Ev-okul-dershane üçgenine sıkıştırılan k ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Ev-okul-dershane üçgenine sıkıştırılan küçücük bir Mustafa

Araştırmacı değilim. Derlemeci de değilim. Ama muhakkak kitaplarımın arasında bir de derleme olacak gelecekte. “Paylaşmanın Güzelliği” koyacağım adını.
Günlük köşemde sık sık paylaşıyorum okurlarımla sevdiğim yazıları. Aşağıda okuyacağınız yazı da bunlardan biri.

Editörümüz Semra Öztürk eğitimle ilgili bir yazı istedi Ekstra’nın son sayısı için. Özel eğitime, sevimli bir bakışmış gibi algıladım nedense bu özel sayıyı.
“Yazamam,” dedim. “Özel eğitime karşıyım ben.”
“O zaman siz de özel eğitime karşı bir eleştiri yazın.”

O zaman aklıma İbrahim Şahin’in çok önemsediğim bir yazısı geldi: Küçük Mustafa. İbrahim Şahin bir öğretmen ama o da yaşamış Mustafalığı zamanında. O nedenle böylesine içtenlikli bir başyapıt yazabilmiş.

Yazıdaki Küçük Mustafa “ev, okul, dershane” üçgeni arasına sıkıştırılmış bir ilköğretim öğrencisi. Çantası kendinden büyük, hem de ağır. O ağırlığın altında giderek kısalıyor Mustafa’nın boyu. Ailesi onun doktor olmasını istiyor, oysa küçük Mustafa’nın gözü tiyatroda.

2007 Şubatında Şahinbey Belediyesi, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin katkısıyla bir ay süren bir sinema eğitimi vermişti. Ben de katılmıştım o kursa.
Bu eğitim senaryo yazımını da kapsıyordu. 250 kursiyerin arasında Mustafa Şahin’den esinlenerek yazdığım senaryonun çekimine karar verilmişti. Ancak küçük bir değişiklik yapılmış, Mustafa çocuğun tiyatro tutkusu sinema tutkusuna dönüştürülmüştü. Filmin adı da “Sinema Sevdası” olmuştu.

Şimdi, o senaryoya esin veren “Küçük Mustafa öyküsü paylaşacağız. Kuşkum yok öykü sizin de ilginizi çekecek.

“Ben, Mustafa KÜÇÜK… Bakmayın adımın Küçük olduğuna. Sekizinci sınıf öğrencisiyim, yaşım tamı tamına on dört.
Annem, babam kendince okumuş birileri. Kazançları gayet iyi. Evin tek çocuğuyum. Evin tek çocuğu olmak bazıları için iyidir. Ama öyle değil. Annenizin bütün hayallerinin ümidi, babanızın bütün hayallerinin ümidi siz olacaksınız.
Başlangıçta babanızın isteklerinizi yerine getirmesi. Süslü oyuncaklarla dünyalarınızı süslemesi hoşunuza gider. Bende de öyle oldu.Ta ki çocukların yaşıtları olduğunu öğrenene kadar.

Yaşıtları ile arkadaş olduğunu anlayana kadar. Oyuncakların arkadaşların yerini tutmadığını anlayana kadar. Ne zaman ki babanız parayı arkadaşınıza tercih etmeyi istedi; o zaman dünyanızın sınırının çizilmiş olduğunu anlıyorsunuz.
Siz arkadaşlarınıza iç çektikçe; aranıza her gün perdeler çekilir kat kat.

Oyuncak devrinin bitmesi, okul devrinin başlaması öğretti sınırların başladığını. Günden güne de sınırların, yeni yeni sınırların çizildiğini, çizileceğini.
Okula başladım. Defter kalem, çifter çifter. Süslü mü süslü… Arkadaş mı? O yok. Niye mi? Onlar sokakta oynuyor akşama kadar.

Güya onların oyuncakları olmadığı için oynuyorlarmış. Benim oyuncaklarım varmış.
Hem artık ben ders çalışmalıymışım. Sokakta oynarsam onlara benzermişim.
Başlangıçta annemin babamın her dediğini yaptım. Her dediklerini doğru bildim. Çünkü onları çok seviyordum.

Bir süre sonra arkadaşlarımdan, yaşıtlarımdan, kendi yaşımdan; çocukluğumdan kopup uzaklaştığımı anladım. Kendi kendime:
''Ben kimim? Bu dünyaya niye geldim? Ne olacağım? Ben, Mustafa Küçük'müşüm. Doktor olacakmışım. Ya doktor olmak istemezsem? .. İsteyecekmişim.

İstemezsem sürünürmüşüm. Bu yaşa geldim sürünen birini görmedim. Herkes bir şeyler yapıyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor.Ben kendi kendime konuşurmuşum.
Babam beni psikologa götürdü. Psikolog: ''Bu yaşta çocukların büyüklere anlamsız gelen soruları sorması; çevreyi ve kendilerini tanıma isteklerinden kaynaklanır.'' dedi.

Çocuğun kendini tanıması, keşfetmesi?
Ben de kendimi keşfettim. Ben çocuksam; yaşıtlarım sokakta oynarken ben niye eve hapsoluyorum? Ben çocuksam nerde çocukluk duygularım?
Gülmeler, avaz avaz bağırmalar, yorulmaksızın koşmalar, doyumsuz şakalar... Bir şekeri, baharda bir çağlayı tadında paylaşmalar...

Hiç biri olmadı, olmayacak.
Babam bana cicili oyuncaklar alırken; bir bir satın almış çocukluğumu. Çocukluğum tutsak. Çocukluğum yaşanmamış bir masal.
''Çevreyi keşfetmek? '' Keşfettiğim okulla dershanenin yolu. Parkın yolunu bilmem. Bilmem kırlara çıkan yolu. Papatyanın rengini, karanfilin kokusunu. Kuşların cıvıltısını, göklerin mavisini...

Testlerin sayısını bilirim.
Doğru şıkları bilirim.
Patika yollara inat; problemlerin çözüm yolunu bilirim değişik değişik.
Demirin pasını, ağırlığını, pamuğun beyazını, kozasını bilmem. Çantamın ağırlığını bilirim.
Sorsalar; ''Hangisinin ağırlığı fazladır?
a) DEMİR
b) ÇANTA
c) PAMUK
d) TOPRAK
Hiç düşünmeden işaretlerim; çanta!

Onunun ağırlığını bir ben bilirim. Boyum her gün bir santim kısaldı. Doksan derecede çekmiş yün kazak misali... Dershane! Çanta! OKS! Üç yılda lise dönemimde çekersem sıfıra düşeceğim.
Babamın paraları boşa gidecek.

Fen Bilgisi öğretmenime göre; çekmezmişim. Bu dönemde çocuklar hızlı bir şekilde boy atarmış. O zaman boyum uzadığı oranda kısalırsa? Nötr kalacağım. Küçük Mustafa oluşum kaçınılmaz.

Niye mi dershane? OKS’ yi kazanıp ilerde doktor olacakmışım. Daha arkadaşlarımın adını öğrenmeden gezegenlerin adını öğrendim. Arka sokağın adını bilmesem de bilirim Honkong'u. Himalaya'nın yüksekliğini.

Boyumun uzunluğunu öğrenmeden Misisipi'nin uzunluğunu öğrendim. Tekerlemeleri öğrenmeden ağıtları öğrendim. Komşumuzun oğlunun, kızının adını öğrenmeden komşu devletleri öğrendim.

Dost nedir bilmeden, dost devletleri, düşman devletleri öğrendim. Çocuk şarkıları gibi atalarımın imzaladığı paktları ezberledim su gibi...

Bütün bunları yapamazsam doktor olamazmışım. Doktor olmak isteyen kim? Doktor olmazsam sürünürmüşüm. Hiç de bile. Tanıdığım bir sürü insan var doktor olmayan. Hiç biri de sürünmüyor.

Sabahtan akşama hepsi; at gibi koşuyor, sabahtan akşama kadar; tıkıdık tıkıdık... Her birini Veli Efendi Hipotrumuna çıkarsan; yarış birincisi olur vallahi.

Bana ne kimin yarış birincisi olduğu, olacağı.
Bana ne; kimin doktor olduğu, kimin doktor olacağı.
İsteyen doktor olur, isteyen hemşire, bilmem ne? .. Bana ne! Ben tiyatrocu olmak istiyorum! İnsanları güldürmek hoşuma gidiyor. İnsanlar eğlenmek için tiyatroya gitmiyor mu?

