Havva ile Adem’den bu yana, Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem ve Şirin ile Ferhat’ın anlatıları ile büyüdük. Sevgiyi, aşkı onların her biri insanlık dersi olan, masalımsı yaşam öykülerinden öğrenmiştik. Dahası, insana olan sevgilerini Allah aşkına dönüştüren Mevlana’yı ve Yunus’u tüm dünya tanıyarak anlamak için gayret gösterdi.Hala da kafa yormaya devam ediyor, bu büyük aşklara dair. Pek çoğumuz,” Haydi canım! Böyle de sevda olur muymuş? Deli bunlar diyebiliriz. Evet, deli, yani ruh hastası ama nasıl tanımlarız bunu? Topluma ayak uyduramayan, etkilere herkesten daha farklı tepkiler koyan garip davranışlı insanlar mıdır? Yoksa, Tanrı’nın önceki yaşamlarından dolayı lanetlediği meczup yaratıklar mı? Soruya soru ile yanıt vermek doğru bir yaklaşım değil ama, onlar deli ise biz ne oluyoruz? Bu soruya farklı bir söylemle özeleştiri getirmemiz gerekirse; kendi deliliğimizi örtbas etmek için yanlış davranışlarda bulunduğumuzda, filozofça tavırlarla; “her insan biraz delidir,” demez miyiz? Deriz. Eğitim performansı düşük toplumların florasında bol miktarda yetişen yanlış insan profili, ruh sağlığını olumsuz etkileyeceğinden; bunun en doğal sonucu olan deliliğin Tanrı gazabı olmadığı daha yenilerde anlaşılmaya başlandı. Kendi deliliklerini gizleme gereği duymayan, hatta deli olduklarını bile fark edememiş; bebekler kadar temiz birkaç talihsiz ruh hastası insanın otuz yıl öncesinin Keles'inde yaşadığı trajikomik olayların belleğime kazınmış olanları paylaşalım haydi.
Anımsarım da Haydar’lı bir Deli Mehmet vardı, çocukken ardından alay ederek koşuşturduğumuz. Gökyüzünde uçak görünce, “benim tayyarelerim” derdi. Bir rivayete göre şimdilerde asfalt olan Keles Bursa yolunu taş dizerek gösteren fahri mühendis; Haydar'lı Deli Mehmet'ten başkası değildi. Ailesi sağ kolu kırıldığında, dülger Hasan efendiye düzelttirdikleri için çocuk yaşlarında çolak kalmıştı. Sol ayağını da askerde sıhhiye olduğunu söyleyen Rıza emminin iğnesi topal etmiş. Aklı ise ateşli bir hastalık geçirirken, “bu çocuk cinlere karıştı” düşüncesiyle yazdırılıp boynuna asılan, Baraklı’lı Durmuş Hocanın muskaları ile eksik kalmıştı. Sonuç olarak Haydar’lı Deli Mehmet, kısa bacağı, bükük kolu ve eksik aklı ile ne güzel özetliyordu az gelişmiş ülkesini. Ama sevdiği oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi ağlamaklı ve safiyane gülümseyen yüzü ile her an mutlu veya mutsuz görebileceğiniz karmaşık bir portre çiziyordu çevresine.İşte böyle bir portreyle gönderildi, kendi kaderi gibi eğri büğrü çizdiği Keles yollarından, bir daha dönemeyeceği Bakırköy Ruh ve Sinir Hastahanesine. Ve usanmadan ve yorulmadan adımladığı dağ yollarında, biz deli olmayan insanlardan korkarak; anısına yazdığım şiirin dizeleri arasında saklandığını düşünüyorum.
Yol sordum kaderime.
Ölümden ötesi var mı, diye?
Ölümden ötesi, deniz dediler.
Hemen gittim baktım denize.
Bir liman vardı sisler içinde,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.