Dudağındaki gülücükler, yüreğinin rüzgârları
Ellerimi üşüten zalim bir Eylül zemherisi.
Gün doğarken içimin ovalarına, aşka düşerim
Sormadan, sorgulara açıp içimin bentlerini
Acıya tutkun tüm yerlerimi okşamanı isterim...
Nafile sarılışlarımızdan, zoraki öpüşmelerimizden bir tutam kül kalacakmış geriye. Kollarımın kelepçeleri senden bir gün çözülecek, birgün bu sevdadan sayfalar dolusu şiir kalacakmış, neyleyim. Yılların uçarı kanatlarında bir kez bile geriye bakmadan koşmuş, sırılsıklam kalışlarımızın alevli kucağında bir kez bile birbirimizi anlayamadan geçirmişiz şu kahrolası geçmişimizi.
Sevginin litaratürlerinde yıldızlar ışıdıkça yağacak sandım bu yağmur. Sevginin ne başı, ne de sonu belliymiş, acıları getirdi. Bir fırtına sonrası yağan ilk yağmur, yağmurun içindeki buğu ve gözlerin karanlıklarındaki ışıktı. Kimi zaman bir kelebeğin kanadında, kimi zaman arının iğnesinde dolandı durdu. Çiçekli bahçelerde gizlenmiş bir kır menekşesiydi o, dağ başlarında bir başına açan, karlar altından fışkıran bir kardelen'di.
Kuralları önceden belirlenen tüm oyunlardan sıkıldığında, içinin enlem boylarında kendini kaybettiğinde, yüreğinin kapsüllerini patlat içerinde. Darmadağın kelimeler tuzağından kurtulmak için çıktığın tüm kapıları ardından kapatmayı becerebilmelisin. 'Sen, kozandaki tutsaklığı bitmeyen nazlı dağ çiçeği'! . Bir gün bu denizleri aşınca, kendini dinlemeye karar verdiğinde ve bana tutsaklığın sona erdiğinde özgürlüğünün şerefine kadeh kaldıracaksın. Ruhunun anlamsız müziklerinden sıkılınca uzaklardan gelen bir ney sesiyle irkilecek, başını ellerinin arasına alıp, ağlayacaksın.
Yıllardır seni taşıdığım gönül tahtım sökülünce eklemlerinden, ruhunu taşıyacak yeni hedefler arayacaksın. Yaşadığın ikilemler sona erecek, benliğindeki sorular cevap bulacak, kahkahalar atacaksın son kez yanıbaşımda. Kırık ikindilerde asaletini darmadağın eden gün batımlarını bekleyeceksin. Gün gelecek bütün anıların kıyıda kalacak. Geleceğinin dalgaları un ufak edecek onları. Benim içimdeki volkanlar ise bu köpüklü suların gelgitinde, her iç çekişimde tuzlara dönüşecek.
Yaşanmamış hiçbir sevgi acıları döllemez içinde. Sevginin inciten iksirlerinde uzunca tutabilirsen soluğunu içinde, nefesini zorlayıp dalabilirsen en derinlere uzanırsın inciye. Hüzün suskunluğu beler beşiğinde. Masalda geçmiş zamanlar bir avuç böğürtlen gibi burar dilini insanın. Bir dağ başına tırmanmak, ya da bir deniz kıyısında yürümek yorar bazen insanı. Pastil kelimeleri her sıraya dizip niyet ettiğinde konuşmaya, beceremezsin.
Dudağındaki gülücükler, yüreğinin rüzgârları ellerimi üşüten zalim bir Eylül zemherisi. Gün doğarken içimin ovalarına, aşka düşerim. Sormadan, sorgulara açıp içimin bentlerini acıya tutkun tüm yerlerimi okşamanı isterim. Tufan sonrası bir kasabanın küflü kilitlerini açıp, küçücük sevgilerimden büyük aşk'lar doğururum ben.
Ve bütün geçmiş zamanları gözlerine yükleyip yeni bir aşkın, her sabah günaydın demek mutluluklara, ne güzel. Hiç konuşmadan, bir kayığa binip kürek çekmek aşka, anıları kıyıda bırakıp uzaklaşmak gibi. Sırtıma saplı bıçak öldürmez beni, her ağlayış yeni gülüşler doğurur bunu bilirim bir tek. Gözyaşı sevinçle körebe oynarken, kuşlar mavi çiçekler getirir gagalarında. Denizler köpükten kuleler yapar her gelgitlerde sevdalara. Martılar gizli gizli öpüşürler gün inerken denizlere. Yakamozlar titreşir, güneş küsünce maviliklere.
Susunca öyle kolay oluyor ki herşey, kelimeler inine çekiliyor ve gözlerinin uçurumlarında sesim yitiyor. Mavi denizler görüyorum ellerin ellerime değince. Başka yüzyıllara ışınlanıyorum yüreğine dalınca. Ezgili sözlerin unutkan yapıyor şu usumu. Belki aşk, belki tutku, belki de içinin saydamlığı beni benden çekip alan. Eylül zemherisinde bir serçeyim pencerende kanat çırpan, bir yaralı kuşum, yüreğinin müziklerine tutkusunu haykıran...
Kayıt Tarihi : 16.6.2005 11:41:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!