Al beni, ey ezeli gece, kollarının arasına
ve oğul de bana, kralım ben
kendi isteğiyle terk etmiş
düş ve yorgunluk tahtını.
kılıcımı, yorgun kollarıma ağır gelen,
yiğit ve serinkanlı ellere teslim ettim;
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
"ENEL HAK" demenin manası: "BEN İLAH'IM/HAK'IM (ALLAH'IM) demektir ki, bu İslama göre şirk'in daniskasıdır.
Kur'ana ve sahih hadislere göre "FENAFİLLAH/BEKABİLLAH" makamı denen manevi bir makam yoktur. Bu uzak doğunun sapık Nirvana felsefesinin İslam'ın içine tasavvufi yorum ismi altında sokulmasıdır ki, bu da Allahlaşmak ve ilahlaşmak manasına gelir. Bu da, aynı "ENEL HAK" felsefesi gibi şirkin daniskasıdır ve Allah'ı asla affetmeyeceğim dediği büyük günahlardandır.
"ANDOLSUN Kİ, BİZ İNSANI AHSEN-İ TAKVİMDE( EN GÜZEL BİR KABİLİYETTE) YARATTIK. SONRA DA ONU ESFEL-İ SAFİLİNE(CEHENNEM ÇUKURLARININ EN DERİNİNE) İTTİK/ATTIK. BUNDAN İMAN EDİP SALİH AMEL İŞLEYENLERİ MUAF KILDIK Kİ, ONLAR İÇİN SONU GELMEZ MÜKAFATLAR VARDIR. -Tin suresi-
"SİZE ONCA NİMETLERİYLE İHSANDA VE İKRAMDA BULUNAN O ALLAH, SİZİ BAŞIBOŞ BIRAKMAZ Kİ, KABRE GİRİP KAKMAMAK ÜZERE YATASINIZ!" -Kelam-ı kibar-
yabancıları anlamıyorum ben.
hep krallar kendileri
Severek okudum..
…Fernando gerçekten mükemmel bir eser ortaya koymuş.
…çeviride o paralelde anlatılmak isteneni ustaca sunmuş. Bir başka lisanın kendi dilimize uyarlanması sadece o dili bilmekle yetmez. O dilin beden diline de hakim olmayı gerekli kılar. Bu çeviri sadece bir konuşma olmuş olsa bu derece zor olmaz. Çünkü cümlenin gidişatı sizi yönlendirir. Lakin şiir öyle mi ya? Elbet değil. Oldukça donanım gerektirir. Bunların üstüne üstlük o kişide “şair ruhu” da olmasını zorunlu kılar.
…şiirin vermek istediği mesaj yorumcular tarafından çok cılız anlatılmış. Şiir aslen bizdeki “Enel Hakk” ya da “fenafillah” mertebesini anlatan bir şiir. Şair dünyada var olan tüm payeleri terk ettiğini, “benliğinden sıyrılıp tanrı’yla bir olmak istediğini, bir nevi ölmeden önce ölmek hali” arz etmekte, yaşamaktadır.
…bunu da “gündüzün o debdebesinin, o şaşaasının (görkem, gösteriş, şatafat... vs.) gecenin gelmesiyle ister istemez terk etmek zorunda kaldığı” gerçeğiyle açıklıyor.
…sayın TUĞLU’nun çevirisi daha ziyade kendi mamülü niteliğinde olmuş.
Soyundum krallığı ruh ve bedenen,
Günün ölüm manzarası gibi aynen
Geceye geri döndüm yaşlı, asude.
… Lakin bu son bölümü şiirin temasını birebir yansıtmış. Sadece “bedenen” sözcüğünü zannımca eksik yazmış. Aslı “bedenimden” yani “Soyundum krallığı ruh ve bedenimden” şeklinde olmalıydı.
…emeği geçen tüm herkese teşekkür eder hayırlı akşamlar dilerim.
"ENEL HAK" demenin manası: "BEN İLAH'IM/HAK'IM (ALLAH'IM) demektir ki, bu İslama göre şirk'in daniskasıdır.
Kur'ana ve sahih hadislere göre "FENAFİLLAH/BEKABİLLAH" makamı denen manevi bir makam yoktur. Bu uzak doğunun sapık Nirvana felsefesinin İslam'ın içine tasavvufi yorum ismi altında sokulmasıdır ki, bu da Allahlaşmak ve ilahlaşmak manasına gelir. Bu da, aynı "ENEL HAK" felsefesi gibi şirkin daniskasıdır ve Allah'ı asla affetmeyeceğim dediği büyük günahlardandır.
Sn neriss Cevat çapanın üslubuna benzemiyor hiç.
Sn . Cevat Çapan'ın da şairimizden çeviri yaptığını biliyorum . Belki ... ?
Çeviri Enis Batur'un olmalı, Osman beyin çevirisi daha güzel ve aslına sadık.
Hala sayfadaki çeviri kimindir bilmiyoruz..
Pessoa denilince dururum biraz. Derin bir nefes almak için… Dünya edebiyatının en üretken, en ilginç, en değerli yazar ve şairlerinden biridir o. Sağlığında az sayıda şiir ve yazısı yayımlanmıştır. Ama ölümünden sonra sandığında sakladığı yazılar gün ışığına çıkarıldığında dünya onun kıymetini anlamıştır.
Farklı türlerde yazılan bu eserler yaklaşık 27 bin sayfa tutarında olup 70 ayrı kimlikle imzalanmıştır. “Mahlas” diyemiyorum, çünkü değişik isimler altında üretilen eserler bize gerçekten farklı kimlikler ve farklı yaklaşımlarla geliyordu. Kendisini, bazen uyuşan bazen birbiriyle kavga eden kimliklerin sergilendiği bir “sahne” olarak görüyordu. Şöyle diyordu bir şiirinde:
“Sayısız insan yaşar içimizde,
hissetsem de düşünsem de bilemem
kim düşünür içimde kim hisseder.
Düşünceler ya da hisler için
yalnızca sahneyim ben…” (F.Pessoa, Çev: Enis Batur)
Bu kimliklerin bir arada bulunuşunu, kendi deyimiyle “heteronym” (çok kimlik) olarak nitelendirmişti. Ben ona, kullandığı Ricardo Reis adından ötürü “REİS” derim hep. Edebiyatın reislerinden biridir Fernando Pessoa-RicardoReis-Alvaro de Campos-Alberto Caeiro-Pero Botelho-Bernardo Soares-Alexandre Search, David Merrick veya her ne imza koymuşsa yazısının altına…
Aynı zamanda müthiş bir araştırmacıydı Pessoa. Astrolojiden tarihe, batınî inançlardan mistisizme, simyadan nümerolojiye, politikadan sosyoloji ve psikolojiye kadar uzanan fevkalade geniş bir yelpazede çok okuyan; birikimlerini durmadan kâğıda döken bir araştırmacı ve iyi bir çevirmendi…
Bir şiirinde, “aklını eğlendirmek için” yazan bir adam olduğunu ima ediyordu.
Octavio Paz’ın da işaret ettiği gibi “tüm yaşamını hakikati aramakla geçirdi Pessoa.” Kendi ifadesiyle, bu özgür arayışçı, arayış yolunda “yaratmak için kendini yok etmişti”. Yaşadığı dönemin ve yarattığı düşsel kimliklerin yalnız adamıydı o…Sadece Portekiz’in değil dünya edebiyatının temsilcisi…
Ben sadece saygı duyarım böylesi evrensel, güçlü ve üretken bir kaleme…
Bu şiir ile ilgili 15 tane yorum bulunmakta