belirli zaman aralıkları ile yayınlıyorlar. Bu defa “Feride”yi yayına koymuşlar.Ve bunun içinde güzel insanlar zahmet ederek yorum yapmışlar. Farklı bir duygu. Ulucanlar Hapsanesi ve Feride..Siz tesadüf deyin ben “Kader… Takdir..” deyim.. Geçtiğimiz Pazar günü Mimar Sinannı Ankaradaki tek eseri Cenabi Ahmet Camiini ziyarete giderken önünden geçerek sevgili eşim ve yanımızdaki akrabalara “bizim mekan” dediğim yer.. Hemen Yenişafak gazetesini aradım. Ali Eyvaz kardeşimden haberin kimin tarafından yazıldığını öğrenmek için sordum.”Bilmiyorum. İmzasız ise ajans yapmıştır” dedi. Başkan Melih, bir zamanlar Ankara’ya geldiğimde “orduevinde yer yok”” cevabı aldığımız için yakında bulunduğundan gelerek zaman zaman kaldığım eski şehirler arası terminal yanındaki oteli yıkarak şimdi yerine dev “Başkanlık Sarayı” yaptırıyor. Yani bir bir hatıralarımız zamana dayanılmıyor yok oluyordu.Ulucanlarda öyle işte.. Neyse.. 1980 yılında Hakkari Yüksekova'da iken.. Herkesin arkasından söylediği şekli ile bir 'Şerefsiz'in yüzüne karşı, bizde 'Şerefsizliğini' açıkça ilan etmiştik. Başka bir “şerefsiz” şahidi oldu. Verdiler askeri mahkemeye. Van, askeri mahkemesi, 'beş gün cezamıza, iki gün infaza, üç gün hapis yatmamıza' karar verdi. Ancak karar, uygulanmayarak başka bahara havale edildi. Bu arada Kenan “kaniatın” düdüğü öttürmesiyle, dış dünyayı kapatılan memleketimizde, meşhur söylevlerinden birini vermek ve ilk seyahatini Van’a yapmak üzere yola çıkarken bizde acilen Yuksekova’dan, “ordu”dan ayrıldık. Ceza zaman aşımını beklemek üzere kaldı. Ailemiz Çorum’da biz Ankara’ya yerleştik. Fakat, adresimiz ve yerimiz bilindiği halde bir başka şerefsiz, halkın içinde rencide etmek isteyerek yaşlı babamı sıkıştırmış. Babam bunu bana intikal ettirdi. Hemen kağıdı kalemi alarak sözde o yetkili işgüzara mektup yazdım, adresimi de belirttim. Alaca, Ankara’ya yazmış onlarda Dikmen karakoluna. Benim Demetevler’de işyerim var. Dikmen polis karakolundan bir görevli gelerek durumu söyledi. “Buyurun” dedim. Kim korkardı.Hain kurttan. Zira eskiden 4 milyon metrekare resmi sınırı olan bir ülkeyi 2 milyon kilometrekare teslim alan “İT”ler, ülkenin tamamını düşmana teslmim ederek kaçmış.. Kalanların bir kısmı ise 585,576 kilimtrekarasine razı olarak “ kurtardık” diyerek tümünü millete hapsane yapmışlardı. “Netekim” Kenan Kaniat da biraz daha sıkı olsun diye tüm ülkeye kilit vurmuştu. O nedenle ha içeri ha dışarı fark etmiyordu. Adresimi,- üstelik mektup yazarak verdiğim -gözünü sevdiğim devletimin görevlileri bularak hapse koyma işlemini yapmak üzere “polis” göndermişlerdi. (Dikmen karakolundan dönemin polisi Cabbar! -eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın- o işleri yi bilir..) Böylece hayatta neler olup olmadığına bu cepheden de bakmak için Ulucan’lara 1983 yılında 'üç günlüğüne' bizde misafir olmuştuk. Zamanında jandarma kışlasını hapsane yapmışlar. Yönetim binası karargah.. At ahırları da koğuşlar.. Ha.. Seyislerin kaldıkları yerlerde varmış! Bunlarda özel misafirlere tahsisli gözde alanlar, yani “Köşk”.. Eee.. Ahıra göre gerçekten buralar “köşk” konumunda idi. Hatta Ecevit’e tahsisli olanına da “ Hilton “ diyorlardı. Kimler gelip kimler geçmişti. Kader… Ülkeye çivi çalmayanlara inat, yüce dağlar arasında yol vermez, kervan geçirmez “Zap” suyunu aşmak, altıay gün yüzü görmeyen insanvların biraz olsun” nefes” almasını sağlamak üzere asma köprü yapan Denizleri; burada, kavak ağacı dibinde…Yani yönetim binası önünde bir sabah, ibreti alem ve yeryüzünde kötülükleri savmak(!) adına sallandırmışlardı. Doğru yanlış.. Sağcı, solcu..Bu ülke için düşüne, yazan bir çok insan önce Mamak, sonra buradan geçiyordu. Onlar “siyasi” olduğu için dışarı çıkamıyor.Bizler ise “atahırlarında” geçireceği günü az olduğundan “mahpusluğa” bile layık insanlar görülmediğimizden olacak, istersek onlara yemek götürebilirdik. Öyle yaptım.Ve onlardan Mamak hikayeleri dinledim. Ve onlardan birilerinin söylediği şu sözler hiçbir zaman kulağımdan çıkmadı. “Bir gün gelecek.. Buraların..Mamakların..Kitapları yazılacak… Şiirleri yazılacak..Tiyatroları oynanacak” O günün şartlarında sıradan(!) sözlerdi. Ama bu gün galiba o gün.. O tanıklık ve hayat tecrübesi içinde bizde geçtik Ulucanlar at ahırlarından.. Koğuşumuzda Murat isminde bir genç vardı.. Hiç kimse ile konuşmayan. Sadece el işi yaparak hem gününü geçiren hem de ihtiyaçlarını karşılayan.. Gönüldekini nakışlara döken genç. Gizliden gizliye “müebbet alacağı” söyleniyordu meraklı kulaklara.. Artık bizim için içerdekilere “veda” zamanı gelmişti. O vedaların kalanlar için ne kadar zor olduğunu çeken bilir.Herkesle “veda” ettim.. Ancak sırı ona gelince… Murat için yapamadım. Veda sözcüğünü ya da onu çağrıştıracak bir kelime söyleyemedim. Ona “Dışarıdan bir isteğinin olup olmadığını” sordum. Hiç kimseye konuşmayan, sorulan sorulara cevap vermeyen delikanlı Murat, başını kaldırdı ey işinden “Ulus’daki Feride’ye selam söyle” dedi. Kimdi Feride? .. Sormadım. Adres de almadım. “Tamam! ” der gibi hüzünle selamımı kalbime yazarak ayrıldım Murat’tan.. At ahırlarından ayrıldıktan sonra yönümü Ulus’a çevirerek, tam heykelin bulunduğu alana gelip, “Feride Murat’ın …Selamı var” diye farklı yönlere dönerek farklı yerlerde birkaç kez tekrarladım. Yanımda yöremdeki insanların “bu adam kime diyor? ” diyerek çevrelerine baktığını hatırlıyorum. Onlar, belki de “kafayı yemiş biri” zehabına kapılarak “hüküm “ vermiş de olsalar, aldırmadan yoluma devam edip, yuvama döndüm.. İşte bu şiir.. Umudu tükenmiş bir delikanlının nice canların alındığı “Ulucanlar”atahırlarında içinde beslediği bir umut mu bilmiyorum? O Feride’nin anlatımıdır. Kim ne, anlarsa.. Necati Çavdar

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!