Kur’an-ı Kerim, insanları hakikate çağıran, onların doğru yola erişmesi için ilahi rehberlik sunan bir kitaptır. Ancak her çağrıya muhatap olanlar arasında farklı tepkiler oluşur. Bu bağlamda, Alak Suresi’nin 10. ayetinde yer alan “Engellemekte olanı gördün mü?” sorusu, insanların hakikati kabul etme veya engelleme süreçlerine dair derin bir düşünce alanı açar. Alak Suresi 10. ayetinde yer alan “salât” kelimesi, geleneksel çevirilerde genellikle “namaz” olarak yorumlanır. Oysa Arapçada salât kelimesinin birçok anlamı bulunmaktadır. Bu anlamlar arasında dua etmek, destek vermek, yardım etmek ve bir topluluğu bir araya getirmek gibi çeşitli bağlamlar yer alır. Kur’an’daki kullanımlarında her zaman “namaz” anlamında gelmediği açıktır. Bu nedenle, metni anlamlandırırken bağlama uygun bir analiz yapmak gereklidir. Burada salât, yalnızca bireysel bir ibadet biçimi değil, aynı zamanda bir topluluğun dirliğine ve hakikate olan desteğine işaret eden bir kavram olarak değerlendirilebilir. Bu destek, kimi zaman fiziksel engellemelerle, kimi zaman da manevi baskılarla kesintiye uğratılmaya çalışılabilir. Kur’an-ı Kerim, hakikati tebliğ eden, iyiye yönlendiren ve insanları kurtuluşa davet edenlerin çeşitli engellerle karşılaşacağını vurgular. Alak Suresi’nin 10. ayeti, salâtı koruyan, destekleyen ya da bu yolda çaba gösteren bir kişinin engellenmesine dikkat çeker. Hakikatin engellenmesi sadece bireylerin değil, toplumların da yozlaşmasına neden olur. Engelleyenleri fark edememek, onların yöntemlerini ve niyetlerini anlamamak, çoğu zaman hakikate zarar verenlerin başarılarına yol açar. Kur’an, insanların manevi körlük ve sağırlık durumuna sık sık dikkat çeker:
> “Onlardan seni dinleyecekler vardır. Ama hiç duymayan -sağırlara -üstelik hiç akılları ermiyorsa sen mi duyuracaksın?” (Yûnus Suresi, 42. Ayet)
Bu ayet, hakikati duymaya ve anlamaya kapalı insanların ruh halini özetler. Fiziksel anlamda işiten kulaklara, gören gözlere sahip olmak, insanı hakikate eriştirmez. İnsanların manevi olarak algılarını kapatmış olmaları, onların cehalet içinde kalmalarına neden olur. Bu durum, Araf Suresi 198. ayetinde daha açık bir şekilde ifade edilir:
> “Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile.”
Kur’an’ın bu ayetleri, insanların hakikati yalnızca fiziksel duyularla değil, kalp gözüyle de görmeleri gerektiğini vurgular. Engellenenleri görebilmek, aynı zamanda onları engelleyenleri de fark etmeyi gerektirir. Bu farkındalık olmadan, insanlar çoğu zaman manipülasyonlara açık hale gelir. Engellenenleri ve engelleyenleri fark etmek, bireyin manevi bir bilinç geliştirmesini gerektirir. Ancak bu, yalnızca bilgiye erişmekle mümkün değildir. İnsanların:
1. Düşünsel Uyanıklık Geliştirmesi: Kur’an, insanları düşünmeye ve akletmeye çağırır. Hakikat üzerinde düşünmek, manipülasyonları fark etmenin ilk adımıdır.
2. Bilgi ile Hikmeti Birleştirmesi: Bilgi, hakikatin bir parçasıdır, ancak tek başına yeterli değildir. Hikmet, bilgiyi doğru bir şekilde kullanmayı ifade eder.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta