Bütün kurnazlığınızla ve göstermelik hayırseverliğinizle,
Yoksulluğun girdabına soktuğunuz
Dilencileştirdiğiniz ve
Beş kuruşa sözüm ona demokratikleştirip,
On kuruşa,
Saçlarını doladığınız ellerinizle ve
Makineli bir tüfek gibi taradığınız,
Şehvetli gözlerinizle,
Namussuzca sırtından vurduğunuz ve nihayet
Bedeli ucuz,
Kimsesiz,
Çaresiz zamanlarda,
Bir ekmek parası ya da,
Yeni doğurulmuş veledi zinaya süt,
Diyerek sahip olduğunuz,
İnsanlığın karardığı zamanlardı.
Ağıtlardan anlaşıldı ki,
İşte o biçim iman ve insafsızlığınızla gökyüzünün tanrısını putlaştırıp,
Yeryüzünün en yücesine diktiğiniz,
Erkek adamın, erkek oğlu yüce Zeus’un,
Vahşetine kurban verip,
Yüzüne bakamadığınız Diyar-ı Tarsus’un Can’ı….
Çırıl çıplak,
Karşımızdaydı.
Salınıp
Düşerken,
Kocaman bir ülke,
Girdabına kapılmış,
Yarattığımız ve yaşattığımız canavarların,
Marifetlerine ağlaşıyorduk.
Sen üzülme,
Üzülme güzel kız.
Kıpır, kıpır yüreğini ben bilirim,
Hakkını alamadığını ve
Kapaklanırken yere rüzgârı yara yara,
Toprağın bile ağladığını,
Can borcumuzu,
Bilirim.
Kan tadına alıştırılmış,
Dünyalı ilahların,
Cehennem köpeklerine kurban verildiğini,
Sakallarına kutsiyet katarak ve
Kahpe, orospu, oynak ve yollu diyerek,
Kendi tecavüzlerine gerekçe yaratıp,
Ve “başkaldıran kadınlara” vurun dedikleri,
Alimane tavırlarla cümle cehaleti,
Yaradan’dan sayanları ben bilirim….
Bilirim,
İnsanoğlunca tasavvur edilmiş ilahi kudret,
Cin, peri, mekir, şeytan.
Korkusunun,
Haince sebebini de…
Alimin Cübbe-i kalkan ve
Cübbenin altında düğümlere üfürüp duranın yarattığı,
Azametli kudretiyle;
Süliet-i iktidarı şeytan-ı da,
Saç, baş bahanesiyle baskılanmış, örselenmiş
Havva’yı da
Bilirim.
Kara gözlüm,
Ceylan ürkekliğiyle,
Berdan Çayına karşı oturup,
Söylenmesi gereken yanık türkünü,
Yakılası türkünü,
Ne kadar dokunaklı yazabilirim ki,
Beceriksizliğime say, arsızlığıma ve;
Anlatılan o ki, ürkek ve kapkara gözlerinle,
Evlad-ı Gülşen,
Akça pakça ay parçası,
Yüreğine sığmayan hayallerinle,
Ananın Zümrüd-ü Ankası,
Babanın gözünün ışığı olduğunu,
Dünya alem anlatırdı,
Yanık saçlarınla,
Kor olmuş hikayenin,
Yiğitçe yasını tutarken bu topraklar.
Ve hak da, şeytanda bizdendir diyerekten,
Ve yanı başımızdaki darağacında inleyen,
Hallacı-ı Mansur’un suratında kendini gören,
Güzel insanlar,
Direnmeye,
Ölmeye devam ederken…
Ve,
Hem de cellada inat sehpaya vuracak kadar yiğitken,
Seni insan saymayan,
Hayvanların ve
Sakallı ilahların,
Kökünü kazımaya yemin ettiklerini de
Hikayeledik.
Bir de,
Ötüşünün güzelliğini,
Çalımının güzelliğini,
Toprağın kara bağrına birlikte düştüğünüz,
Ardıç kuşunu,
Kahrolası Cinderesi’ni,
Ve gözlerindeki kör hançerin siluetini,
Ekledik.
Kanlı pusuyu,
Ak gerdanındaki düğümü,
Çözemez olduğunu..
Ve,
Yarım kalan türkünle ve açık kalan gözlerinle,
Ve uzayan bakışlarınla ciğerlerimizi dağlayıp,
Giderken,
İki bin yıllık ağıtlarımızla seni uğurladığımızı
Kapaklanırken ki,
Rüzgarında gırtlağımızdan çöküldük.
Bir ananın,
Uyan kara gözlüm uyan,
Yuvamıza varalım,
Al al olmuş gerdanındaki hançer yarasını,
Tez zamanda saralım.
Derken,
Yüreğinin harıyla,
Duvar dibine çöküp,
Cinderesi’nden,
Yarınlara uzanan çığlıklarını ….
Kayıt Tarihi : 16.6.2021 22:43:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ailesinin izni olursa Cinderesi'nde öldürülen CAN'a ithaf olunur.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!