boşluktan ibaret
Hiç tanımadan sevmek hissiyatı:
Neydi sahi, sürekli reklamlarda gördüğünüz insanların bayıla katıla içtiği hindistan cevizi suyunun aslında bok gibi oluşu muydu?
Yoksa hayatında ilk defa çikolatayı tatmış olan siyahi bir çocuğun almış olduğu haz mıydı?
Bunun, bulamaçlı bir süreçten sonra yersiz bir arayış olduğunu farkettim.
Yokuş aşağı gider gibi yaşamak,
Hızlı, temkinsiz, heyecanlı.
Kaldırımları sayarak yürümek,
Takıntılı, ruhsuz, kasvetli.
Gözlerdeki uçurumdan salınıvermek,
Saat sabah 6 civarlarında uyumaya alıştım. Nedensiz bir döngü haline geldi bu. Yarım saatte bir kesin sigara molası verir oldum. Oturup gecenin zifiri karanlığındaki salıncağa sana doğru sallanıyorum.
Hayatın ne kadar acımasız olduğu varsayımını sayıklıyorum içimden. Başka bir öngörü her halükarda paradoksa sokuyor. 6,7 saatlik gece serüvenim 10 dakikada son buluyor. İki şarkıya sığdırır oluyorum geceleri.
Her dumanda pişmanlıklarımı dile getiriyor zihnim.
Be aptal piç kurusu değdi mi bunca yaptığın şeyler, kendini mahvetmekten başka ne boka yaradın bunca zaman. Pişman olmadığını söyle dur sen ben senin içini biliyorum. Pişmanlıklarını toplayıp bir kule yapsak tanrıya ulaşma gayesinde ki Babil bile hayretten altına sıçar.
İnsan beyni sabahları bilgi geceleri duygu ve yaratıcılık için çalışıyormuş.
Neden sabahları uyuyup geceleri ayakta olduğum konusundaki tezimi desteklediği müddetçe problem yok.
İçimi açıp bir masaya yatırıp zihnimi sormak istiyorum ama baş başa olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kafein bağımlısı ben kahvemden bir yudum alıp, sigaradan bir fırt çekip ciğerlerime dolan zehirden sonra. Beni bu kadar yıpratmakta ki amacın ne, hem sen bunca şeyi bana yaptırıp sonra üzüp kendine de mi acımıyor musun?
Hadi yorulmuyorsun orasını anladık amsalak değiliz ama bir de gel ruhumla mukayese et bu durumu seninle çok zıt davranıyor ikinizin arasında kalmak beni yoruyor inan bak.
Oturun baş başa iyide olsa kötüde olsa bir karara varın. Ama görünüşünden anladığım kadarıyla da beni fazla siklemiyorsun.
"Yaşamak çok nadir rastlanan birşeydir. Çoğu insan sadece var olur." demiş Oscar Wilde abimiz. Peki soruyorum var olma amacımız bu lanet hayatı yaşamak değil miydi?
Lanet kelimesinin özellikle altını çizelim..
Tam karşıda Kaan'ın "Hatırladığım Kadarıyla" parçası bana eşlik ediyor. Hep bir hüzün var geçmişte acı, elem, ızdırap sahi geçmişten zevk alan her şeyi güzel hatırlayan biri var mı? Kime sorsam, hangi simaya göz gezdirsem geçmişe sitem görüyorum. Bu yüzden var oluyoruz galiba çünkü geçmiş yaşanmamış hiç, yaşanmayacak. Kahveden bir yudum, aklıma piyanist dostum geliyor. Şu lanet virüs mevzusu olmasa şimdi piyano eşliğinde şiirler okuyor olurduk belki. Bana bir bok anlayamadığım synth kitabından birkaç bilgilendirici konuşmada bulunurdu. Hatta Suffle'de backvokalliğimizi yapmayı düşünüyordur hala canım cinim. Al bak yaşanmamışlık, yaşayamamışlık.
-Neyse, salak salak, bir cümle üzerinden felsefe yapmayı kes beceriksizsin işte.
Kendimle savaştayım. İlgi çekici girişler yapamadığımın farkındayım. Ama kime ne?
Dağılan ne varsa içimde toplamayıp üzerine toprak atma çabasındayım. İyi veya kötü sonlansın farketmez hayat bir savaş alanı ve sonucunda ölüp gömülmeye değer sürüyle hissiyat ve yaşanmışlık var ortada.
Hatırlıyorum daha bir oğlan çocuğuyken bile sabahın ilk ışıklarıyla kalkar kalkmaz lavabo sırası kavgası, yemek seçerken ebeveynle yaşanan atışmalar, kimin çizgi film izleme sırası, bugün o tüplü bilgisayarın başına kim çökecek, mahalle futbolu kim kaleci, saklambaç kim ebe olacak. Küçük bir bebek emmeyi, bezini ne zaman bırakacak? O oğlan çocuğu büyüdü hangi liseyi, üniversiteyi kazanacak? Şöyle kıyak bir mesleği mi olacak? Eşi ona uygun bir aday mı olacak? Çocuklarını efendi bireyler olarak mı yetiştirecek? Ölürken bir kefeni olacak mı bu insan evladının? Başında duasını okuyan her hafta onu ziyarete gelen bir sevdiği olacak mı?
Spermin yumurtaya gidişinden, mezarda çürümeye kadar her şey bir savaş. Nasıl, gömmeyip toplamaya değer herhangi bir şey var mı?
