Faili Meçhuller Ve Agota Kristof Şiiri - ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Günlerdir onların koyu gölgeli bakışlarıyla, huzurla gülümsemeyi muhtemelen pek tanımamış yorgun çizgileriyle, ihtiyarlığın sükûnetine çok uzak duran kederli ifadeleriyle yaşıyorum. Sabahları kahvaltı etmeden gazeteye bakmak istemiyorum. Bunu yaparsam yutkunamayacağımı biliyorum çünkü. Hayır, onların artık olamayan yüzleriyle, korkunç hikâyeleriyle ilk kez karşılamıyorum elbette. Sadece kesif bir suçluluk duygusuyla aynı topraklarda benimle birlikte büyüyen çocukların, kadınların, genç erkeklerin bir gün aniden ortadan kaybolmasına, başına bir kurşun sıkılarak öldürüldükten sonra bir nehre fırlatılmasına, işkence edilmiş, taşlarla ezilmiş çürük bedenlerinin yol kenarında bırakılmasına, kimsesizler mezarlığından çıkan cesetlere bu kadar kayıtsız, sessiz kalabilmenin utancını yaşıyorum her gün. Gözaltına alındıktan sonra bir daha sesleri hiç duyulmayan köylülerin toprağın altından çıkarılan kafataslarına, kuruyup dağılmış kemik parçacıklarına bakıyorum. Sonra gazetenin o sayfasını yırtıp gövdesinden ayırıyorum, itinayla katlayıp nasıl bir ülkede büyüdüğümü, yaşadığımı hiç unutmayayım diye çekmeceme yerleştiriyorum. Her sabah, bu yazı dizisi bitsin artık, diye söylenirken utancım beni boğuyor.

Biliyorsunuz, Burhan Ekinci’nin on gündür Taraf’ta yayımlanan faili meçhuller dizisinden bahsediyorum. Kayıp diye adlandırılan ve bir daha hiç dönmeyecek olan ölüleri anlatan, eksik kalmaya mahkûm karanlık hikâyeleri birleştiriyorum zihnimde. Ölülerin hep ölü olarak kalacaklarını bilmek insanı kavuruyor. Ailelerin çaresizliğini anlamaya çalışıyorum. Askerî araçlarla, içinde telsizlerin vızıldadığı beyaz arabalarla evlerinden toplanan o adamların, kadınların çocuklarını düşünüyorum. Onlar bizim gibi ‘kayıpların’ bir daha hiç geri dönmeyeceklerini kabullenemez. Canından bir parçası olanı sevmek, birbirinin içinde varolmak o umudu hiç yitirmemek değil midir? Bir gün tekrar anneme, babama, çocuğuma, sevgilime tekrar sarılabilirim ümidiyle hayata tutunmaya çalışırken onun cansız bedenine, kurumuş kemiklerine dokunmak zorunda kalmak nasıl bir histir acaba? Kelimelerle tarif edilebileceğini sanmıyorum. Günlerdir onları düşünüyorum, rüyalarımda konuşuyorlar. Çığlıklarını duyuyorum.

Sizce yirmi bin faili meçhulün, yargısız infazların yaşandığı bir ülkede insanların sokaklara dökülmemesi, vahşi cinayetleri uzaktan izlemesi, bunu yapan karanlık güçlerden hesap sormaması, ölümü, öldürmeyi bu kadar kolay kabullenmesi normal mi? Başvurulan resmî makamların soruşturma başlatmaması, dosyaların tozlu raflarda kalması, bütün çaresiz ailelerin AİHM’e başvurması çok mu normal geliyor size? Şimdi otuz yıldır hayatlarımızı bir hücreye kapatan askerî anayasayı değiştirmek isteyen hükümet mi bu yargıyı mı ele geçirecek. Sizce otuz yıldır işlenen binlerce cinayetin failinin bulunamaması bile zaten ortada ele geçirecek bir yargı olmadığını net bir biçimde göstermiyor mu? Buna savaş denmez mi? Şu âna kadar o savaşta hayatını kaybeden kırk bin ölüden daha hiç bahsetmedim farkındaysanız. Faili meçhullerin hikâyelerini araştıran, JİTEM yapılanmasının üzerine giden bir gazetecinin sokak ortasında kurşunlanması, kaçırılan insanların bindirildiği teknenin bombalanarak batırılması, bugün yirmi yaşında olan bir çocuğun üç yaşında gözünün önünde kaçırılan babasının fotoğrafıyla sokaklarda bir meczup gibi dolaşması, oğlunun ölü bedenine ulaşmak için televizyonda konuştuğu için tehdit edilen ve bu acıya dayanamayıp ölen annenin dramı, gözaltına alındıktan sonra kafası kesilip mayınla patlatılan çocukların hali yıllardır bu ülkede yaşanan gizli ama aslında çok açık olan bu savaşın acımasızlığını göstermiyorsa neyi gösteriyor? Peki, kendisinden bir daha haber alınamayan ya da yaşadığı yere kemik torbası halinde dönen bu insanların pek çoğunun Hakkâri, Mardin, Şırnak, Diyarbakır, Van, Kars, Batman, Tunceli gibi Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşaması tesadüf olabilir mi?


Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta