1965 lüleburgaz dogumlu.
ilk ve orta ögretimini evrensekiz kasabasinda lise ögrenimini lüleburgaz lisesinde tamamladi.evli ve iki çocuk babasi.
sairi en güzel anlatan siirlerini topladigi kitaplaridir ama hiç olmadi siir kitabi.sonra antolojiyle tanıştı ve okuyorsunuz iste yazdıklarını....saygılarımla.........................
aşağı da yazdıklarım yaşamımdan küçük ama en güzel anılarım.keşke geri getirebilsem.
Doğduğunda küçücüktü elleri-1
Doğduğunda küçücüktü elleri,ayak parmakları bir birinin üstünde.kocaman bir kafası vardı vücudundan biraz küçükçe.Şubatın yedisinde doğmuştu anasının dediğine göre.Anası öyle diyordu ama kafa kağıdında öyle yazmıyordu büyükbabasının yazdırdığı nedenlerle.Onun için anasının dediği tarihi bildi yaşı kırka gelip yolun yarısını geçtiğinde.Yarım düzine kardeştiler hem de kız ve erkek eşitliğinde.En büyükleri kız,en küçükleri erkekti.En küçükleri o olduğundan tekne kazıntısı diyorlardı kendisine.
Güzel,şirin bir köy evinde doğdu ebesi Türkan hanımın ellerinde.Sarı mı sarı bir çocuktu küçüklüğünde.Sonradan esmerleşti yaşamın renklerine inat.Anası onu otuzbeşindeyken doğurmuştu.Onun doğumu beş kardeşten bazılarına ağır gelmişti ki besbelli,nerden çıktı buda dediler doğduğunda.Çok ağlıyordu.O ağlarken susturun bu kızanı diye bağırıyordu büyük ağabeyi.Küçüğü de dokunmayın salim'e diyordu.Dokunmayın salime,aslında ismi bu değildi.Evde evlenecek yaşta büyük çocuklar olunca demek ki küçük kardeş istenmiyordu.En büyük ablası o doğduğundan üç dört yıl sonra evlenip gitmişti.Torun sahibi olacak yaşta çocuk yapınca istenmiyor demek ki.Ama,ne denirse densin o doğmuştu ve birlikte yaşamak zorundaydılar.Yapacak birşey yok,elleri mahkum,atacak değillerdi ya.O büyüdükçe bu küçüğü de sevmeyi öğrendiler.Büyüdükçe sevimli bir kardeş olmaya başlamıştı.Kara kız ve sarı kız onu ellerinden düşürmez oldular.Oyuncak bebek gibi ellerinden düşmedi yıllarca.Babası hem çiftçilik hem de kamyonuyla şöförlük yapıyordu.Anası,tarla işlerinden artan zamanlarda konu komşuya yorgan dikiyor,aile bütçesine katkıda bulunuyor,çocuklarına fazladan bir şeyler almak için çırpınıyordu.Ana yüreği işte,bedeni hergün tarlada çalışmaktan bitap düşse de akşamları yorganın başına oturur varsa gaz gaz lambasında yoksa mum ışığında bazı geceler sabahlardı bile.İpek yorganın ışıltısı yüzüne her vurduğunda gözleri gün günden biraz daha bozulmuş ama o hiç yılmadan yıllarca dikmeye devam etmişti.
Kalabalık bir aileydiler.Üç kuşak bir arada yaşadılar çocukluğu boyunca.Büyük babası,amcaları,kendi ailesi aynı avlunun içindeydiler.Geçim kaynakları çiftçilikti.Babasının kamyonu,amcasının otobüsü vardı ayrıca.Çalışmaya gitmesinlerde üzerlerine binip oynayayım diye dua ediyordu.Tabii ki o zamanlar ekmek parası nedir bilmiyordu.Onun için para,bakkal Hasan amcanın kaynana şekerlerini alabilmek için gerekiyordu sadece.Babası onların gelecekleri için çok çalışması gerekiyormuş umurunda mı.Yeter ki arabalar evin önünde dursunlar, o da oynasın yeterdi ona.
Yokluğun çok olduğu bir döneme denk gelmişti çocukluğu.Ekmeğin,unun,yağın,tuzun yokluğu yokluğunda bir başka yokluğuydu.Paran olsa da alamıyordun bazı şeyleri,yoktu çünkü.Ama şartlar ne olursa olsun yinede mutluluğun bir anahtarı vardı ve kilidin açmayı başarabiliyorlardı.Yaşadığı köy,yaşam şartları ne olursa olsun insanların yüzlerinde sevginin en güzel anlatılabildiği bir yerdi.Küçük şeyler insanları daha bir başka mutlu ediyor,bunu daha o yaşlarda anlamıştı.Alınan bir şeker küçüğü ne denli mutlu ediyorsa,büyüklerin yeni aldığı bir şapkada aynı duyguları onlarda yaşatıyordu.Bir şeylere anlam katmak için illa da anlamlı olmasını beklemektense anlamsızda olsa yaşamın bir mutluluğu varmış.İnsanalar anı yaşarken yaşadığı anın güzelliklerin görmesi için yeni günlerin,ayların,yılların gelmesi gerekiyormuş.Tabii ki her insan gibi o da bilmiyordu bunları,zaman içinde öğrenecekti geç kalmış olarak.GEÇ KALMIŞ OLARAK.............Bu kelimenin anlamını bilseydi,bilseydi ve hiç aklından çıkarmasaydı.KEŞKE.....
Keşke diyerek geçen zamanların çokluğu her ne kadar çok olsa da yaşanmışlar da bir o kadar güzeldi.Hele çocukluğu..,ne güzeldi.Şubatın yedisi geçeli çok olmuş,mevsimler geçip yıllar eskidikçe o da büyümüştü.Kendisin bilmeye,etrafını tanımaya başladıkça yaşamın içinde var olduğunu anlamıştı.En küçükleri o olduğundan etrafındaki büyükler bir birlerine sakladıkları sevgilerini ona fazlasıyla gösteriyorlardı.Ailede sevginin şimdiki adı oydu şimdilik.Yeni çocuklar gelinceye değin evin maskotuydu.Yüreklerdeki bu sevgi seli birgün durulacak,içini ısıtan yaz mevsiminden sonraki hazan mevsimi gibi mevsimleri çokça yaşayacaktı.Tekne kazıntısı olup,evlenecek yaşta ablaların,ağabeylerin olunca başka türlü olamazdı.En büyük ablası evlenirken çok küçüktü ya küçük ablasının kucağında ağladığını hatırlıyordu sadece.Ablası da ağlıyordu,sen ağlama gülüm sen ağlamazsan bende ağlamayacağım diyordu.Zaten o hep ağlıyordu çocuk yüreğiyle ama şimdi ki ağlaması çocukçadan da ileri ayrılığın getirdiği hüzünlerden di.Hüzünlüyken ağlamak,çocukça ağlamaktan başka bir şeydi.Birilerinin eksikliği başka bir şeyin eksikliğine benzemiyordu.Şeker bugün bakkalda olmasa da yarın nasılsa olacaktı ama ablası evlenip gitmişti ve başka bir evde yaşayacaktı.İnsan yaşamı ve devamı evlilik üzerine kurulmuş,o o zamanlar bunu bilmiyordu.O zamanlar neyi biliyordu ki leylekler getirmişti onu bu aileye.Yaşam,her bir şeyi öğretecekti nasılsa günü geldiğinde.Altı yaşına geldiğinde ezikliğin ilk acısını tattı çünkü yuvarlak altında kalmıştı.Yuvarlak nedir bilirmisiniz bilmem..Taş bir silindir biçiminde öküzlerin ardına takılır,harmandaki buğday saplarının üzerinden geçirilir daha sonra da düven denen aletle sapla buğday birbirinden ayrılırdı.En son da tınaz savrulur emeğin karşılığı alınırdı.İşte böyle günlerden bir gün öküzlerin canı kaşınmak istemiş,demet yığınında kaşınmış bu arada iki tekerlekli arabanın ardındaki yuvarlağın altında kalıvermişti.Uzun süre yuvarlağın demirinde asılı kalmış,sürüklenmiş ve o çoktan bayılmıştı.Seyit ali aganın(abi) bilmem kaçıncı tokadında kendisine gelmiş ama ayağa kalkamamıştı.Severek giydiği kısa kollu gömleği yırtılmış pantolonu parçalanmıştı.Anacığını çağırdılar,sırtına aldı eve götürdü.Konu komşu toplandı koca karı ilaçları yapmaya başladılar.Hindi ezmesinden tutunda aklınıza ne gelirse hepsini denediler.Akşam eve babası geldi ve geldiği gibi onu alıp doktora götürdü.Filmler çekildi,belinin çatladığı anlaşıldı,bir süre yürüyemeyecekti.Babası onu anasının Memleketi Çorlu da doktora götürmüştü.Anasının dayısı şimdi rahmetli Kazım dayının chovrolet(şavrole) taksisine binip köylerine geldiler.O günden sonra şavrole taksiyi hep çok sevdi.İlk taksiye o zaman binmişti.Nasıl taksiydi o,gemi gibi......
Köylerine geldiklerinde anacığı sokakta bekliyordu onları gözleri yaşlı.Evladı yürümeye başlayıncaya değin dinmedi gözyaşları.Çok dualar etti,adaklar adadı oğlu yürüsün diye.Evladı yataktan kalkmış emeklemeye başlamış,divanın kenarlarına tutunup ayakta durabiliyor,ufak adımlar atabiliyordu.Ah keşke birde yürüyebilse.Yanındaki oğlu oyun oynarken böyle düşünüyordu ipek yorganı dikerken.Gözlerindeki yaşlar bitecekti oğlu bir yürüyebilse.Bir gün oldu yürüdü,bütün dünyalar anacığının oldu,oğlu yürüdü diye adaklar yerine geldi, mevlitler okuttu.
Anacığı,vefakar,cefakar anacığı.Çok eziyetler çekmişti bu hanede.Günde üç fırın ekmek pişirir,kazan dolusu yemekler yapardı.Çobanına ayrı,köpeğine ayrı,eve ayrı üç fırın ekmek.Geceden başlardı günün işleri,gece de biterdi.Anacığının gecesi de gündüzü de birdi.Diğer işlerden zaman bulur bazen sabahlara kadar yorgan dikerdi mum ışığında,gaz lambasında.Tüm bu eziyetlerin,çilelerin bir tek nedeni vardı,sadece tek bir neden.Evlatları.........Analar hep böyledir ama bilinmez kıymetleri.Ana olunca anlarsınız analığın ne demek olduğunu.Böyle derdi burkulunca evlatlarına yüreği.Lakin hiç kızmaz,üzmek istemezdi evlatlarını,evlatları üzse de onu.Mum ışığında,gaz lambasının aydınlığında ipek yorganın ışıltısı yüzüne her vurduğunda daha da bozulmuştu anacığının gözleri,artık gözlük kullanmaya başlamıştı.Gözlük deyince sakın doktor gözlüğü sanmayın haa.,köylerine gelen seyyar satıcı gözlüğü.Elektrik daha gelmemişti köylerine.Ah bir elektrik gelse diyordu,bir gelse de anacığı gündüz gözüyle dikseydi geceleri yorganlarını.Ve babası.Babasını çok az görebiliyordu küçüklüğünde.Kamyonuna atlayıp gittiğinde bazen günler bazen haftalarca göremiyordu yüzünü.Eve gelse de gecenin bir vakti çocuksu uykudan uyanamıyor babası da erkenden gitmiş oluyordu sabah ezanından çok önce düşmüş oluyordu yollara.Bazı sabahlar uyandığında yanağında bir başkalık hissediyordu.Sanki babasının dudağı yanağını öpmüş gibi.Böyle zamanlarda hep anacığına sorardı babam akşam geldi mi ana diye.Bazen birkaç gün gitmezdi babası işe.Böyle günler onun için en mutlu günlerdi,doya doya babasına sarılıp öpüyor,geceleri onunla yatıyordu.Bak baba bak ben biraz daha büyüdüm,kocaman oldum sen görmeyeli.Bak baba bak ayaklarım değiyor ayaklarına.Oysa babası dizlerini büküyormuş ta onun için değiyormuş ayakları babasının ayaklarına.O da öğrenmişti bunu.
Ne zaman olduğunu biliyormusunuz? Ne zaman ki yıllar geçip te çocukları ayaklarını onun ayaklarına değdirmeye çalıştıklarında. :))))
Yürümeye başladığının ilk yazı babası onları Ankara ya Hüseyin dayısının yanlarına götürmüştü anacığıyla birlikte.ANKARA..Bir başkaymış büyük şehrin havası.Hele bu büyük şehir,Ülkeninde baş şehri olunca.Yeni mahallede oturuyordu dayısı ailesi ile birlikte.Emekli olmuş bir pilottu dayısı,birçok resmi vardı uçaklarla çekildiği.Keşke emekli olmasaydı.Şimdi resimlere bakacağına götürürdü dayısı onu uçakların yanına.Hatta belkide üzerlerine bindirirdi.Ah be dayı niye emekli oldun diye hayıflandı dayısına.Kulakları az işitmeye başlamış ve onun için emekli etmişlerdi dayısınI erken yaşta.Sen,pilot ol çocuk dedi dayısı.Pilot ol göklerde uç,kuşlar gibi kanatların olsun özgürlüğe.Söz mü? Söz dedi söz,erkek sözümü dedi dayısı.Erkek sözü.Büyüdükçe büyük hayallerin yerine küçük hayaller peşinde koşunca olmadı,yıllar geçtiğinde anılarda kaldı o erkek sözü.Dayısı,hiç usanmadan,bıkmadan gezdiriyordu şehrin her yerini onlara.Babası bu arada kamyonuna yük almış,köye geri dönmüş,gelecekti bir kaç zaman sonrasında.Ne çok yer göstermişti dayısı onlara.Gündüzleri nereleri gezmediler ki,gençlik parkı,lunaparklar,çay bahçeleri,mesire yerleri ve daha neler ki neler.Akşamları şehrin yüksek tepelerine çıkıp seyrediyorlardı büyük şehrin ışıltısını.Bir başkaydı büyük şehirde olmak.Keşke hep burada yaşasaydılar.Köylerinde buradakilerin hiç biri yoktu.Bırak lunaparkı,atlı karıncayı,döner,yürüyen merdivenleri oturacak parkları bile yoktu.Şu elektrik,televizyon,dayısının evindeki eşyalar.Akşam olup yatma vakti geldiğinde ne büyük mutluluktu süngerli,yaylı karyolada yatmak,Hele hele üzerine çıkıp zıplamak.Televizyon...Onu hiç sormayın.O bambaşka bir şeydi.Köylerinde her zaman çalmayan bataryalı radyodan sonra onu seyretmek bir başka güzeldi.Dayı diyordu,hani biz şimdi onları görüyoruz ya.Eee diyordu dayısı.Şimdi onlar da bizi görüyormu? Hoş bir kahkaha yayılıyordu odanın içine her bir bedenden.
Babası gelince gezdirdikleri yerlerin birçoğuna tekrar götürdü babası da görsün diye.Ama bir yer vardı ki oraya gitmek ne büyük mutluluktu.ANITKABİR......Burasını anlatmak için baştan söyleyeyim, sözcükler yetmez gidip görmek gerekir.Aslanlı yolda yürümek bile daha içeriye girmeden önce insana bir güven ve mutluluk veriyor.Orada biraz durun oturun,kendinizi ve özellikle çocuklarınızı aslanların yanınızda ve üzerlerinde resim çekin.Sonra aslanlı yolda kol kola,el ele yürüyüp büyük avluya çıkın.Solunuzda başak hiç bir yerde göremeyeceğiniz kutsal anıt.Sağınızda ve karşınızda Atanın emanetlerinin bulunduğu müzeler.Şahese bir ortamdan içeriye girmek için merdivenlerden çıkarken içiniz titriyor.Büyük önderin kabrinde bambaşka duygular yaşıyorsunuz.Orada ölümün soğukluğu fakat onurun göklere değdiği gururunuz var.Bir büyük öğretmenin önünde saygıyla eğilirken sanki dik durmayı öğreniyorsunuz.Vatan ve insan sevgisini daha bir başka öğreniyor,sahipleniyorsunuz.Gidin oraya bir gün mutlaka gidin.
Ankara ziyareti bitip köylerine geldiklerinde böyle yazıyordu anı defterine okula gidip yazmayı öğrendiğinde.
İşte yine köylerindeydiler.Ufak ta olsa büyük şehre göre,elektriği ve diğer şeyleri olmasa da güzeldi köyü,özlemişti.Eski Londra asfaltına beş,ilçeleri Lüleburgaz'a onsekiz kilometre uzakta insanlarının geçimi tarım ve hayvancılığa dayalı şirin bir köyleri vardı.Hele insanları,insanlarının sıcaklığı.Büyük şehirde bulamazdın böyle şeyleri.Ama onun köyünde vardı hem de en hasından.Komşu komşunun külüne muhtaç diyordu büyükleri.Hadi sendee canım diyordu içinden.Kül işte,ne edecek komşu senin külünü.O böyle anlıyordu ama büyüklerinin söylediği başka şeydi.Yokluk yıllarında komşunun unu,yağı,tuzu bittiğinde istemeye gelmeden daha kilerine götürülür yokluk hissettirilmemeye çalışılırdı.Selamsız kimsenin yanından geçemezdin,çok ayıptı çooooook.
Karşındaki hemen,acaba ben bu insana ne yaptım,ne kusur işledim ki bana selam vermiyor diye kendini sorgulardı.Biri birine kırıldı mı küskünlükler üç günden fazla sürdürülmezdi.Uykusuz kalınan küskün günler,gecelerden sonra barışık rahat bir uyku çekilirdi.Paranın pulun değeri yokluğun geri geldiği kadardı.Neymiş öyle senet sepet,bir sözde verilir bir sözde alınırdı ve hiç kimse alınanı verileni duymazdı.O zaman ki insanlar mutsuz olduklarında bile gülebilmeyi biliyorlardı hemde en samimisinden.Büyük şehirin eğlenilecek,gezilecek yerleri çoktu ama insanlarının yüzlerinde o samimiyet yoktu.Hani bazı insanlar için dini imanı para derler ya işte büyük şehirde o cinsten.Dayısı azmı para harcamıştı Ankara da onları eğlendirmeye çalışırken.Çoook.Hem büyük şehirde eğlence çoktu ama köylerindeki eğlencelerde büyük şehirde yoktu.Elektrik yokmuş,olmasın.Onların da gece eğlenceleri vardı.Gaz fenerini alırsın eline sokağın karanlığında.Komşular toplanır her akşam bir başka evde,çalsın darbukalar oynasın kızlar.Maniler dökülür genç kızların dilinden camdaki yavuklusuna.Oynanır,halaylar çekilir kerpiç evli,küçük odaların darlığında.Öyle yeni gelin gibi yerim dar oynayamam denmez,herkes dökerdi kurtlarını.Dışarıda kar,yağmur yağıyormuş,üşüyor delikanlıların her yeri ama olsun cam da yavuklusu var ya.Doyasıya seyrediyor onu gözlerine bakıp.Seni seviyorum diyor işaret diliyle,sıcacık bakışlarıyla.Dil söylemiyor çünkü utanıyor.Yok öyle yan yana konuşmak,yok öyle öpüşmek koklaşmak.Varmı öyle elin kızına leke çalmak.Hem ayıp hem günah, hemi de yakışmaz delikanlılığa.Hele hele komşunun kızına yan bakmak,göz koymak yazmaz bunu hiç bir kitap aga.
Siz hiç kaçak oynadınız mı küçüklüğünüzde? İçinizden bazıları mutlaka oynamıştır ama o Ankaranın yeni mahallesinde tanıştığı arkadaşlarına sorduğunda hiç kimse bilememişti.Gördünüz mü bak,sizde bütün eğlenceler var ama bu yok.Babanız para verirse lunaparka gidip eğleniyorsunuz ama biz paramız olmasa da eğleniyoruz.Sonra öğretti kaçak oyununu onlara.İki gruba ayrıldılar,yakalayacaklar ve yakalanacaklar.Yakalanacakların her biri başka başka
yerlere gidecekler,saklanacaklar,diğerleride onları bulup yakalayacaktı.Son kaçak yakalanana kadar da oyun bitmeyecekti.kural böyle.Kurallar sadece geceler için geçerli olup gündüz herkes serbestti.Köylerinde bu oyun günler hatta haftalarca sürerdi ama orada iki gecede bitti çünkü her yer elektrik lambalarının sokakları aydınlattığından kaçaklar çabucak yakalanmıştı.Hey gidi güzel köyüm demişti kendi kendine, burada bedava oyunun bile bir bedeli var.
Ankara dönüşünün ertesinde babası bir traktör getirmişti eve.Kırmız,BMC marka.Artık tarla işleri onunla olacaktı.Haftalar süren işler çabucak olmaya başlamıştı.Eskiden öküzlerle ne kadar zormuş tarla sürmek,günlerce tarlalarda yatılır bitirilinceye kadar eve gelinmezdi.Şu teknoloji dedikleri ne harika bir şeydi.Ankaraya gitmişti ya biliyordu oradan teknolojinin nimetlerini.Günlerce anlatmamışmıydı arkadaşlarına orada yaşadığı günleri.Kullanmasını bilmiyordu ama babasından traktörün anahtarlarını ister o da kamyonuyla işe gittiği zamanlarda anahtarları ona verirdi.İşte böyle günlerden bir gün olan olmuş traktörde tavana asılmıştı anasının yeni ördüğü yeleğini fareler kemirmesin diyerek duvara astığı gibi.Ortanca abisi Orhan,anahtarı küçük kardeşinden almış harmanda birkaç tur atmak istemişti.Küçük kardeş korkudan binmemiş abisini ve onun arkasına binen çırakları Halim ağabeyi seyrediyordu.Ağabeyi traktörü garajdan çıkarıp birkaç tur atmasına atmıştı emme garaja sokmak zahmetli işti.Sokmasa olmaz,büyükler gelince kızıp bağırırlardı.Anacıkları küçük avluda yalvarıp yakarıyordu bırak dışarıda kalsın kızanım diye ama ah şu korkular olmasa.Ağabeyi traktörü garaja soktu.Karşı duvarda dayalı duran düvenlerden tırmanıp kirişlere asıldı.Duvar,traktörün acı kuvvetine dayanamayıp yıkıldı.Komşu Ayşe abla ellerini dizlerine vurup gitti kızan diye ağlıyordu.Bereket abisi ve Halim abi atlamış,kurtulmuşlardı.Traktör hala çalışıyor,zıp zıp zıplıyor sanki işte benim gücüm bu der gibiydi.Birileri gelip durduruncaya kadar kükremesini sürdürdü.
Bu aletlerde fren denen bir sistem varmış,bilmiyorlardı.Nerden bileceklerdi ki öküzler ohaaaaaaa deyince duruyorlardı.Ama bu teknoloji aleti durmadı.Sonradan öğrendiler debriyajın solda frenin sağda olduğunu.Kötü bir deneyimdi ama öğrenmişlerdi.
İlkokula başladığında babası götürmüştü onu okula yazdırmaya.İlk müdürün odasına çıkmışlardı.Müdür baba Halil Cansever köy enstütüsü mezunlarından babacan bir adamdı.Zaten kendisi de köylerinin yetiştirdiği ender bilgili insanlardan biriydi.Müdür odalarında otururlarken onu beş yıl süreyle okutacak,eğitecek olan öğretmeni Yaşar Beyazıt açık kapıdan ama kapıyı tıklatarak içeri girdi.Daha okulla ilk tanıştığı zaman bir şeyi öğrenmişti.Demek ki bir yere girerken kapı tıklatılacakmış.Babası,etin senin kemiği benim deyip onu öğretmeninin eline tutuşturdu.O zamanlar öyleydi,şimdiki babalar gibi çıt kırıldım evlatlar yetiştirmiyorlardı.Sıkıysa öğretmen dövdüğünde şikayet et büyüklerine,bir sopada onlardan yerdin kimbilir ne kabahat işlemişsin diye.Öğretmen onu alıp okulunu,sınıfını gezdirdi,sırasını gösterdi.Hayat,tesadüflerle doludur derler ya hani,öyle galiba diye düşündü.Onun doğumunu gerçekleştiren Türkan ebenin kocasıydı Yaşar öğretmen.Biri doğurtmuş diğeri de okutacak,büyük adam edecekti onu.Pilot olacaktı,dayısına öyle söz vermemişmiydi.Çok zeki olmasa da aptal da bir çocuk değildi, yakasına kırmızı kurdeleyi ilk değil ama birçok arkadaşından önce taktı.KIRMIZI KURDELE..Ne büyük anlamı vardı onun için o günlerde.Geceleri mum ışığında,gaz lambasında az mı çalışıyordu onu takmak için.En hızlı ve yanlışsız okuyana takıyordu kırmızı kurdeleyi öğretmeni.Yatağa yatmadan önce yarın mutlaka takacağım diyordu,mutlaka takacağım kurdeleyi.Ertesi gün heyecanlanır yanlış okur,eve gelinceye değin ağlardı iki gözü iki çeşme.Anacığı onun kızarmış gözlerine bakıp anlardı onun yine ağladığını ve olsun be kızanım sen üzülme yarın takarsın derdi.İşte sonun da takmıştı kırmızı kurdeleyi,ağlamadan sızlamadan hoplaya zıplaya evine,anacığına koştu.Avazı çıktığınca bağırıyordu büyük avluda.Taktım ana taktım,bak ana bak yakama.Büyük annesi un helvası yapıp dağıtmıştı mahallenin çocuklarına.Anacığıda yayıkta dövdüğü ayrandan içirmişti onlara tahta bardaklarda.Bir sürü parası oldu o gün,o güne kadar olmadığınca.Bakkal Hasan amcanın kaynana şekerlerinden aldı kese kağıdı dolusu o güne kadar hiç almadığınca.Arkadaşlarına asker gazozu söyledi durdu en son kuruş kalmadığınca.Kırmızı kurdele,o gün onun en büyük mutluluğuydu.Okulunun ilk yılı çok güzel geçti,çabuk bitti.Güzel şeyler zaten çabucak bitiyor her nedense.
Yaz gelmiş,baharın çiçekleri bir bir açmış,ortalık mis gibi kokularla dolmuş,çimen kokusu tüm merayı kaplamıştı.Yağmurdan sonra çimenler bir başka kokuyordu.Çamurlu ve toprak zeminde top oynamaktan daha güzeldi çimenlerin üzerinde top oynamak.Düştüğünde bir yerlerin acımıyor,kanamıyor,üzerinde çamurlanmıyordu.Gerçi çimen lekesi oluyordu ama olsun, o da baharın güzelliği.Mahalleler arası maçlar yapılıyordu.Köylerinde üç mahalle vardı ve bir sürü çocuk.Takım kurmakta zorlanmıyorlardı.Futbola meraklı bir sürü arkadaşı vardı ama top bulabilmek büyük olaydı.En ucuzlarından alınır,çabuk eskirdi.Zaten onu da almak için tüm mahalle arkadaşları kendi aralarında para toplar ancak alınırdı.Köylerinin futbol takımı vardı amatör ligde oynayan.Evrenspor.Büyük abileri oynarken onlarda kale arkalarında,taç çizgisinin oralarda durur lardı meşin topa vurabilmek için.Büyükler saha içinde top kapmaya çalışırken belkide onlar daha kıyasıya mücadele ediyorlardı arkadaşlarıyla topu kapıp bir kere olsun vurabilmek için.Ah bir meşin topları olsa ne güzel maçlar yaparlardı ama yoktu,yoktu işte.Oyun alanları öyle çocuk parkları falan olmadığından ya sokakta yada bayırda top oynayacaklardıUçurtma mevsimi geldiğinde de uçurtma uçururlardı.Uçurtma mevsimi geldiğinde telaşlarını bir görmeliydiniz onların.En yükseğe çıkacak uçurtmayı yapabilmek için çok özen gösterilir ama birde çok ipleri olsa......Herkes gibi onlarda uçurtmayı gazete kağıdından,yapıştırma işinide analarının ekmek hamurundan yapıyorlardı.Amcaoğlu Engin ile az mı yalvarıyorlardı bakkal Hasan amcaya gazete kağıdı versin diye.Baş kısmını amcaoğlu,kuyruk kısmını da o yapıyordu.Malum,dengeyi kurmak zor işti.Yapamayınca uçurtamazsın uçurtmayı.Uçurtmanın yapımı bitince asıl iş ipleri temin edebilmekti.Nerde öyle uçurtma ipi bulabilmek,bulsan bile parayı temin edebilmek.Paraları kadar ip alırlar,analarının kullanmadığı yada daha sonra bir işe yarar diye yan tarafa koyup sakladıkları kazak iplerinden yalvara yakara alırlar birbirlerine eklerler ama yinede yetmezdi.Herkes uçurtmalarını alır çıkardı bayıra.En yükseğe çıkan uçurtma birinci olurdu.Hepsi gazete kağıdından yapıldığı için en güzel uçurtma yarışmaları yapılmıyordu o zamanlar.Yine birinci olamamışlardı bugün yine.Ah be ana ne olurdu birazcık daha ip verseydin ya az kaldı birinciliğe diye hayıflandı anasına amca oğlu ile inerken bayırdan dönüş yolunda.
Ekilen ay çiçekler boya gelmiş,kafaları araba yapmak için büyümüşlerdi.Aslında büyükleri onları yağhaneye götürüp kışlık yemeklik yağ ihtiyacını karşılamak geri kalanını da satıp paarya çevirmek için ekip büyütüyorlardı ama onlar için önmeli olan ilk önce araba yapmaktı.Yarın olsun arkadaşlarıyla birlikte gideceklerdi araba yapmaya,bayırda öyle sözleşmişlerdi.Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalkıp toplandılar.Çakılarını ceplerine koyup yola koyuldular tarlalara doğru.İlk gördükleri tarlaya dalıp arabalarını yaptılar kimisi büyük,kimisi küçük tekerlekli.Yedek tekerleğini,dingilinide direksiyon sopasına bağladılar.Köylerinin yolunu tutarken yarış yaparlardı tozu dumana katarak.Yarışı kazananın arabası en iyi araba seçilirdi.Bazen yapılan sürate arabanın tekerlekleri dayanmaz,parçalanırdı.Hemen yedeğiyle değiştirilir yola devam edilirdi.Bazen de beşli onlu tekerleklere dingil dayanmaz kırılırdı.Tekerleği değiştirmek kolaydı ama dingili değiştirmek zahmetli işti ve kırıldığında sakatlanmakta vardı,tabii yarışı da kaybetmek te cabası.Bir keresinde bayırdan aşağı inerken en öndeki arkadaşının dingili kırılmış hepsi üst üste olmuşlardı.Arkadaşı can havliyle bağırıyordu dingil kırıldı dingiiiiiiiiiiiiiilllllllll.Her birinin oraları buraları kanamış,birbirlerinin halillerine bakıp gülüşmüşlerdi ama gece olunca yaralarının acısından uyuyamamışlardı.
O gün biraz geç kalkmıştı yatağından.Tarhana sofrasını da kaçırmış kim bilir daha neler kaçıracaktı.Günün o saatlerinde kurulan o sofranın ayrı bir önemi vardı.Diğer öğünlerde işler dolayısıyla herkes evde olamaz birlikte yemek yenilmezdi ama sabahları tüm sülale birlikteydiler.Anaları ve yengeleri,ablaları tavalar dolusu tarhanayı ekmekle doğrayıp bir de içlerine yağda kızarmış kıtır ekmeği koyduklarında siz dinleyin kaşık seslerini.Yanında da lahana turşusu.Yarışırcasına yenir,en çok kıtır ekmeği kim bulacak yarışları yapılırdı.Kaşıklar tokuşur,bazen elden düşer,büyükler kızar ama yinede gülüş cümbüş geçen bu sabah kahvaltısında bulunmak bir adet olmuştu.Fakat o bu sabah bu zevkten mahrum kalmış gözlerini ovuşturarak hayattan bahçeye bakıyordu.Ne güzeldi anasının bahçesi.Çeşitli çiçekleri renk cümbüşü içinde kış gecelerinin darbukalı eğlencelerinde oynayan kızların yavuklularına göz kırpması gibi onlarda göz kırpıyorlardı sanki bahara.Kalktın mı kızanım........Anası seslenince biraz daha uyandı gecenin mahmurluğundan.Kalktım ana dedi,kuyudan çektiği suyla elini yüzünü yıkadı.Anasının yayıktan daha yeni çıkardığı tereyağını ekmeğine sürüp bir bardak manda sütünü içti.Sokağa çıkıp arkadaşlarına baktı,kimseler yoktu.Amca oğlu Ayhan ağabeyini gördü elinde bir çuvalla balığa gidiyordu.Hadi sende gel,beraber gidelim dedi ona ama canı istemiyordu gitmedi.Çok iyi serpme atıyordu amcasının oğlu.Sermeyi suya saldığında ilkin deniz anası gibi açılır serpme sonra da suyun derinliklerinde balıkları mıknatıs gibi çeker çuval dolusu balık yakalardı.Kahveler önünden evin yolunu tutarken keşke gitsemiydi o da balığa.Mahallede ki bütün sokakları dolaşıp arkadaş aradı ama bulamadı.Büyük avluya gelip taşın üzerine oturdu.Ne yapmalıydı ki bu sıkıntıdan kurtulmalıydı.Birden oturduğu taşın onu bir zamanlar altına alıp ta neredeyse sakat bırakacak olan yuvarlak olduğunu farketti.Vücüdundan soğuk terler boşandı aniden.Bir şeylerden ürkmüş gibi yerinden fırladı ve koca dut ağacının çatalına oturdu birkaç zaman.Canı sıkılınca hep orada otururdu.Acaba ne yapmalı da bu can sıkıntısından kurtulunmalı diye düşündü.Bir gün öncesi yaptığı arabanın yürüyecek hali kalmadığından onunla da oynayamazdı.Hah dedi,inip ağaçtan tel araba yapayım ben.İyi ama teli şimdi nereden bulacaktı.Lazım olur diye şimdi onları da saklamışlardır bir yere.Anasına gidip sorsa, o da yerini söylese,büyükbabası geldiğinde tel araba yaptığını görse,anacığına niye verdin telleri diye kızsa anacığı üzülür,olmazdı.Eski kamyon kasasının bırandalığından yaptığı arabayla oynasa.Oynasa ama, o da çok ağır bu sıcakta taşınmazdı.Çorba taslarından birin aldı mutfaktan.Elinde direksiyon gibi çevirip dolaştı birkaç zaman anasının çiçek bahçesinin etrafında ama çabuk sıkıldı.Yanlız başına,arkadaşları olmadan oyun oynanmıyordu.Niye gitmemişti ki amca oğlu ile balığa.Şimdi gitse de nerede bulacaktı.Anası diktiği yorganın ama bittiğinden ama gözleri yorulduğundan başından kalkmış ona sesleniyordu.Acıktın mı be kızanım...Anacığı seslenince karnının acıktığını hissetti.Acıktı ana dedi usulca.Bir kase manda yoğurdunun içine doğradıkları köy ekmeğiyle yediler,karınlarını doyurdular.Birkaç yeşil sğanı da koparıp getirmişti anası bahçeden,tuzlayıp afiyetle yediler.Çok tatlıydı.Biraz daha oynadı bahçede canı yine sıkılıp içeri girdi.En küçük ablası sarı kız,roman kitabını eline almış okuyordu.Hiç sesini çıkarmadan döşeğin üzerine oturdu.Sonra biraz daha sokulup ablasının dizine yattı.Ablası saçlarını okşayıp,ne o canın mı sıkıldı dedi.Zaten en iyi o anlıyordu onu.Ablasının o zamanlar en sevdiği filim sanatçısı Hülya Koçyiğit olduğundan resminii almış yatağının baş ucuna duvara asmıştı.Ablası kitabı yüksek sesle okurken o da resme bakıp uyuyakaldı.
Gecenin karanlığından sonra güneşin doğuşu bir başkadır.Akşamlarda gaz lambasının loş ışığında eşyayı ve insanı zor görürken güneşin,gün aydınlığının altındabir başkadır yaşamak.Bir çoğumuz geceye saklarız kendimizi günün yorgunluğundan,günün dertlerinden uzaklaşmak için.Gecede kapanırız iç dünyamıza günün aydınlığına inat edercesine.O sabah her sabahından daha erken uyandı.Kısa pantolonunu,gömleğini telaşla giydi bir yerlere yetişmek istercesine.Dışarı çıktı,kuyudan çektiği suyla yüzünü yıkadı alaca karanlıkta.Güneş daha doğmamış,gökyüzündeki yıldızlar çekip gitmiş,gökyüzü diğer zamanlara inat daha maviydi.Anasının akşamdan baş ucuna koyduğu amauyandırmaya kıyamadığından içiremediği bir bardak sütü bir dikişte içti.Asmanın altındaki döşeğe oturup bahçeyi seyretmeye koyuldu.Çiçekler uyurcasına yapraklarını kapamış sanki güneşin doğuşunu bekliyorlardı.Güneş doğmadan önceki saatleri bilirmisiniz....Hani o mavinin kızıla boyandığı saatleri.Hani güneşin,ben geliyorum arkadaş aç gözlerini uyan dercesine kendini göstermeden öncesini.Ne güzeldi,,,çok güzel..........O sabahın güzelliklerini yaşarken baktığı yerlerde ve yüreğinde,ev halkı da bir bir uyanmıştı.İlk anası çıktı dışarıya sonra küçük ablası sarı kız.Çok güzeldi sarı kız,çoook.Uzun sarı saçları,kıpkırmızı yanakları vardı.Hele o sabah,güneş yüzüne vurduğunda daha da bir başka güzeldi.Babası,güneşi yine değdirmemişti üstüne.Gecenin bir vakti çıkıp gitmiş düşmüştü yollara..Bugünlerde yine göremez olmuştu onu,özlemişti.Ne zaman babasından ayrı kalsa içine bir burukluk çöker,anlatılmaz sıkıntılar hissederdi.Ne zaman ki babası gelir bütün dünya sanki onun olurdu.Boynuna sarılır sıkıca,doyasıya öperdi.Böyle zamanlarda o sert sakalı da batmazdı yumuşacık suratına.Kaç zamandır birlikte sabahları tarhana sofrasında bulunamıyorlardı.Güneşin biraz daha yükseldiği bir zamanda tüm aile kalkmış,tarhana sofrası kurulmuştu.Çala kaşık,kaşıkların çarpışması ve gülüşmelerle kalkıldı sofradan her zaman ki gibi.
Her sabahtan farklı uyanmanın tadı da bir başka oluyor hani diye birşeyler mırıldandı.Birşey mi dedin dedi Ayhan ağabeyi.Yok dedi,birşey demedim.Balık malzemelerini alıp çıkmışlardı yola.En önde gidiyordu heyecanlı ve pürtelaş.Bugün çok güzel bir gün olacaktı,güzel olmalıydı çünkü çok farklı güzelliklerle uyanmıştı.Doğanın görmediği yüzünü görmüştü belki de her zaman baktığı gözlerle o güne değin öyle bakmadığından.Kendisin de öyle bir etki yaptı ki o sabahın güzelliğini yıllar geçti,anlattı durdu hiç bıkmadan.Ama o gün,anlatmayacaktı hiç kimseye.Kendisine saklamıştı sabahın güzelliğini,her şey konuştu o gün ama sabahı konuşmadı gün kavuşuncaya değin.Çok balık yakaladılar o gün çuvalları almayıncaya kadar.Gün akşama erdiğinde mutluluğun gülümsemesi eksilmedi yüzünde.Akşam,balık sefası yaptılar cümbür cemaat.Büyükler rakı içti asmanın altına kurulan sofrada.Küçükler erik hoşafı ve ayran.O zamanlar bilmiyordu balık ile rakının güzel gittiğini.Birgün öğrenecekti nasılsa şimdilik çok küçüktü.Derken birgün rakıyla olmasa da şarapla haşır neşir oldu hemde el yapımı kırmızı üzümünden.Bir akşam amcası İrfan çağırdı onu yanına.Çek bakalım yeğenim dedi,kan gelsin yüzüne. :)))) Şarap ta ne şaraptı ama insanın içtikçe içesi geliyor bardağın biri boşaldıkça diğeri isteniyordu.Gerçi içilen şarabın bardağı çay bardağıydı ama çay bardağı da olsa ama ne ama.......Amcasının evlerinin girişteki merdivenleri dört taneydi.Dört olmasına dörttü ama o normal olan.Birde anormali vardı ki şaraptan sonraki işte onu hiç sormayın,ilçedeki kaymakamlık binasının merdivenlerinden çoktu.
Yaz tatili bitmiş,okulların açılmasına birkaç gün kalmıştı.Evde bir telaş ki sormayın gitsin.Büyükler daha bir heyecanlıydı sanki okula onlar gideceklerdi.Kömür ütüsü yakıldı,önlükler,yakalar,pantolonlar ütülendi,yeni ayakkabılar alındı.Okul çantasını sarı ablası kendi eliyle hazırladı.Kara kız önlüğün ütüsünü beğenmedi tekrar ütüledi.Anacığı nazarlığını önlüğün altına dikti.Ooooo bir görmeliydiniz telaşı daha neler neler oldu.Şİmdi ikinci sınıftaydılar bir yaş daha büyümüş olarak.O zamanlar büyümenin,daha da büyümenin anlamı çok büyüktü onlar için.Keşke hiç büyümeseydik diyeceklerdi sonrasında ama o zamanlar diyemiyorlardı.Okul başlamıştı başlamasına ama elektrik hala yoktu,derslerini hala gaz lambasında,mum ışığında yapıyordu.Anacığı da hala ipek yorganın gözlerini yoran ışıltısında dikiyordu yorganlarını.Ah bir elektrik gelse.Galiba pek yakında gelecek gibiydi,direkler gelmiş köy meydanına bırakılmıştı.Çukurlar kazılıyor,direkleri dikecek olan yabancılar her sokakta görülüyordu.Hani şu komşu Ayşe ablayı kaçıran yabancılardan.Her sokakta birilerin kaçırmadılar ama onların Ayşe ablası kaçmıştı direk dikim işi henüz biterken.O gittiğinde mahallenin gece eğlencelerinin tadı tuzu da kaçmıştı.Ayşe kız gitmiş birkaç zaman sonrasında da elektrikler gelmişti okullar ha bitti ha bitecek derken.Bir televizyonları vardı elektrik gelmeden birkaç yıl öncesi alınıp ta sabahları saç taramak için ekranı ayna niyetine kullanılan.İşte şimdi o da kullanılacaktı,tabii durup dururken baş köşede bozulmadıysa.
Antenini kavak ağacına diktiler yüksekten daha iyi görüntü versin diye.Siyah beyaz bir televizyondu,o zamanlar elbet ki renklisi yoktu.Tek bir kanal vardı trt nin yayınladığı.Herkeste televizyon olmadığından evleri her akşam konu komşu,eş dosttan full çekerdi tıpkı sinema gibi.Gelen misafirlere ikramda bulunulur ama televizyon seyredilirdi sessizce, o eski akşamlardaki hoş sohbetlerin yerine.İnsanalar yeni olan şeylere çabuk uyum sağlıyorlar eski güzel olan şeyleri de çabuk unutuyorlar.Elektrikler gelmiş ama eski şeyler kaybolmuş,hatta sohbetler bile televizyon üzerine kurulur olmuştu.Bir zamanlar,çok değil daha birkaç ay öncesine kadar ellerinde sokak fenerleriyle birbirlerine gidip hoş sohbetler eden o insanlar değilmiş gibi şimdi oturmuşlar televizyonun karşısına hiç konuşmadan duruyorlardı.Öyle bir sessiz durup izliyorlardı ki biri konuşacak olsa hemen biri atılıyor sus diyordu.SUS......Aydınlığında bir karanlığı varmış ışıltıların arasında.
En çok anacığı sevinmişti elektriklerin geldiğine.Geceleri daha bir başka keyifle dikiyordu yorganını.Ah diyordu ah! niye daha önce yoktu bu elektrik.Ne kadar hayıflansa da yine de buna şükür dedi her zaman ki gibi şükretmesini bilen ve onlara da öğreten anası.Elektrik gelmeden önce köyün en büyük eğlencesi bugün ki jenaratörlerden farklı ve elektrik üreten motorla çalışan sinemaydı.Her gece aynı film oynatılsa bile ağzına kadar dolardı.Sokakların karanlığında köyün ışıldayan tek yeriydi.Sonra her sokak aydınlandığında onun da pabucu dama atıldı.Televizyon denen resimli kutunun ilk birkaç evden başlayıp diğer evlerde de boy göstermesiyle birlikte sinemanın tahta sandalyeleri boşalmış ve birkaç zaman sonrada kapanmak zorunda kalmıştı.O da tıpkı bataryalı radyo gibi ömrünü tamamlamış olarak anılarda kalacaktı.İrfan Atasoylu,Behçet Nacarlı filmlerin yerine tatlı cadıyı seyreder oldular resimli kutuda.Birde oynadığı akşamlarda herkesi n ekranın karşısından ayrılmadığı bir dizi vardı.Kaçak.......Sokakların karanlık olduğu zamanlarda arkadaşlarıyla oynadıkları kaçak oyunun yerin şimdi bu dizi almıştı.Kültürün,eğitimin farklı boyutlara taşındığı bu zamanlardan sonra geriye dönülmez ama özlenen bir geçmişin izleri kalacak,silinmeyecekti yıllarca.Bir an bu düşünceler içerisindeyken demek ki aydınlığında bir karanlığı varmış diye düşündü içinden.Daha çok değil,birkaç ay öncesi karanlık sokaklardan geçip gidiyordu ışıltılar içerisindeki sinemaya.Şimdi ise her yer aydınlanmışken orası kapkaranlık olmuştu tıpkı insanların iç alemlerinin aydınlanırken karardığı gibi.Sokakta yürürken eskiler gelivermişti aklına.
Gülümsedi biraz uçuk biraz sitemkar.Bir akşam yine sinemaya giden bu yolda korkuyu yaşamıştı,yaşatmıştı Ayfer ve Azime ablaları ona.Beyaz çarşafları giymişler,mumdan tırnaklarını uzatmışlar.Acayip sesler çıkararak üzerine gelirlerken kabakuşak ağabeyin evinin dış duvarına sürtüne sürtüne yoluna devam etmeye çalışırken titreyen bacaklarıyla az mı korkmuştu çocuk yüreğiyle.Şimdi o duvarın dibi aydınlık,ışıltılar içerisinde.Artık her akşam komşu evin üstünde duran şapkalı amca da yoktu,elektrik gelince görünmez olmuştu.Hatta şekil değiştirmiş evin bacası oluvermişti.
Yaşamın her evresinde yaşama yada yaşayan kişiye renk katan bir şeyler vardır renkler farklı olsa da.üzülürsün,sevinirsin,ağlarsın üzüldüğünce,kahkahalar atarsın gönlünün çektiğince.Geriye anılarının çokluğu,dünün yokluğu kalır.Gelecekte umutlarsın vardır ama umutlarının yokluğu da vardır yaşam oyununda,çocukça oyunlarının sınırlarını aştığında.Sınırları kaldırmak istersin dünkü gün ile bugünün arasında ama olmaz çok istesen de.Hele hele geçmişin özlemi,geleceğin ümitsizlikleri yüreklere düşünce.
Çokçadır duygular,kimi acı kimi sevgi katar yaşama her nefes alışta.Kimi nefesler daralır can bedenden çıkacakçasına kimi ciğerlerin şişer körük olur bedenden taşarcasına.İçine sığmaz mutluluklar,derelerin,ırmakların şelale olup aktığınca.Sevgiler kucak açar,çalar kapını girer içeriye hiç sana sormazcasına.Yumak olursun sevgilerinle baş başa.Kıskanırsın sevgini herkesten,her şeyden hatta kendinden bile.Mutluluk yada mutsuzlukların bahanesi her ne olsa da asıl meselenin çözümü galiba insanların iç mekanlarında.İstediğin kadar mutlu yada mutsuz olabiliyorsun yaşam penceresinden nasıl baktığınca.Gerisi sadece bahane.Hiç düşünmeyiz yaşam olmasaydı ne bulacak,ne görecektik diye kendi iç dünyalarımızda.Sonra da evin bacasını şapkalı amca gördüğümüz gibi görürüz yaşamı ve küseriz,severiz yaşamı yaşadığımızca.
İnsanoğlunun yaşamında yazılacak,okunacak çok şeyler vardır hüzünlerin ve mutlulukların çokluğunda.Ama en çok çocukluk anıları yer kaplar,en çok onlar kalır hatıralarda.Dünü hatırlayamazken ayakkabıların bağlayamadığın halin gelir aklına.Aynaya bakarken şimdi ki hallerinde çocuk yüzün görünür arka sıralarda.Sanki üç boyutlu gibi görünür yaşam hatıralarını kendinle paylaştığında.O günün sabahında dantelli aynanın karşısında kendine uzunca baktı.Ablası ardından sesleniyordu,ne o yakışıklı….Birden irkilmişti.Çocukça düşüncelerinden sıyrılıp ablasına doğru baktı ama bir şey diyemedi.Nasıl desin ki aynada bir kendisi bir de yavuklusunun,gizli aşkının hayali vardı.Hiç kimseye söyleyemediği ve asla da söyleyemeyeceği.
Ablasının elektrikli ütü ile bir çırpıda ütülediği pantolonu nu ve gömleğini giyip çıktı sokağa.Yeni ütülerde bir başka ütülüyordu hani jilet gibi olmuştu elbiseleri.Ayakları yere basmaz gibi yürüyordu çakıllı sokakta.İlk o sokaktan,yavuklusunun sokağından geçecek öyle gidecekti kahveler önüne.Belki görürüm diye birkaç defa turladı ama nafile.Sonra gitti bakkal Nejat ağabeyin dükkanına.Bir asker gazozu açtı,yanına da tahin helvası.Çok severdi asker gazozunu,içtikçe içesi geliyordu.Bakkal Nejat her gördüğüne söylüyordu ben bu çocuğu asker gazozuyla büyüttüm diye onun büyüdüğünü gördükçe.Sırtında bir kambur vardı belki doğuştan belki geçirdiği bir hastalıktan.Sormaya utandı,hiç sormadı korktu onu üzmekten.Hiç evlenmemişti bakkal Nejat,müzmin bekardı yaşı geçkin olduğu halde.Kim bilir belki de sevgilisi de olmamıştı.Bir kış akşamıydı,her yer kar kaplı.Dışarıda ki buz sanki içeride ki sobayı soğuturcasına.Bir dostu gelmişti uzak köylerden.Sobanın üzerindeki çaydan doldurulup içi ısınana kadar içildi ve başladı sohbet.Oradan buradan derken konu havalara geldi.Ah be dostum demişti Nejat bakkal,uzunca bir ah….Havadan kar yağdı ama bize bir karı düşmedi yine bu mevsim.İşte o mevsimden sonra çok mevsimler geçti,çok kışlar da karlar yağdı ama düşmedi Nejat ağabeye bir karı hiçbir mevsim.
belki birgün kaldığım yerden devam ederim.belki de burda bitirir,burdan ötesini siz bilmeyin derim.kimbilir.........hoşçakalın..............
Eserleri
www.antoloji.com/erdal-ay
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
değerli dostlar,
sizlerle burada karşılaşmış olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.paylaşımlarınız için teşekkür ederim.saygılarımla.