Bugün zincire vurduğum her şeyi olanı biteni, olmayanı, istenmeyeni, seni, beni, bizi ortaya koyacağım. Kafamın seninle dolu olduğu şu sıralar yazmakta güçlük çekiyorum. Her hücrem bir insanı sayıklarken yazamıyorum. Ama takma zaten anlamıyorsun yada anlamak istemiyorsun her neyse. Kızmıyorum her sevdiğim kalpte üzdüğüm, üzüldüğüm yaşantılarım oldu. Her defasında bu sefer farklı olur edasıyla çıktım yola. Gel gör ki yelken açtığım hiçbir limanda aradığımı bulamadım. Yada onların kalbine yarar hiçbir sıfata sahip değildim. Yalnızca ben hiçbir zaman yeterli olamadım. Özür dilerim. Ben toparlandıkça gittiğim, yanından geçtiğim, göz gezdirdiğim her şey yıkıldı. Onlarca lanetimden en büyüğü bu galiba. Çaldığım her kapıda bir unutamamazlık, hep geçmişe özlem duymalar gördüm. Ama son; çaldığım bu kapıdan, çıktığım bu yoldan, geldiğim bu limandan da boş dönmek var. Ama söz verdim daha fazla kıramam. Bir daha o kapı çalınmayacak, o yola çıkılmayacak, o denize açılmak olmayacak. Hatırlamayacağım söz. Anmayacağım söz. Ne var ne yoksa ardımda kalan sileceğim söz. Aranmayacağım, istenmeyeceğim.
Tüm arzuları, hisleri, istekleri, düşleri hepsini birer birer göğe salacağım. Bu ağırlığı kaldırabilecek tek yere.
O şarkıyı dinlemeyeceğim, o kitabı okumayacağım, o çiçeği sulamayacağım, o kediyi sevmeyeceğim söz..
Ot gibi yaşamak her neyse tecrübe edeceğim.
Aylarca sulanmayıp kurumayı bekleyeceğim kendi halimde. Bir daha açmamayı. Kalbime kepenk vurmayı öğreneceğim...
Bazı şarkılar var artık dinlenilmemesi gereken. Bir ortamda duyup orayı terketmeye sebep şarkılar. İçinde insanları ve duyguları yaşattığın şarkılar.
İkiside her an içinden çekip gitmeye meyilli kavramlar.
En çok acıtansa o şarkıları bir daha dinleyemeyecek olmak. Gider her insana kalpte bir çentik atılacak.
Tahliye olmaya yakın, kalbini birine açmaya yer kalmayacak o çentiklerden. Yitecek heves, kapıları kapatacaksın. Gömdüğün duygularını sulayıp yeşermeyi bekleyeceksin ama sana mevsim hep ayaz.
Dönmem dediğin yoldan döneceksin. Ben buyum abi değişmem deyip, değişeceksin. İyiye doğru evrildiğini sanıp gün geçtikçe kötülüğe demir atıp dibe doğru inişini sezeceksin. Önüne fener tuttukları her yolun sonunda çıkmaza gireceksin. Sıkı sıkıya sarıldığın dallar birer birer çatırdadığında çakacaksın mevzuyu. Yitirmem dediklerini yitireceksin.
O şarkıyı bir daha asla dinlemeyeceksin...
Şu sıralar odam kadar dağınık ruhum. Nedensiz bir şekilde toplamıyorum. Ya toplamaya mecalim yok ya da toplanacak bir şey yok bilemiyorum. Umuda ve mutluluğa giden yolların hepsi kapalı gibi duruyor. Güneşin batması mı yağmurum yağması mı bu kasvetin sebebi? Hava soğuk, deniz durgun, bulutlar taşıdığı yükten yorulmuş bir halde asılı havada, ruhuma denk bir tabirle. Ev temizliğimize benziyor kendimizi arındırmak iki gün sonra dağılacağını bile bile topluyor olmamız gibi. Her ne kadar temiz kalacağını umsakta içeride bir yerlerde pisleneceğini, dağılacağını biliyoruz. Uzun zamandır kalem almıyorum elime o yüzden umduğumla değil bulduğumla yetineceğim galiba bu yazıda. Neyse yavaştan yazmaya geri dönmeyi düşünüyorum. Vasıfsız kelime oyunları ve anlamsız tamlamalarla dolu metinlerimi okuyan her kimse tek temennim yazdıklarımı hayatına örnek almaması..
Yaşantım büyük, isteklerim küçük artık. Hayat senaryosunda hep başrol olmayı hayal ettim, istedim. Şimdiyse bir bölümlük konuk oyuncu olmak temennim.
Şimdi bir telefon kabının arkasına, bir cüzdana sığınmak isterim.
Eskiden yürek işçisiydik. İnsanların gönüllerine sevgi temelleri atardık. Şimdi bir sokak varoşuyuz, ne kimseye dokunacak, ne de birini hissedecek yürek yok artık bizde. İnsan sarrafıydık, anlardık gözünden kimsenin. Şimdi göz gezdiremeyecek kadar korkağız.
Eskiden eskiden yürüyen bir umuttuk, başkaldırıydık.
Şimdi rakının son yudumuna sığan bir hüzün parçasıyız. Her şeyin içine sinerdik evvel. Artık boğaza takılan bir yumruyuz. Düşerdik kalkardık, hacıyatmazdık. Şimdi düşmenin, kalkmanın, tutunmanın ne demek olduğunu bile bilmiyoruz galiba..
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!