Ben de eğlenmek istiyorum! Ben de insanları eğlendirmek istiyorum.
İnsanlar para kazanmak için yaptıkları işi bir müddet sonra şu ve ya bu nedenle bırakıyorlar.

Dünyanın hiç bir yerinde ölmeden tiyatroyu bırakan birini duymadım. Duyamazsınız! Tiyatrocular bu işi kazancı iyi olduğu için yapsalardı; adları vergi rekortmenleri ya da dünyada en fazla geliri olan insanlar listesinde yer alırdı.

Demek ki insanlar sevdikleri mesleği, sırf sevdikleri için ölene kadar sürdürüyor. İşlerini severek yaptıkları için insanların sevgilerini kazanıyor, gönüllerinde taht kuruyor.
İşte bütün bunlar nedeni ile insanların cebinde para olma yerine gönüllerinde taht kuracağım.

Annem babam çocukluğumu satın aldı, belki gençliğimi de... Ama geleceğimi satın alamayacaklar! Mustafa gönüllerde, sahnelerde ''Küçük Mustafa''olarak yerini alacak.

Annemin ve babamın paraları sizin sevginizi almaya yetmeyecek! Sizin alkışlarınız tomar tomar paradan daha sıcak. Para cebe girer ama gönüllere asla. Siz söyleyin! Benden tiyatrocu olur mu?

Öylesine bir alkış tufanı koptu ki inanamazsınız. Boyum birden bire uzamaya başladı. Fen bilgisi öğretmenimin dediklerinden de hızlı. Yükseldikçe yükseliyordum. Ayaklarım yerden kesilmiş uçuyordum.

Seyircilerden biri; sahneye doğru, üzerime doğru geliyor. Yüzünde görülmemiş bir gülücük, sevecenlik. Hemen anladım bu bir tiyatrocu. Ancak bir tiyatrocu bu kadar gülebilir, bu kadar sevecen olabilir.

Onların rol yaptıklarını sanırız. Rol yapmıyor. Sevgiyi yüreğinde yaşıyor, tebessümü yüzünde.

Birden göz göze geldik. Gözünden yüreğime bir kıvılcım yayıldı. Vücudumun bütün damarları titremeye başladı. Adamda boy iki metre.

Eğildikçe eğiliyor. Bir şey aradığını düşündüm. '' Amca cüzdanınızı mı düşürdünüz? '' dedim.

Adam demez mi: ''Seni arıyorum, seni öpeceğim.''
— Amca, sen kör müsün?
— Kör değilim, o kadar küçüksün ki eğiliyorum eğiliyorum, bir türlü öpemiyorum.
Demek ki benim boyum uzamamış. Sevinçten ben öyle sanmışım. Hemen zıpladım, sarılıp tutundum, amcanın omzundan.'Şimdi öp amca! '' dedim. Amca beni öptü.

Benim yüreğime ılık, bir esinti. Alkışlardan da sıcak bir duygu.
Beni karşısına oturttu. Kendisini tanıttı. Ünlü bir tiyatrocuymuş. Sözlerim, yeteneğim kendisini çok etkilemiş. Ben küçükmüşüm ama yeteneğim çok büyükmüş.
Beni tiyatrocu olarak kendisi yetiştirmeye söz verdi. Öyle bir duyguyu ancak yaşayan anlar.

Ben demedim mi, ben tiyatrocu olacağım. Ben demedim mi tiyatrocular bu işi sadece para kazanmak için yapmazlar, yetenekleri olduğu için yapar, çok sevdikleri için yaparlar. En yüce sevgiyi onlar tadarlar, en yüce sevgiyi onlar tattırırlar. İBRAHİM ŞAHİN”

Küçük Mustafa savaşı kazanmıştı. Ev-okul-dershane üçgeninin cüceye dönüştürdüğü çocuğun boyunu yeniden uzatmayı başarmıştı Tiyatro. 'Sinema Sevdası filminde bu mucizeyi gerçekleştirenin sinema olduğuna vurgu yapıldı ya, aslı tiyatrodur. Hem ne fark eder ki? İkisi de kardeş, soylu birer güzel sanat dalı değil mi? Önemli olan sanatın kazanması.

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 24.9.2009 23:29:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç