Amber kokulu kızılçamların ruhumda bıraktığı tesiri tahayyül ediyor ve parmaklarıma hayat veriyorum. Gönlüm bir tazı gibi o yandan bu yana koşuyor ve ben içime dolan sesi dışıma vuruyorum. Çehreleri dırahşan çocukların yüzlerine bakıyor, huzurla doluyorum.
Gözüm, güzün demine hasret. Bir başlangıca usul usul yürüyor, hiç bitmek istemiyorum. Yüreğimin kapısını ardına kadar açıyor, gönül misafirlerime hoş geldin diyorum. Yalnız kalma korkusu bedenimin hayat gücünü yoruyor ve afakanlarla güreşiyorum.
İçim nârıbeyza olmuş alev alev yanıyor. Durdurmayın beni ki geçen her an nârımı söndürüyor! Ne kadar kötülük varsa içimde eriyor ve müreffehlik kıyısına nihayet bir gemi daha sürükleniyor. İçimi kemiren müfteri duygu sığınacak bir liman arıyor. Koşuyor, yürüyor ama bileği gibi yüreği de büküldüğü için artık hükmünü sürebileceği bir yurt kalmadığını o da anlıyor.
Muhabbetime bir berhudarlık bulaşıyor. Ruhum; annesinin sinesine saklanan ve yanağından öptürmemek için savaşan bir bebek misali bin nazla nazlanıyor. Ama usandırmıyor. Eyyub Peygamberin sabrı gibi sabırla mükâfatlanmak ama çilesi gibi çileyle imtihan olmak istemiyor. Mağaralar taş duvar; ne sıcaktan yanmak ne soğuktan donmak istiyor…
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta